Avrupa Birliği (AB), Rusya-Ukrayna savaşı sonrası ortaya çıkan güvenlik açıklarına karşı yeni bir stratejik adım attı ve Avrupa Güvenlik Eylemi (Security Action for Europe – SAFE) adı verilen 150 milyar euroluk bir savunma finansman mekanizmasını hayata geçirdi. SAFE, Avrupa ülkelerinin savunma sanayiini güçlendirmek, ortak üretimi teşvik etmek ve tedarik zincirlerini dayanıklı hâle getirmek amacıyla geliştirilen çok yıllı bir yatırım planıdır. Bu hamleyle AB, kıtanın savunma alanındaki yapısal zayıflıklarını gidermeyi ve ABD’ye olan güvenlik bağımlılığını azaltmayı amaçlıyor. Ancak bu yeni dönemde kritik bir soru öne çıkıyor: AB adayı ve NATO müttefiki olan Türkiye bu sürece nasıl entegre edilecek?
Türkiye, SAFE planına yalnızca dışarıdan izleyen bir ülke olmayı kabul etmiyor. Dışişleri Bakanlığı kaynaklarının Euronews Türkçe ’ye yaptığı açıklamalara göre, Ankara SAFE sürecini başından beri yakından takip ediyor ve bu mekanizmaya tatminkâr biçimde dahil olmak için AB nezdinde diplomatik girişimlerde bulunuyor. Türkiye'nin beklentisi açık: SAFE kapsamındaki ortak tedarik projelerine katılım koşullarının daha elverişli hale getirilmesi.
AB, SAFE planıyla 2030 yılına kadar Avrupa savunma kapasitesini güçlendirmeyi, üretim hatlarını canlandırmayı ve tedarik zincirlerini güvence altına almayı hedefliyor. Bu kapsamda üye ülkelere, belirli koşulları sağlamaları durumunda, toplam 150 milyar euroya kadar uzun vadeli ve düşük maliyetli krediler sunulacak. Ancak bu kredilerden faydalanmak için, en az iki ülkenin ortaklaşa yürüttüğü projelerin hayata geçirilmesi ve üretimin büyük bölümünün AB, Ukrayna ya da Avrupa Ekonomik Alanı ülkelerinde yapılması şart koşuluyor.
İşte tam bu noktada Türkiye’nin pozisyonu ve talepleri kritikleşiyor. Türkiye, SAFE sürecine dahil olmak istiyor, ancak mevcut şartlar bu katılımı zorlaştırıyor. Çünkü AB’nin üçüncü ülkelerle savunma alanında iş birliği için belirlediği koşullar oldukça sınırlayıcı. Özellikle üretimin %65’inin AB ya da belirli ortak ülkelerde yapılmasını şart koşan kriterler, Türkiye gibi aday ülkelerin önünü kesebiliyor. Türkiye’nin henüz AB ile bir Güvenlik ve Savunma Ortaklığı (SDP) anlaşması bulunmaması da sürece katılımı teknik olarak engelleyen bir başka unsur.
Diplomatik kaynaklara göre Türkiye, AB üyelerine ilettiği mesajda, NATO üyesi olup AB üyesi olmayan müttefiklerin dışarıda bırakılmasının, SAFE’in başarısı açısından olumsuz sonuçlar doğurabileceğini vurguluyor. NATO’nun birlikte çalışabilirlik ilkesi çerçevesinde, silahlı kuvvetlerin ortak hareket edebilme yeteneği, SAFE gibi bir savunma mekanizmasının etkinliğinde belirleyici olacak. Bu bağlamda Türkiye’nin, yalnızca askeri kabiliyetiyle değil, aynı zamanda Avrupa güvenlik mimarisine sağlayabileceği ekonomik, teknik ve yapısal katkılarla da bu sürecin içinde yer alması gerektiği ifade ediliyor.
TÜRKİYE'NİN SAVUNMA SANAYİİNDEKİ KONUMU VE SAFE PLANINA KATKISI
Türkiye’nin SAFE mekanizmasına dahil edilme arzusu yalnızca siyasi bir talep değil; aynı zamanda Avrupa için stratejik bir fırsat olarak görülmeli. Türkiye, son yıllarda savunma sanayiinde kaydettiği yerli ve milli üretim kapasitesiyle dikkat çeken bir ülke hâline geldi. İHA ve SİHA sistemlerinden zırhlı araçlara, elektronik harp sistemlerinden füze teknolojilerine kadar birçok alanda sahada kendini kanıtlamış çözümler geliştirdi.
