Bazı insanlar var…
Kendini ilah gibi gören, karşısındakini değersiz hissettirmeden duramayan, “ben olmazsam hiçbir şey olmaz” zannıyla nefes alan…
Yüksekten konuşan, aşağılayarak yöneten, susturarak büyüdüğünü sanan…
Ne acı değil mi?
Gücün gerçek anlamını bilmeyen bir kalabalık türedi.
Bir sandalye, bir unvan, bir imza yetkisi…
Ve sonra başlıyor kibir tiyatrosu.
Karşısındakinin fikrini küçümseyerek, emeğini yok sayarak, “sen anlamazsın” diye başlayan cümlelerle şekillenen bir üstünlük oyunu…
Ama şunu söyleyeyim:
Güç, ezmek için değil; anlamak için vardır.
Güç, yok etmek değil; yol açmak içindir.
Güç, sessizleri konuşturmak içindir; değilse korkuyla susturulan bir kalabalık, sessizlikle değil çürümeyle büyür.
Kendini ilah gibi gören herkes, bir gün unutamayacağı kadar insan gibi yere düşer.
Çünkü insanın büyüklüğü, karşısındakine hissettirdiği korkuda değil; verdiği güvende gizlidir.
Unvanlar değişir. Makamlar devrolur. Güç dediğin, zamanla tüketilir.
Ama senden sonra insanlar “iyi ki vardı” mı diyecek, yoksa “çok şükür gitti” mi?
Kimse susuyor diye her şeyi kabul ediyor zannetmeyin.
Kimse boyun eğiyor diye razı oluyor sanmayın.
Ve kimse sizin üstünlük taslamanıza tahammül ettiği için sessiz değil, sadece vaktini bekliyor olabilir…
Kendini büyük görenler, bir gün gerçekten büyük birinin huzuruna çıktığında gerçekte ne kadar küçük olduklarını anlayacaklardır.
O yüzden diyorum ki:
Gücünüzü hissettirmek değil, hissettirmemek meziyettir.
Sessiz, sade, adil bir duruş…
Gerçek güç odur.
Ve bu yazı…
Kendini ilah zannedenlere karşı;
"Sen de fanisin kardeşim!" deme cesaretidir.