Bazı haberler vardır… İnsanın içine dokunur, gün boyu zihninden çıkmaz, yüreğinde ince bir sızı gibi kalır.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye'nin herhangi bir otobüsünde yaşanan o görüntü de işte tam olarak öyleydi. Yanında küçük çocukları varken yumruklanan bir baba… Sessizce orada duruyordu. Gözleriyle çocuklarını korumaya çalışıyor, bir yandan da onlara bu acı sahneyi yaşatmamak için gözlerini kaçırıyordu.
Bir zamanlar…
Bir zamanlar, sokakta yanımızda bir kadın varsa insanlar sesini alçaltırdı. Yanında çocuk olan biriyle asla tartışılmaz, hele ki kavga edilmezdi. O çocukların gözü önünde bir babaya el kalkmaz, bir an bile düşünülmezdi. Çünkü bilirdik… Bir çocuğun gözünün önünde dağılan bir baba, yıllarca o çocuğun kalbinde eksik kalacak bir şey demekti. Ve biz buna "vicdan" derdik.
Peki biz ne zaman bu kadar hoyratlaştık? Ne zaman kalbimizi, gözümüzü, dilimizi bu kadar keskinleştirdik? Ne zaman duygularımızı cep telefonlarının ekranına, empatiyi ise gündelik telaşlarımıza kurban ettik?
O çocuklar o otobüsten o gün nasıl indi, hiç düşündünüz mü? O çocuğun babasına artık güvenli bir liman olarak bakabilmesi için kaç yıl geçmesi gerekecek? Ve biz, bu ülkenin yetişkinleri olarak o çocuklara nasıl bir dünya bırakıyoruz?
Bir baba… Yumruklanıyor. Bir çocuk… Ağlıyor. Bir toplum… Susuyor. En acısı da bu değil mi?
Şimdi vicdanı olan herkesin o otobüs görüntüsünü sadece bir "haber" değil, bir "uyanış çağrısı" olarak görmesi gerek. Herkesin kendine şunu sorması gerek: "Yanında çocuk varken bir babaya el kaldırılacak hale nasıl geldik?"
Cevap aramak kolay değil belki ama artık soruyu sormaktan da kaçamayız. Çünkü belki de bugün değil ama… Yarın o çocuklardan biri bizim karşımıza çıkacak. Ve bize şunu soracak: "Siz neden sustunuz?"