Bu yüksek teknolojik birikim, SAFE planı kapsamında oluşturulacak tedarik projelerine doğrudan katkı sunabilir. Türk savunma sanayii ürünleri yalnızca uygun maliyetli değil, aynı zamanda teslim süresi bakımından da hızlı çözümler sunabiliyor. Dışişleri kaynakları da bu noktaya dikkat çekiyor: “Türkiye’nin katılımı; Avrupa çapında rekabetçiliğin sağlanması, tedarikçiler için fiyat avantajının korunması, verimli üretim süreçleri ve son kullanıcılara teslim sürelerinin azaltılması açısından önem taşımaktadır.”
Bu argüman, SAFE’in yalnızca bir finansman planı değil, aynı zamanda stratejik üretim iş birliği projesi olduğu gerçeğiyle birleştiğinde daha da önem kazanıyor. AB, ABD’nin Avrupa güvenliğindeki rolünün geleceğine dair belirsizliklerin arttığı bir dönemde, kendi kendine yetebilen bir savunma düzeni kurmak istiyor. Bu nedenle Türkiye gibi hem sahada deneyim sahibi hem de yüksek üretim kapasitesine sahip ülkelerle iş birliği, SAFE’in başarısı için elzem görülmeli.
AB İÇİN SAMİMİYET TESTİ: TÜRKİYE'Yİ DIŞARIDA BIRAKMAK BİR RİSKTİR
Dışişleri Bakanlığı’nın kullandığı dikkat çekici ifadelerden biri de Türkiye’nin SAFE sürecine dahil edilip edilmeyeceğinin, AB açısından bir samimiyet testi niteliği taşıdığıdır. Bu vurgu rastgele yapılmış bir diplomatik ifade değildir. AB, uzun yıllardır Türkiye’yi tam üyelik müzakereleri çerçevesinde bir “aday ülke” olarak tanımlıyor. Ancak özellikle son on yılda yaşanan siyasi gelişmeler, karşılıklı güvenin sarsılmasına neden oldu. SAFE gibi yüksek stratejik öneme sahip bir projede Türkiye’yi dışarıda bırakmak, bu güven bunalımını daha da derinleştirebilir.
Unutmamak gerekir ki AB, SAFE gibi projeleri geliştirirken yalnızca kendi iç dinamiklerine değil, küresel güç dengelerine de dikkat etmek zorunda. Rusya’nın Ukrayna’daki saldırgan politikaları, Çin’in teknoloji alanındaki yükselişi ve ABD’nin Avrupa’ya yönelik askeri angajmanını sorgulayan tutumu, AB’yi stratejik özerklik arayışına zorladı. Türkiye, bu yeni güvenlik mimarisinin dışında bırakılırsa, AB'nin gerçek anlamda kapsayıcı bir güvenlik düzeni kurması mümkün olmayabilir.
Son olarak Türkiye, bu süreçte yalnızca talep eden konumda da değil. AB ile iş birliğine açık olduğunu ve yapıcı bir tutum izlediğini açıkça ortaya koyuyor. Ankara, Avrupalı müttefikleriyle teknik ve ahdi zeminde çalışmaya hazır olduğunu belirtiyor. Bu da Türkiye’nin, sadece siyasi değil aynı zamanda uzun vadeli yapısal çözümler üretmeye yönelik bir aktör olduğunu gösteriyor.
SONUÇ: TÜRKİYE’SİZ BİR SAFE, AVRUPA SAVUNMASI İÇİN EKSİK KALIR
SAFE mekanizması, Avrupa’nın ortak savunmasını yeniden şekillendirmek için tarihi bir fırsat olabilir. Ancak bu fırsatın gerçek bir başarıya dönüşebilmesi için kapsayıcı ve stratejik iş birlikleri şart. Türkiye gerek askeri gücü gerekse üretim kapasitesiyle bu sürecin önemli bir parçası olabilir. Ankara’nın sürece dahil edilmesi, sadece siyasi bir jest değil; Avrupa'nın gerçek anlamda güvenli ve özerk bir savunma mimarisi kurma çabasının somut bir gerekliliğidir.
Türkiye'nin bu plana yönelik talepleri, Avrupa'nın ortak çıkarlarıyla çelişmiyor; aksine onları tamamlıyor. SAFE süreci ilerledikçe, AB’nin samimiyeti ve stratejik vizyonu da bu çerçevede yeniden değerlendirilecektir. Avrupa savunmasının geleceği, kapsayıcı ve gerçekçi adımlara bağlıdır — bu adımların içinde Türkiye’nin de yeri olmalıdır.
Kaynak: Euronews
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
zozcivan@hotmail.com
Anasayfa
Yazarlar
Zafer Özcivan
Yazı Detayı
Bu yazı 291 kez okundu.
