Visual Capitalist tarafından yayınlanan güncel veriler, Türkiye’nin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’ndan (GSYH) sağlık ve eğitime ayırdığı payın NATO ülkeleri arasında en düşük seviyede olduğunu net biçimde ortaya koydu. Ancak bu sadece teknik bir veri değil; Türkiye’nin toplumsal dokusu, kalkınma vizyonu ve geleceği açısından çok ciddi bir uyarı niteliği taşıyor.
Sağlık ve eğitim yatırımlarının tarihsel perspektifi
Türkiye, 2000’li yılların başında sağlıkta “dönüşüm programları” ile bazı önemli adımlar atmış ve kısa sürede daha yaygın bir sağlık hizmeti ağı kurmayı başarmıştı. Ancak sonraki yıllarda nüfusun artışı, kentleşme hızının yükselmesi ve kronik hastalıkların yaygınlaşması gibi etkenlerle, bu sistemin sürdürülebilirliği sorgulanır hâle geldi. Yeni hastaneler ve şehir hastaneleri açılmış olsa da aynı hızda doktor ve sağlık personeli istihdamı yapılamadı. Bugün ise uzman doktor eksikliği, artan iş yükü ve sağlık çalışanlarının yurtdışına göçü nedeniyle sağlık hizmetlerinde ciddi bir kalite ve erişim sorunu yaşanıyor.
Eğitimde de benzer bir süreç söz konusu. 2000’li yılların başında eğitim altyapısına yatırım ve okullaşma oranlarının artırılması hedeflenmişti. Ancak hızla artan genç nüfus, göç ve şehirleşme, sistemin üzerinde baskı oluşturdu. Fiziki altyapı kısmen geliştirildi; fakat öğretmen sayısındaki yetersizlik, müfredat tartışmaları ve nitelikli eğitimdeki eksiklikler kronik sorunlar olarak kaldı.
Toplumsal sonuçlar: Fırsat eşitsizliği ve kutuplaşma
Sağlık ve eğitim harcamalarına düşük pay ayrılması, en çok da toplumsal adalet ve fırsat eşitliği açısından kritik sonuçlar doğuruyor.
– Sağlıkta: Kamu hastanelerinde artan yoğunluk ve randevu süreleri, gelir seviyesi yüksek olanları özel hastanelere yönlendirirken; düşük gelirli kesim daha uzun beklemek ve kısıtlı imkanlarla yetinmek zorunda kalıyor. Bu durum, gelir temelli sağlık hizmeti ayrışmasını derinleştiriyor.
– Eğitimde: Devlet okullarında kalabalık sınıflar ve öğretmen eksiklikleri, imkânı olan aileleri özel okullara mecbur bırakıyor. Ancak özel okul ücretlerinin yüksekliği, geniş kitlelerin bu imkândan yararlanmasını engelliyor. Sonuçta, eğitim fırsatları sosyoekonomik statüye göre ayrışıyor; bu da uzun vadede toplumsal kutuplaşmayı artırıyor.
PISA verilerinden çıkan ders
Türkiye’nin PISA sonuçlarında sürekli alt sıralarda yer alması, yalnızca “bir test sonucu” olarak görülmemeli. Bu sonuçlar, çocukların analitik düşünme, problem çözme ve eleştirel okuma gibi çağdaş yetkinliklerde geri kaldığını gösteriyor. Uzmanlara göre bu durum, ülkenin beşerî sermayesinin verimliliğini ve küresel rekabet gücünü de sınırlıyor.
Ekonomik büyüme ile sosyal yatırım arasındaki kopukluk
Türkiye ekonomisi nominal olarak büyürken, bu büyümenin refah ve sosyal hizmetler alanına yeterince yansımaması, “kalkınma” ile “büyüme” kavramlarının ayrıştığına işaret ediyor. Örneğin, savunma harcamaları veya altyapı yatırımları GSYH’de görece yüksek oranlara ulaşırken, sağlık ve eğitim gibi doğrudan insana dokunan alanlara ayrılan kaynak düşük kalıyor. Bu da büyümenin, geniş toplum kesimlerinin hayatına doğrudan yansımasını zorlaştırıyor.
