Nihat Güç
Köşe Yazarı
Nihat Güç
 

İman, Ayıklamaktır -3-

Aklımda deli sorular şekilleniyor imanı tarif eden ayet ve hadislere odaklandığım vakit. Bu soruları sormadan, dile getirmeden, ortalığa serpmeden edemiyorum. Belki de bu durum imanın bir yansımasıdır. Kimisini sesli dile getiriyorum, kimisini de demlenmesi için belli bir zamana kadar içimde bekletiyorum. Sahi iman ettiğini söyleyen Müslümanlar olarak davranışlarımız kime benziyor? Sözlerimiz kimi çağrıştırıyor? Ticaretimiz, para kazanma biçimimiz kimin kurallarına göre cereyan ediyor? Kimin peşinden seğirtiyor, kimi koşulsuz bir şekilde alkışlıyoruz? Kimleri, niçin, ne kadar seviyoruz? Allah’ı sevenlere mi, şeytanın peşinden seğirtenlere mi gönül bağlıyoruz? Ulaşmak istediğimiz bir makamın helal ve haram olma durumu bizim için ne kadar önemli? Eylemlerimizi kimlerden yana kurguluyoruz? Karşı çıktığımız, yanlışsın dediğimiz insanlar kimler? Dünya görüşümüz kimlerden yana ya da kimlerden esinlenmiş? Siyasi kimliğimizi inşa eden kanun ve kuralları, örf ve adetleri kimler, nasıl belirliyor? Okuduğumuz kitaplar hangi dine mensup insanların eserleri? Yazdıklarımızdan dolayı kimler seviniyor? Kimin ipiyle kuyuya iniyoruz? Rızkı kimden bekliyoruz? Sırtımızı kime dayadık? “Sözlerimizle, davranışlarımızla, giyim ve kuşamımızla, örf ve adetlerimizle, ticaret ve hukukumuzla, eğitim ve öğretimimizle kime veya kimlere benziyoruz?” sorusu imanımızı konumlandırmak, ana kaynağını, esin noktasını belirlemek ve yepyeni bir bakış açısına sahip olmak adına son derece önemlidir. Bence odaklanmamız gereken asıl mesele bu. Peki Hristiyanlar gibi giyinen, Müşrikler gibi putlara kılı kıpırdamadan ta’zim gösteren, Yahudiler gibi insanları sömüren, Laikler gibi dinin tüm emir ve yasaklarını sosyal hayatından tart eden, Demokratlar gibi ilahi hükümleri bilerek ve isteyerek raflara kaldıran, Mecusiler gibi ateşle oyun oynayan, Hindular gibi yoga yapan, Ateistler gibi bilimi ilahlaştıran ve kutsallaştıran bir insanın isminin Müslüman olmasının, sadece Allah’a inandığını ileri sürmesinin ne önemi olabilir ki? Ya da böyle bir iddianın ortalıkta dolaşıyor olmasının bir kadr-u kıymeti var mıdır? Unutmayınız Ebu Cehil Allah’a inanan biriydi. O halde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; her bir söz, her bir davranış, her bir düşünce, her bir yaklaşım, her bir tavır bir inancın tezahürüdür, bir imanın dışa yansımasıdır. İman doğru da olabilir yanlış da… “Dervişin fikri neyse zikri de odur.” sözü kafada yer edinmiş olan inancın dışarıya yansımasını dile getirmektedir. Doğru bir yaşantı sağlam bir imanın dışa yansıması olduğuna göre kötü bir yaşantı bozuk, yanlış ve nakıs bir imanın sonucu olduğunu dile getirmekte bir yanlışlık olmasa gerek. Çünkü iman, evvela düşünceyi düzenler. Doğru bir düşünce de hayatın her alanına nüfuz eder. Söz de düşüncenin dışa döküm biçimidir. Bu olaya tersinden de bakabilirsiniz. Kur’an’la şekillenen, sünnetle beslenen ve olması gerektiği gibi rayına oturmuş bir düşünce, günün birinde davranışları sevk ve idare edecektir. Evet! İman; A'dan Z'ye koskoca bir yaşamı, koskoca bir hayatı, koskoca bir fikir dünyasını şekillendirir. Bunda kuşku yoktur. Bu dünya serüveninde İslam’ın karışmadığı, İslam’ın düzenlemediği, İslam’ın dokunmadığı, rütuşlamadığı, nemelazım dediği bir alanı gösteremezsiniz bana. Yok böyle bir şey. O halde İslam’dan esinlenmeyen bir hayat, imanın zuhur ettiği bir alan da değildir. Bu gibi ortamlarda Allah’tan çok şeytan sevinir. İnsan neye inanıyorsa, onu yaşıyordur, ya da neyi yaşıyorsa ona inanıyordur. Bu