TÜRKİYE'NİN SAFE PLANINA KATILIM TALEBİ
Avrupa Birliği (AB), Rusya-Ukrayna savaşı sonrası ortaya çıkan güvenlik açıklarına karşı yeni bir stratejik adım attı ve Avrupa Güvenlik Eylemi (Security Action for Europe – SAFE) adı verilen 150 milyar euroluk bir savunma finansman mekanizmasını hayata geçirdi. SAFE, Avrupa ülkelerinin savunma sanayiini güçlendirmek, ortak üretimi teşvik etmek ve tedarik zincirlerini dayanıklı hâle getirmek amacıyla geliştirilen çok yıllı bir yatırım planıdır. Bu hamleyle AB, kıtanın savunma alanındaki yapısal zayıflıklarını gidermeyi ve ABD’ye olan güvenlik bağımlılığını azaltmayı amaçlıyor. Ancak bu yeni dönemde kritik bir soru öne çıkıyor: AB adayı ve NATO müttefiki olan Türkiye bu sürece nasıl entegre edilecek?
Türkiye, SAFE planına yalnızca dışarıdan izleyen bir ülke olmayı kabul etmiyor. Dışişleri Bakanlığı kaynaklarının Euronews Türkçe ’ye yaptığı açıklamalara göre, Ankara SAFE sürecini başından beri yakından takip ediyor ve bu mekanizmaya tatminkâr biçimde dahil olmak için AB nezdinde diplomatik girişimlerde bulunuyor. Türkiye'nin beklentisi açık: SAFE kapsamındaki ortak tedarik projelerine katılım koşullarının daha elverişli hale getirilmesi.
AB, SAFE planıyla 2030 yılına kadar Avrupa savunma kapasitesini güçlendirmeyi, üretim hatlarını canlandırmayı ve tedarik zincirlerini güvence altına almayı hedefliyor. Bu kapsamda üye ülkelere, belirli koşulları sağlamaları durumunda, toplam 150 milyar euroya kadar uzun vadeli ve düşük maliyetli krediler sunulacak. Ancak bu kredilerden faydalanmak için, en az iki ülkenin ortaklaşa yürüttüğü projelerin hayata geçirilmesi ve üretimin büyük bölümünün AB, Ukrayna ya da Avrupa Ekonomik Alanı ülkelerinde yapılması şart koşuluyor.
İşte tam bu noktada Türkiye’nin pozisyonu ve talepleri kritikleşiyor. Türkiye, SAFE sürecine dahil olmak istiyor, ancak mevcut şartlar bu katılımı zorlaştırıyor. Çünkü AB’nin üçüncü ülkelerle savunma alanında iş birliği için belirlediği koşullar oldukça sınırlayıcı. Özellikle üretimin %65’inin AB ya da belirli ortak ülkelerde yapılmasını şart koşan kriterler, Türkiye gibi aday ülkelerin önünü kesebiliyor. Türkiye’nin henüz AB ile bir Güvenlik ve Savunma Ortaklığı (SDP) anlaşması bulunmaması da sürece katılımı teknik olarak engelleyen bir başka unsur.
Diplomatik kaynaklara göre Türkiye, AB üyelerine ilettiği mesajda, NATO üyesi olup AB üyesi olmayan müttefiklerin dışarıda bırakılmasının, SAFE’in başarısı açısından olumsuz sonuçlar doğurabileceğini vurguluyor. NATO’nun birlikte çalışabilirlik ilkesi çerçevesinde, silahlı kuvvetlerin ortak hareket edebilme yeteneği, SAFE gibi bir savunma mekanizmasının etkinliğinde belirleyici olacak. Bu bağlamda Türkiye’nin, yalnızca askeri kabiliyetiyle değil, aynı zamanda Avrupa güvenlik mimarisine sağlayabileceği ekonomik, teknik ve yapısal katkılarla da bu sürecin içinde yer alması gerektiği ifade ediliyor.
TÜRKİYE'NİN SAVUNMA SANAYİİNDEKİ KONUMU VE SAFE PLANINA KATKISI
Türkiye’nin SAFE mekanizmasına dahil edilme arzusu yalnızca siyasi bir talep değil; aynı zamanda Avrupa için stratejik bir fırsat olarak görülmeli. Türkiye, son yıllarda savunma sanayiinde kaydettiği yerli ve milli üretim kapasitesiyle dikkat çeken bir ülke hâline geldi. İHA ve SİHA sistemlerinden zırhlı araçlara, elektronik harp sistemlerinden füze teknolojilerine kadar birçok alanda sahada kendini kanıtlamış çözümler geliştirdi.