Geleceğe yönelik riskler
Eğitim ve sağlık gibi stratejik alanlara yeterince yatırım yapılmaması, kısa vadede “bütçe tasarrufu” gibi görünebilir; ancak uzun vadede çok daha yüksek sosyal ve ekonomik maliyetler doğurur:
– Daha düşük eğitim seviyesi, genç nüfusun iş gücü piyasasında katma değeri düşük sektörlere yönelmesine ve verimliliğin düşmesine neden olur.
– Sağlık hizmetlerinde aksama, iş gücü kaybını artırır; kronik hastalık yükünü büyütür ve dolaylı olarak üretkenliği azaltır.
– Sosyal eşitsizlikler ve fırsat dengesizliği, toplumsal huzursuzlukları ve kutuplaşmayı artırır.
Türkiye’nin avantajı: Genç nüfus ve dinamik toplum
Olumsuz tabloya rağmen Türkiye’nin elinde hâlâ önemli avantajlar var: Görece genç ve dinamik bir nüfus, hızlı adapte olabilen iş gücü ve güçlü toplumsal dayanışma kültürü. Ancak bu avantajları fırsata çevirebilmek için eğitim ve sağlık gibi alanlarda sürdürülebilir ve kapsayıcı reformların, daha yüksek kamu yatırımlarının yapılması kritik.
Son söz: İnsan sermayesi yatırımı kalkınmanın anahtarı
Bugün dünyada en başarılı ülkeler, sadece ekonomik büyüklükleriyle değil, eğitimli ve sağlıklı insan gücüyle öne çıkıyor. Türkiye’nin de uzun vadede istikrarlı kalkınma ve toplumsal refah hedeflerine ulaşabilmesi, savunma ve altyapının yanında eğitim ve sağlığı da öncelikli ulusal politika olarak görmesine bağlı.
GSYH’nin büyümesi tek başına yeterli değil; bu büyümenin halkın hayatına dokunan sosyal hizmetlere yansıması gerekiyor. Aksi hâlde, rakamlar büyüse bile hayat kalitesi, toplumsal huzur ve gelecek umudu risk altında kalabilir.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
Zaferozcivan59@gmail.com
Anasayfa
Yazarlar
Zafer Özcivan
Yazı Detayı
Bu yazı 215 kez okundu.
TÜRKİYE NATO ÜLKELERİ ARASINDA SAĞLIK VE EĞİTİMDE SON SIRADA
Visual Capitalist tarafından yayınlanan güncel veriler, Türkiye’nin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’ndan (GSYH) sağlık ve eğitime ayırdığı payın NATO ülkeleri arasında en düşük seviyede olduğunu net biçimde ortaya koydu. Ancak bu sadece teknik bir veri değil; Türkiye’nin toplumsal dokusu, kalkınma vizyonu ve geleceği açısından çok ciddi bir uyarı niteliği taşıyor.
Sağlık ve eğitim yatırımlarının tarihsel perspektifi
Türkiye, 2000’li yılların başında sağlıkta “dönüşüm programları” ile bazı önemli adımlar atmış ve kısa sürede daha yaygın bir sağlık hizmeti ağı kurmayı başarmıştı. Ancak sonraki yıllarda nüfusun artışı, kentleşme hızının yükselmesi ve kronik hastalıkların yaygınlaşması gibi etkenlerle, bu sistemin sürdürülebilirliği sorgulanır hâle geldi. Yeni hastaneler ve şehir hastaneleri açılmış olsa da aynı hızda doktor ve sağlık personeli istihdamı yapılamadı. Bugün ise uzman doktor eksikliği, artan iş yükü ve sağlık çalışanlarının yurtdışına göçü nedeniyle sağlık hizmetlerinde ciddi bir kalite ve erişim sorunu yaşanıyor.
Eğitimde de benzer bir süreç söz konusu. 2000’li yılların başında eğitim altyapısına yatırım ve okullaşma oranlarının artırılması hedeflenmişti. Ancak hızla artan genç nüfus, göç ve şehirleşme, sistemin üzerinde baskı oluşturdu. Fiziki altyapı kısmen geliştirildi; fakat öğretmen sayısındaki yetersizlik, müfredat tartışmaları ve nitelikli eğitimdeki eksiklikler kronik sorunlar olarak kaldı.
Toplumsal sonuçlar: Fırsat eşitsizliği ve kutuplaşma
Sağlık ve eğitim harcamalarına düşük pay ayrılması, en çok da toplumsal adalet ve fırsat eşitliği açısından kritik sonuçlar doğuruyor.