duruma kısa bir zaman diliminden yada bir olaya bakarak değerlendirmek doğru bir sonuca götürmeyebilir. Tekrarı olmayan, günübirlik veya anlık işlenen davranışları kast etmiyorum. Bilakis alışkanlık haline getirilmiş, tekrar tekrar işlenen, ahlak haline dönüştürülmüş iş ve işlemleri kast ediyorum. O halde her davranış yürekte var olan bir imanın eseridir. Eninde sonunda yaşantıdan iman, imandan da yaşantı neşvünema bulacaktır. Allah'a iman eden kişi O'na ortak koşmamayı da ahdetmiştir. İman bunu gerektirir. Mü’min ne olursa olsun, hiçbir şekilde şirk koşmaz/koşamaz. Allah’a ait sıfatları başka bir varlığa vermez/veremez. Başka varlıkları Allah ile aynı seviyede tutmaz/tutamaz. Hiçbir şeye Allah’a verdiği değer kadar bir değer atfedemez. Hiçbir söz Allah’ın sözünden daha makbul olamaz. Hiçbir emir Allah’ın emrinden daha geçerli olamaz. Enes İbni Malik (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar: Allah ve Resûlünü, (bu ikisinden başka) herkesten fazla sevmek. Sevdiğini Allah için sevmek. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” Buhari, İman 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Müslim, İman 67.) “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Böyle iken inkar edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar.” (Enam/1) Bazı varlıkları değil Allah’tan üstün tutmak, denk tutmak dahi küfürdür. Kişi, Allah’a ait bir fiili, bir sıfatı, bir ismi başka varlıklara atfediyorsa orada şirk vardır, orada küfür vardır, orada nifak vardır, orada dinden çıkmak vardır. Unutmayın bir insanda şirk varsa iman yoktur, iman sağlam ise şirk ortadan kalkmıştır. Birinin varlığı diğerini tekzip eder, yok eder. İman karma ortamları sevmez. Çünkü iman ve şirk bir yürekte, bir sinede hem de bir arada, kucak kucağa barınamaz, bir ömür aynı ortamda yaşayamaz. İman ortadan çok çabuk kaybolduğu gibi şirk de çok çabuk yok olur. Biri kapıdan girdi mi diğeri öbür kapıdan sıvışıp gider.
Ekleme Tarihi: 16 Temmuz 2022 - Cumartesi

İman, Ayıklamaktır -3-

Aklımda deli sorular şekilleniyor imanı tarif eden ayet ve hadislere odaklandığım vakit. Bu soruları sormadan, dile getirmeden, ortalığa serpmeden edemiyorum. Belki de bu durum imanın bir yansımasıdır. Kimisini sesli dile getiriyorum, kimisini de demlenmesi için belli bir zamana kadar içimde bekletiyorum. Sahi iman ettiğini söyleyen Müslümanlar olarak davranışlarımız kime benziyor? Sözlerimiz kimi çağrıştırıyor? Ticaretimiz, para kazanma biçimimiz kimin kurallarına göre cereyan ediyor? Kimin peşinden seğirtiyor, kimi koşulsuz bir şekilde alkışlıyoruz? Kimleri, niçin, ne kadar seviyoruz? Allah’ı sevenlere mi, şeytanın peşinden seğirtenlere mi gönül bağlıyoruz? Ulaşmak istediğimiz bir makamın helal ve haram olma durumu bizim için ne kadar önemli? Eylemlerimizi kimlerden yana kurguluyoruz? Karşı çıktığımız, yanlışsın dediğimiz insanlar kimler? Dünya görüşümüz kimlerden yana ya da kimlerden esinlenmiş? Siyasi kimliğimizi inşa eden kanun ve kuralları, örf ve adetleri kimler, nasıl belirliyor? Okuduğumuz kitaplar hangi dine mensup insanların eserleri? Yazdıklarımızdan dolayı kimler seviniyor? Kimin ipiyle kuyuya iniyoruz? Rızkı kimden bekliyoruz? Sırtımızı kime dayadık? “Sözlerimizle, davranışlarımızla, giyim ve kuşamımızla, örf ve adetlerimizle, ticaret ve hukukumuzla, eğitim ve öğretimimizle kime veya kimlere benziyoruz?” sorusu imanımızı konumlandırmak, ana kaynağını, esin noktasını belirlemek ve yepyeni bir bakış açısına sahip olmak adına son derece önemlidir. Bence odaklanmamız gereken asıl mesele bu. Peki Hristiyanlar