İzmir bir süredir adeta nefes alamıyor. Toplu ulaşım aksıyor, sokaklar çöp içinde kalıyor, belediye çalışanları birer birer iş bırakıyor. ESHOT, İZBAN, belediye temizlik ve destek hizmetleri derken, şehrin ritmi bozuldu. İzmirli sabah otobüs bekliyor ama gelmiyor; akşam evine yürüyerek dönüyor. Ve akıllarda şu soru giderek büyüyor: Birileri İzmir’i cezalandırıyor mu?
Elbette sendikal haklar kutsaldır, çalışan emeğini savunur. Ancak özellikle son dönemde İzmir’deki grevler, bu temel hakkın ötesinde bir siyasi ajandanın parçası gibi görünüyor. DİSK’in öncülüğünde gerçekleşen grevler, yalnızca yerel yönetimleri değil, doğrudan halka karşı bir baskı aracına dönüşmüş durumda. Ve dikkat çekici olan, bu grevlerin zamanlaması ve yöntemiyle hükümete değil, CHP’li belediyelere yönelmesi.
Peki, ESHOT çalışanlarının ücret krizini hükümetin merkezi bütçeden yaptığı kesintiler tetikliyorsa, bu grev neden Hazine’ye değil de doğrudan belediyeye karşı yapılıyor? Aynı şekilde, İZBAN’da yaşanan aksaklıklar merkezi ve yerel ortak bir yapıdayken, neden yük sadece İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bindiriliyor? Sorular çoğalıyor.
İzmir’de belediyelerin iş yükü zaten ağır. Nüfus artıyor, göç devam ediyor, ekonomik kriz belediye gelirlerini törpülüyor. Belediyeler sosyal yardımdan altyapıya kadar geniş bir sorumluluk taşıyor. Bu koşullarda, iş bırakma eylemleri hizmeti tamamen felce uğratıyor. İnsanlar işe gidemiyor, çocuklar okula geç kalıyor, hastalar hastaneye ulaşamıyor. Grev, bir sendikal uyarı olmaktan çıkıyor, bir kente diz çöktürme aracına dönüşüyor.
Bazı çevrelerde bu durumun “CHP’li belediyelere yönelik bir içten kuşatma” olduğu konuşuluyor. Grevler aracılığıyla yerel yönetimlerin başarısız gösterilmesi, halkta “alternatif arayış” oluşturulması hedefleniyor olabilir mi? Bu iddialar kulağa komplo gibi gelse de, sahadaki tablo insanı sorgulamaya zorluyor.
İzmir halkı yıllardır demokratik tercihini belli ediyor. Ancak şimdi o tercihin sonuçlarını günlük yaşamında “ceza” gibi yaşıyor. Bu, tesadüf olamayacak kadar organize, protesto olamayacak kadar tahripkâr bir süreç.
Sonuç olarak, İzmir’de yaşananlar yalnızca bir hak mücadelesi değil. Bu, daha büyük bir oyunun taşlarını yerinden oynatma hamlesi olabilir. Grev, yalnızca işçinin değil, kentin tamamının hayatını kilitlemeye başladığında, “Bu kime hizmet ediyor?” sorusu artık yüksek sesle sorulmalı.
İzmir ayakta durmak istiyor ama birileri onun diz çökmesini istiyor olabilir.