Fatih YILMAZ
Köşe Yazarı
Fatih YILMAZ
 

Merhum Nuri Pakdil

Acıyı güzele, kötüyü iyiye çevirmek için var gücü ile çalıştı. Bu dönüşümün sanat ile olacağına inanıyordu çünkü ölümsüz olanın sanat olduğuna inanmıştı. Öylesine bir şeydi onun gözünde dünya, düzme, sıradan, oyun ve eğlenceden ibaret bir tiyatro sahnesi gibi. Okullarda da bu tiyatronun oynatıldığına inanıyordu. Hiç yıkılmadı ve dimdik ayakta terk etti bu âlemi, ayakta uğurladı herkesi, bedeni belki yatıyordu ama ruhu olan gücü ile ayaktaydı, çünkü hayal gücünü harekete geçirmişti. Biz yok zannederken o varlık âlemindeydi, hakikatin içinde, bilinmezlerin dünyasında. O, eserleri ile yaşamaya devam ediyordu. Herkes konuşuyor ama çok az kişi hakikatten bahsediyordu. O da dili döndüğü kadar susmayı tercih etmişti. Susmayı, sükûtu her daim sevmişti ve hep tercih etmişti. Tırnaklarının altındaki kıymığa benzettiği suskunluğu olan acısıyla taşıdı yüreğinde. Suskunluğu sevmişti aynı zamanda kimsenin duymayacağı şekilde çığlık atmayı asla ihmal etmedi. “Sükût nedir?” diye soranlara, “Dünyanın en önemli cümlesidir” diye cevap verdi. Sonra yine sustu. Susarak, sessizce hiçliğe doğru yürüyordu. İnsandaki, toplumdaki çürümeden kaçıyordu hiçliğe. Hiçliğe kaçarken sessizce imanın gücünü haykırıyordu. Onun için iman bütün insanlığı Hakk’a doğru dönüştüren gücün adıydı. İnsanların birlikte yaşadığını ama birbirlerini görmediklerini söylüyordu. Anlamak fiilinden meşaleler yapılsın ister mi insan? O istemişti. Yeryüzünde insanlar birbirini görsün diye anlamak fiilinden meşaleler yapılsın istiyordu. Anlayış ortalığı aydınlatsın, insanlar karanlıktan kurtulsun diye fiilleri yakmak ister mi insan? O istemişti. İnsanlar üzdükçe, toplum çürüdükçe, anlayış düştükçe, kendine döndü. Kendi sesini dinledi, kendini hissetti. “İnsan kendi sesini önce işitir” derken “başkalarını dinlemeden önce kendine kulak ver” der gibiydi. O da biliyordu ki, sözümüz eksik, hayatlarımız yarım, kalpler kırık, direncimiz zayıf, sabrımız tükeniyor. “Bize güç ver, sabır ver, anlayış ver Allah’ım” diye haykırıyor, dua ediyordu. “Çok şey yitirdik, çok şey kaybettik ama biz kendimizi kaybede kaybede kazandık” diyordu. Sessizliğe olan aşkı eyleme olan özlemindendi. Hareket olmadan düşüncede birliğin kurulamayacağını söylüyordu. Eşyaya âşık insana bu sebepten çok kızardı, eşyaya âşıksa insan nasıl düşünsün, dünyaya bağlanmışsa insan nasıl üretsin, nasıl faydalı olsun. İşte ağlanacak hâl budur, işte bizi kahreden durum budur. İnsanı düşünen, insanı konuşan, insanı anlatandı. İnsanı kalbinden tutmaya çalışırdı çünkü kalbinden tutulamayanların elimizden nasıl kayıp gittiklerini biliyordu. Ona göre insan önce kendine gelmeli, kendini bilmeli, Rabbine yönelmeliydi. Damarlarına kadar yönünü Rabbine çevirmeliydi, insanın damarlarında sağlam cümleler dolaşmalıydı. O öyle derdi. Eğilip kalbini dinlemek isterken de aynı duyguları yaşıyordu. İnsana yaklaştıkça âlemden uzaklaşıyordu. Hep insanı konuşması belki de insana kırgınlığından, insanlara dargınlığındandı. Hep anlamaya çalıştı, anlayamadı ve sonra ağlamaya başladı. Artık anlıyordu, çünkü onun için ağlamak anlamak anlamına geliyordu. Ağladıkça anlıyor ve kelimelerin gücünden besleniyordu, okumak onun için aşk, yazmak ise aşkın doruk noktasına ulaşmasıydı. Biz merhum Nuri Pakdil’i anlatamayız belki biraz anlamaya çalışırız. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.
Ekleme Tarihi: 06 Aralık 2019 - Cuma

