İzmir'in altı kaynıyor. Üstünde ise derin bir sessizlik... Ama bu sessizlik, huzurdan değil. Korkudan.
Her geçen gün yaklaşan bir gerçeğe gözlerimizi kapatıyoruz: Deprem. Evet, bir doğa olayı ama ihmalin, vurdumduymazlığın ve sorumluluktan kaçışın gölgesinde büyüyor. Ve biz hâlâ "başımıza gelmeden harekete geçmeyiz" kolaycılığıyla yaşamaya devam ediyoruz.
İzmir, fay hatlarıyla iç içe yaşayan bir şehir. Buna rağmen hem merkezi hem yerel yönetimler arasında hâlâ net bir sorumluluk alma iradesi yok. Herkes topu bir başkasına atıyor. Oysa bu kentin geleceği, birilerinin değil, hepimizin omuzlarında.
Yıkılan binaların ardından yapılan açıklamalar artık teselli değil, acı veriyor. "Kader" deniyor. Oysa kader diye sunulan tablo, bilimin hiçe sayıldığı, denetimlerin görmezden gelindiği, betonun insan hayatından daha değerli görüldüğü bir zincirin ürünü.
Depreme dayanıksız binalar hâlâ ayakta. Kentsel dönüşüm lafta var ama sahada yok. Beton lobilerinin çıkarına göre şekillenen ihaleler, vatandaşın güvenliğinden daha ön planda. Gerçek dönüşüm, insan hayatını önceleyen bir irade ister. Ne yazık ki o irade, hâlâ masanın baş köşesinde değil.
Yıllardır yapılan afet tatbikatları, şovdan öteye geçebildi mi? Bugün İzmir'de 6.5 büyüklüğünde bir deprem olsa, kaç bina yıkılır? Kaç insan enkaz altında kalır? Kaç çocuk sabaha annesiz, babasız uyanır? Bu soruların cevabını kimse bilmiyor ama herkes "hazırız" diyebiliyor.
Peki gerçekten hazır mıyız? Okullarımız, hastanelerimiz, kamu binalarımız... Kaçı depreme dayanıklı? Kaçının dayanıklılığı ölçüldü? Toplanma alanlarımız AVM oldu, parklarımız otopark... Ve sonra "Neden bu kadar can kaybı yaşandı?" diye soruyoruz.
Bu satırları yazarken elim titriyor. Çünkü hepimiz biliyoruz: Bir yaz sabahı, güneşli bir İzmir gününde, sadece 30 saniyede binlerce hayat yerle bir olabilir.
İzmir halkı konuşmuyor ama korkuyor. Çocuğunu okula yollarken huzursuz, hastaneye girerken tedirgin, gece yatağına yatarken endişeli. Çünkü deprem olduğunda enkaz altında kalma ihtimalini taşıyoruz içimizde. Ve bu korku boş değil.
Buradan İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne, ilçe belediyelerine, Valiliğe ve tüm ilgili kurumlara sesleniyorum: Lütfen artık gözlerinizi kapamayın. Bu şehrin kaderini, liyakatsizliğe ve ihmale teslim etmeyin. Bilimin ışığında, şeffaf ve kararlı bir adım atın. Göstermelik değil, gerçekçi bir dönüşüm başlatın.
Depremi durduramayız ama etkilerini azaltabiliriz. Bunun yolu; sorumluluk almaktan, hesap vermeye hazır olmaktan ve vatandaşın canını her şeyin önüne koymaktan geçiyor.
Unutmayalım: Unutursak, yıkılırız.