– Sağlıkta: Kamu hastanelerinde artan yoğunluk ve randevu süreleri, gelir seviyesi yüksek olanları özel hastanelere yönlendirirken; düşük gelirli kesim daha uzun beklemek ve kısıtlı imkanlarla yetinmek zorunda kalıyor. Bu durum, gelir temelli sağlık hizmeti ayrışmasını derinleştiriyor.
– Eğitimde: Devlet okullarında kalabalık sınıflar ve öğretmen eksiklikleri, imkânı olan aileleri özel okullara mecbur bırakıyor. Ancak özel okul ücretlerinin yüksekliği, geniş kitlelerin bu imkândan yararlanmasını engelliyor. Sonuçta, eğitim fırsatları sosyoekonomik statüye göre ayrışıyor; bu da uzun vadede toplumsal kutuplaşmayı artırıyor.
PISA verilerinden çıkan ders
Türkiye’nin PISA sonuçlarında sürekli alt sıralarda yer alması, yalnızca “bir test sonucu” olarak görülmemeli. Bu sonuçlar, çocukların analitik düşünme, problem çözme ve eleştirel okuma gibi çağdaş yetkinliklerde geri kaldığını gösteriyor. Uzmanlara göre bu durum, ülkenin beşerî sermayesinin verimliliğini ve küresel rekabet gücünü de sınırlıyor.
Ekonomik büyüme ile sosyal yatırım arasındaki kopukluk
Türkiye ekonomisi nominal olarak büyürken, bu büyümenin refah ve sosyal hizmetler alanına yeterince yansımaması, “kalkınma” ile “büyüme” kavramlarının ayrıştığına işaret ediyor. Örneğin, savunma harcamaları veya altyapı yatırımları GSYH’de görece yüksek oranlara ulaşırken, sağlık ve eğitim gibi doğrudan insana dokunan alanlara ayrılan kaynak düşük kalıyor. Bu da büyümenin, geniş toplum kesimlerinin hayatına doğrudan yansımasını zorlaştırıyor.
Geleceğe yönelik riskler
Eğitim ve sağlık gibi stratejik alanlara yeterince yatırım yapılmaması, kısa vadede “bütçe tasarrufu” gibi görünebilir; ancak uzun vadede çok daha yüksek sosyal ve ekonomik maliyetler doğurur:
– Daha düşük eğitim seviyesi, genç nüfusun iş gücü piyasasında katma değeri düşük sektörlere yönelmesine ve verimliliğin düşmesine neden olur.
– Sağlık hizmetlerinde aksama, iş gücü kaybını artırır; kronik hastalık yükünü büyütür ve dolaylı olarak üretkenliği azaltır.
– Sosyal eşitsizlikler ve fırsat dengesizliği, toplumsal huzursuzlukları ve kutuplaşmayı artırır.
Türkiye’nin avantajı: Genç nüfus ve dinamik toplum
Olumsuz tabloya rağmen Türkiye’nin elinde hâlâ önemli avantajlar var: Görece genç ve dinamik bir nüfus, hızlı adapte olabilen iş gücü ve güçlü toplumsal dayanışma kültürü. Ancak bu avantajları fırsata çevirebilmek için eğitim ve sağlık gibi alanlarda sürdürülebilir ve kapsayıcı reformların, daha yüksek kamu yatırımlarının yapılması kritik.
Son söz: İnsan sermayesi yatırımı kalkınmanın anahtarı
Bugün dünyada en başarılı ülkeler, sadece ekonomik büyüklükleriyle değil, eğitimli ve sağlıklı insan gücüyle öne çıkıyor. Türkiye’nin de uzun vadede istikrarlı kalkınma ve toplumsal refah hedeflerine ulaşabilmesi, savunma ve altyapının yanında eğitim ve sağlığı da öncelikli ulusal politika olarak görmesine bağlı.
GSYH’nin büyümesi tek başına yeterli değil; bu büyümenin halkın hayatına dokunan sosyal hizmetlere yansıması gerekiyor. Aksi hâlde, rakamlar büyüse bile hayat kalitesi, toplumsal huzur ve gelecek umudu risk altında kalabilir.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
Zaferozcivan59@gmail.com
Ekleme
Tarihi: 18 July 2025 - Friday
TÜRKİYE NATO ÜLKELERİ ARASINDA SAĞLIK VE EĞİTİMDE SON SIRADA
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.