Fatih YILMAZ
Köşe Yazarı
Fatih YILMAZ
 

Ne dedik, ne yapıyoruz?

Bir daha hiç kullanmak zorunda kalmayacakmış gibi köprüleri yıka yıka gidiyoruz. Asla geri dönmeyecekmiş gibi kapıları çarparak terk ediyoruz. Sanki hiç karşılaşmayacakmış gibi selamı sabahı kesip atıyoruz. Hiç kahve içmemişiz gibi yılları çuvala doldurup atıyoruz. Sevgi, kardeşlik, gönül, muhabbet derken kalpleri kıra kıra gidiyoruz. Sanki bir elimiz çekiçten yaratılmış gibi her şeyi çivi olarak görüyoruz. Yılların emeğini, alın terini, gayretini, fedakârlığını bir an bile düşünmeden yerle bir ediyoruz. Yüzlerce güzellik varken bir tek soruna odaklanıyoruz. Sayısız ortak noktamız olduğu halde ufak tefek meselelere takılıp kalıyoruz ve nihayetinde denizleri, dalgaları, okyanusları aşıp geliyor ve bir avuç suda boğuluyoruz. Eyvah ki ne eyvah. Her canımız sıkıldığında “ah yalan dünya” derken kendimizi başka bir alemde zannettik. Başkalarına kızarken bize de başkalarının kızabileceğini, bizim de başkalarını kızdırma ihtimalimizin olduğunu unutuverdik. Biz hep başkaları derken, başkalarına bakarken, başkalarında türlü hatalar ararken kendimizi unuttuk, kaybettik, konunun, alemin dışına koyuverdik. O kadar daldık, o kadar kaybolduk ki, hatadan, kusurdan nefret etmemiz gerekirken hataya düşenden nefret ettik. Dağlara tepelere çıktık, ovadaki hayatı, alçaklardaki masumiyeti unuttuk. Yükseldik, yükseldikçe kibre kapıldık, günaha bulandık. Sonra öyle bir noktaya geldik ki, geldiğimiz yeri unuttuk. Yolun başını kaçırdık, yolumuzu şaşırdık. Yola çıktıklarımızı yolda birer birer ekerken yolda kalmışları görmezden geldik. Günaha bulaştık, günahkâr olduk sonra tövbeyi unuttuk. “Allah büyüktür, affedicidir, affetmeyi sever” diye anlatırken kimseyi affetmemeye başladık, affı unuttuk. Günaha, kötülüğe, çirkin olan işlere kızmamız gerekirken günahkâra takıldık. Ona merhamet göstereceğimiz yerde onunla uğraştık. Günahkâra acımamız gereken yerde yanıldık ve acınacak hale düştük. Her gördüğümüz yanlışı büyüttük, her hatayı alnının ortasından vurduk, her günahı ifşa ettik, her sorunun suyunu çıkardık. Aklımıza yatmayan her sözü eleştirdik. Hata, kusur, günah insan için yaratılmıştı, unuttuk. İnsan günah işleyen ve sonra tövbe edendi, tekrar tekrar günah işleyen ve yine tekrar tekrar tövbe edendi, unuttuk. Allah, kulunu bin defa tövbe edip günah işlese de affedendi, unuttuk. Vurduk, kırdık, hakaret ettik, kızdık, acımadık, affetmeyi unuttuk. “Allah’ım sen affedicisin, affetmeyi seversin, bizi de affet” dedik ama biz kimseyi affetmedik. Yanıldık.  “Biz tebliğden sorumluyuz, hidayet Allah’tan” dedik. “Zehir tenekeleri taşıyıcıları olmayacağız” dedik. “Allah’ın rahmeti sonsuzdur” dedik. “Gönüller yapmaya geldik” dedik. “Görevimiz hastalığı tedavi etmektir, hastayı yok etmek değil” dedik. “Kardeşlerimize anne şefkatiyle yaklaşacağız, sabırla anlatacağız” dedik. “Sabırlı olun, devamlı olun, sakın kızmayın bilmiyorlar” dedik. “Onlara en güzel usul ve yöntemlerle yaklaşacağız” dedik. “Onlara en güzel sözlerle, hikmetle anlatacağız” dedik. Ne dedik, ne ettik? Ne yapıyoruz, nereye gidiyoruz? Ne konuşuyor, ne yapıyoruz? Biraz da bu açıdan düşünmemiz gerekmiyor mu acaba?  Milli Gazete | Fatih Yılmaz
Ekleme Tarihi: 20 Eylül 2019 - Cuma

Ne dedik, ne yapıyoruz?