Merhum Nuri Pakdil

Acıyı güzele, kötüyü iyiye çevirmek için var gücü ile çalıştı. Bu dönüşümün sanat ile olacağına inanıyordu çünkü ölümsüz olanın sanat olduğuna inanmıştı. Öylesine bir şeydi onun gözünde dünya, düzme, sıradan, oyun ve eğlenceden ibaret bir tiyatro sahnesi gibi. Okullarda da bu tiyatronun oynatıldığına inanıyordu. Hiç yıkılmadı ve dimdik ayakta terk etti bu âlemi, ayakta uğurladı herkesi, bedeni belki yatıyordu ama ruhu olan gücü ile ayaktaydı, çünkü hayal gücünü harekete geçirmişti. Biz yok zannederken o varlık âlemindeydi, hakikatin içinde, bilinmezlerin dünyasında. O, eserleri ile yaşamaya devam ediyordu.

Herkes konuşuyor ama çok az kişi hakikatten bahsediyordu. O da dili döndüğü kadar susmayı tercih etmişti. Susmayı, sükûtu her daim sevmişti ve hep tercih etmişti. Tırnaklarının altındaki kıymığa benzettiği suskunluğu olan acısıyla taşıdı yüreğinde. Suskunluğu sevmişti aynı zamanda kimsenin duymayacağı şekilde çığlık atmayı asla ihmal etmedi. “Sükût nedir?” diye soranlara, “Dünyanın en önemli cümlesidir” diye cevap verdi. Sonra yine sustu. Susarak, sessizce hiçliğe doğru yürüyordu. İnsandaki, toplumdaki çürümeden kaçıyordu hiçliğe. Hiçliğe kaçarken sessizce imanın gücünü haykırıyordu. Onun için iman bütün insanlığı Hakk’a doğru dönüştüren gücün adıydı. İnsanların birlikte yaşadığını ama birbirlerini görmediklerini söylüyordu. Anlamak fiilinden meşaleler yapılsın ister mi insan? O istemişti. Yeryüzünde insanlar birbirini görsün diye anlamak fiilinden meşaleler yapılsın istiyordu. Anlayış ortalığı aydınlatsın, insanlar karanlıktan kurtulsun diye fiilleri yakmak ister mi insan? O istemişti.

İnsanlar üzdükçe, toplum çürüdükçe, anlayış düştükçe, kendine döndü. Kendi sesini dinledi, kendini hissetti. “İnsan kendi sesini önce işitir” derken “başkalarını dinlemeden önce kendine kulak ver” der gibiydi. O da biliyordu ki, sözümüz eksik, hayatlarımız yarım, kalpler kırık, direncimiz zayıf, sabrımız tükeniyor. “Bize güç ver, sabır ver, anlayış ver Allah’ım” diye haykırıyor, dua ediyordu. “Çok şey yitirdik, çok şey kaybettik ama biz kendimizi kaybede kaybede kazandık” diyordu.

Sessizliğe olan aşkı eyleme olan özlemindendi. Hareket olmadan düşüncede birliğin kurulamayacağını söylüyordu. Eşyaya âşık insana bu sebepten çok kızardı, eşyaya âşıksa insan nasıl düşünsün, dünyaya bağlanmışsa insan nasıl üretsin, nasıl faydalı olsun. İşte ağlanacak hâl budur, işte bizi kahreden durum budur. İnsanı düşünen, insanı konuşan, insanı anlatandı. İnsanı kalbinden tutmaya çalışırdı çünkü kalbinden tutulamayanların elimizden nasıl kayıp gittiklerini biliyordu.

Ona göre insan önce kendine gelmeli, kendini bilmeli, Rabbine yönelmeliydi. Damarlarına kadar yönünü Rabbine çevirmeliydi, insanın damarlarında sağlam cümleler dolaşmalıydı. O öyle derdi. Eğilip kalbini dinlemek isterken de aynı duyguları yaşıyordu. İnsana yaklaştıkça âlemden uzaklaşıyordu. Hep insanı konuşması belki de insana kırgınlığından, insanlara dargınlığındandı. Hep anlamaya çalıştı, anlayamadı ve sonra ağlamaya başladı. Artık anlıyordu, çünkü onun için ağlamak anlamak anlamına geliyordu.

Ağladıkça anlıyor ve kelimelerin gücünden besleniyordu, okumak onun için aşk, yazmak ise aşkın doruk noktasına ulaşmasıydı. Biz merhum Nuri Pakdil’i anlatamayız belki biraz anlamaya çalışırız. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.