Bu yüksek teknolojik birikim, SAFE planı kapsamında oluşturulacak tedarik projelerine doğrudan katkı sunabilir. Türk savunma sanayii ürünleri yalnızca uygun maliyetli değil, aynı zamanda teslim süresi bakımından da hızlı çözümler sunabiliyor. Dışişleri kaynakları da bu noktaya dikkat çekiyor: “Türkiye’nin katılımı; Avrupa çapında rekabetçiliğin sağlanması, tedarikçiler için fiyat avantajının korunması, verimli üretim süreçleri ve son kullanıcılara teslim sürelerinin azaltılması açısından önem taşımaktadır.”
Bu argüman, SAFE’in yalnızca bir finansman planı değil, aynı zamanda stratejik üretim iş birliği projesi olduğu gerçeğiyle birleştiğinde daha da önem kazanıyor. AB, ABD’nin Avrupa güvenliğindeki rolünün geleceğine dair belirsizliklerin arttığı bir dönemde, kendi kendine yetebilen bir savunma düzeni kurmak istiyor. Bu nedenle Türkiye gibi hem sahada deneyim sahibi hem de yüksek üretim kapasitesine sahip ülkelerle iş birliği, SAFE’in başarısı için elzem görülmeli.
AB İÇİN SAMİMİYET TESTİ: TÜRKİYE'Yİ DIŞARIDA BIRAKMAK BİR RİSKTİR
Dışişleri Bakanlığı’nın kullandığı dikkat çekici ifadelerden biri de Türkiye’nin SAFE sürecine dahil edilip edilmeyeceğinin, AB açısından bir samimiyet testi niteliği taşıdığıdır. Bu vurgu rastgele yapılmış bir diplomatik ifade değildir. AB, uzun yıllardır Türkiye’yi tam üyelik müzakereleri çerçevesinde bir “aday ülke” olarak tanımlıyor. Ancak özellikle son on yılda yaşanan siyasi gelişmeler, karşılıklı güvenin sarsılmasına neden oldu. SAFE gibi yüksek stratejik öneme sahip bir projede Türkiye’yi dışarıda bırakmak, bu güven bunalımını daha da derinleştirebilir.
Unutmamak gerekir ki AB, SAFE gibi projeleri geliştirirken yalnızca kendi iç dinamiklerine değil, küresel güç dengelerine de dikkat etmek zorunda. Rusya’nın Ukrayna’daki saldırgan politikaları, Çin’in teknoloji alanındaki yükselişi ve ABD’nin Avrupa’ya yönelik askeri angajmanını sorgulayan tutumu, AB’yi stratejik özerklik arayışına zorladı. Türkiye, bu yeni güvenlik mimarisinin dışında bırakılırsa, AB'nin gerçek anlamda kapsayıcı bir güvenlik düzeni kurması mümkün olmayabilir.
Son olarak Türkiye, bu süreçte yalnızca talep eden konumda da değil. AB ile iş birliğine açık olduğunu ve yapıcı bir tutum izlediğini açıkça ortaya koyuyor. Ankara, Avrupalı müttefikleriyle teknik ve ahdi zeminde çalışmaya hazır olduğunu belirtiyor. Bu da Türkiye’nin, sadece siyasi değil aynı zamanda uzun vadeli yapısal çözümler üretmeye yönelik bir aktör olduğunu gösteriyor.
SONUÇ: TÜRKİYE’SİZ BİR SAFE, AVRUPA SAVUNMASI İÇİN EKSİK KALIR
SAFE mekanizması, Avrupa’nın ortak savunmasını yeniden şekillendirmek için tarihi bir fırsat olabilir. Ancak bu fırsatın gerçek bir başarıya dönüşebilmesi için kapsayıcı ve stratejik iş birlikleri şart. Türkiye gerek askeri gücü gerekse üretim kapasitesiyle bu sürecin önemli bir parçası olabilir. Ankara’nın sürece dahil edilmesi, sadece siyasi bir jest değil; Avrupa'nın gerçek anlamda güvenli ve özerk bir savunma mimarisi kurma çabasının somut bir gerekliliğidir.
Türkiye'nin bu plana yönelik talepleri, Avrupa'nın ortak çıkarlarıyla çelişmiyor; aksine onları tamamlıyor. SAFE süreci ilerledikçe, AB’nin samimiyeti ve stratejik vizyonu da bu çerçevede yeniden değerlendirilecektir. Avrupa savunmasının geleceği, kapsayıcı ve gerçekçi adımlara bağlıdır — bu adımların içinde Türkiye’nin de yeri olmalıdır.
Kaynak: Euronews
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
zozcivan@hotmail.com
Ekleme
Tarihi: 19 June 2025 - Thursday
TÜRKİYE'NİN SAFE PLANINA KATILIM TALEBİ
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.