Bir daha hiç kullanmak zorunda kalmayacakmış gibi köprüleri yıka yıka gidiyoruz. Asla geri dönmeyecekmiş gibi kapıları çarparak terk ediyoruz. Sanki hiç karşılaşmayacakmış gibi selamı sabahı kesip atıyoruz. Hiç kahve içmemişiz gibi yılları çuvala doldurup atıyoruz. Sevgi, kardeşlik, gönül, muhabbet derken kalpleri kıra kıra gidiyoruz. Sanki bir elimiz çekiçten yaratılmış gibi her şeyi çivi olarak görüyoruz. Yılların emeğini, alın terini, gayretini, fedakârlığını bir an bile düşünmeden yerle bir ediyoruz. Yüzlerce güzellik varken bir tek soruna odaklanıyoruz. Sayısız ortak noktamız olduğu halde ufak tefek meselelere takılıp kalıyoruz ve nihayetinde denizleri, dalgaları, okyanusları aşıp geliyor ve bir avuç suda boğuluyoruz. Eyvah ki ne eyvah.

Her canımız sıkıldığında “ah yalan dünya” derken kendimizi başka bir alemde zannettik. Başkalarına kızarken bize de başkalarının kızabileceğini, bizim de başkalarını kızdırma ihtimalimizin olduğunu unutuverdik. Biz hep başkaları derken, başkalarına bakarken, başkalarında türlü hatalar ararken kendimizi unuttuk, kaybettik, konunun, alemin dışına koyuverdik. O kadar daldık, o kadar kaybolduk ki, hatadan, kusurdan nefret etmemiz gerekirken hataya düşenden nefret ettik.

Dağlara tepelere çıktık, ovadaki hayatı, alçaklardaki masumiyeti unuttuk. Yükseldik, yükseldikçe kibre kapıldık, günaha bulandık. Sonra öyle bir noktaya geldik ki, geldiğimiz yeri unuttuk. Yolun başını kaçırdık, yolumuzu şaşırdık. Yola çıktıklarımızı yolda birer birer ekerken yolda kalmışları görmezden geldik. Günaha bulaştık, günahkâr olduk sonra tövbeyi unuttuk. “Allah büyüktür, affedicidir, affetmeyi sever” diye anlatırken kimseyi affetmemeye başladık, affı unuttuk. Günaha, kötülüğe, çirkin olan işlere kızmamız gerekirken günahkâra takıldık. Ona merhamet göstereceğimiz yerde onunla uğraştık. Günahkâra acımamız gereken yerde yanıldık ve acınacak hale düştük.

Her gördüğümüz yanlışı büyüttük, her hatayı alnının ortasından vurduk, her günahı ifşa ettik, her sorunun suyunu çıkardık. Aklımıza yatmayan her sözü eleştirdik. Hata, kusur, günah insan için yaratılmıştı, unuttuk. İnsan günah işleyen ve sonra tövbe edendi, tekrar tekrar günah işleyen ve yine tekrar tekrar tövbe edendi, unuttuk. Allah, kulunu bin defa tövbe edip günah işlese de affedendi, unuttuk. Vurduk, kırdık, hakaret ettik, kızdık, acımadık, affetmeyi unuttuk. “Allah’ım sen affedicisin, affetmeyi seversin, bizi de affet” dedik ama biz kimseyi affetmedik. Yanıldık. 

“Biz tebliğden sorumluyuz, hidayet Allah’tan” dedik. “Zehir tenekeleri taşıyıcıları olmayacağız” dedik. “Allah’ın rahmeti sonsuzdur” dedik. “Gönüller yapmaya geldik” dedik. “Görevimiz hastalığı tedavi etmektir, hastayı yok etmek değil” dedik. “Kardeşlerimize anne şefkatiyle yaklaşacağız, sabırla anlatacağız” dedik. “Sabırlı olun, devamlı olun, sakın kızmayın bilmiyorlar” dedik. “Onlara en güzel usul ve yöntemlerle yaklaşacağız” dedik. “Onlara en güzel sözlerle, hikmetle anlatacağız” dedik. Ne dedik, ne ettik? Ne yapıyoruz, nereye gidiyoruz? Ne konuşuyor, ne yapıyoruz? Biraz da bu açıdan düşünmemiz gerekmiyor mu acaba? 

Milli Gazete | Fatih Yılmaz

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.