gibi giyinen, Müşrikler gibi putlara kılı kıpırdamadan ta’zim gösteren, Yahudiler gibi insanları sömüren, Laikler gibi dinin tüm emir ve yasaklarını sosyal hayatından tart eden, Demokratlar gibi ilahi hükümleri bilerek ve isteyerek raflara kaldıran, Mecusiler gibi ateşle oyun oynayan, Hindular gibi yoga yapan, Ateistler gibi bilimi ilahlaştıran ve kutsallaştıran bir insanın isminin Müslüman olmasının, sadece Allah’a inandığını ileri sürmesinin ne önemi olabilir ki? Ya da böyle bir iddianın ortalıkta dolaşıyor olmasının bir kadr-u kıymeti var mıdır? Unutmayınız Ebu Cehil Allah’a inanan biriydi. O halde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; her bir söz, her bir davranış, her bir düşünce, her bir yaklaşım, her bir tavır bir inancın tezahürüdür, bir imanın dışa yansımasıdır. İman doğru da olabilir yanlış da… “Dervişin fikri neyse zikri de odur.” sözü kafada yer edinmiş olan inancın dışarıya yansımasını dile getirmektedir. Doğru bir yaşantı sağlam bir imanın dışa yansıması olduğuna göre kötü bir yaşantı bozuk, yanlış ve nakıs bir imanın sonucu olduğunu dile getirmekte bir yanlışlık olmasa gerek. Çünkü iman, evvela düşünceyi düzenler. Doğru bir düşünce de hayatın her alanına nüfuz eder. Söz de düşüncenin dışa döküm biçimidir. Bu olaya tersinden de bakabilirsiniz. Kur’an’la şekillenen, sünnetle beslenen ve olması gerektiği gibi rayına oturmuş bir düşünce, günün birinde davranışları sevk ve idare edecektir. Evet! İman; A'dan Z'ye koskoca bir yaşamı, koskoca bir hayatı, koskoca bir fikir dünyasını şekillendirir. Bunda kuşku yoktur. Bu dünya serüveninde İslam’ın karışmadığı, İslam’ın düzenlemediği, İslam’ın dokunmadığı, rütuşlamadığı, nemelazım dediği bir alanı gösteremezsiniz bana. Yok böyle bir şey. O halde İslam’dan esinlenmeyen bir hayat, imanın zuhur ettiği bir alan da değildir. Bu gibi ortamlarda Allah’tan çok şeytan sevinir. İnsan neye inanıyorsa, onu yaşıyordur, ya da neyi yaşıyorsa ona inanıyordur. Bu duruma kısa bir zaman diliminden yada bir olaya bakarak değerlendirmek doğru bir sonuca götürmeyebilir. Tekrarı olmayan, günübirlik veya anlık işlenen davranışları kast etmiyorum. Bilakis alışkanlık haline getirilmiş, tekrar tekrar işlenen, ahlak haline dönüştürülmüş iş ve işlemleri kast ediyorum. O halde her davranış yürekte var olan bir imanın eseridir. Eninde sonunda yaşantıdan iman, imandan da yaşantı neşvünema bulacaktır. Allah'a iman eden kişi O'na ortak koşmamayı da ahdetmiştir. İman bunu gerektirir. Mü’min ne olursa olsun, hiçbir şekilde şirk koşmaz/koşamaz. Allah’a ait sıfatları başka bir varlığa vermez/veremez. Başka varlıkları Allah ile aynı seviyede tutmaz/tutamaz. Hiçbir şeye Allah’a verdiği değer kadar bir değer atfedemez. Hiçbir söz Allah’ın sözünden daha makbul olamaz. Hiçbir emir Allah’ın emrinden daha geçerli olamaz. Enes İbni Malik (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar: Allah ve Resûlünü, (bu ikisinden başka) herkesten fazla sevmek. Sevdiğini Allah için sevmek. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” Buhari, İman 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Müslim, İman 67.) “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Böyle iken inkar edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar.” (Enam/1) Bazı varlıkları değil Allah’tan üstün tutmak, denk tutmak dahi küfürdür. Kişi, Allah’a ait bir fiili, bir sıfatı, bir ismi başka varlıklara atfediyorsa orada şirk vardır, orada küfür vardır, orada nifak vardır, orada dinden çıkmak vardır. Unutmayın bir insanda şirk varsa iman yoktur, iman sağlam ise şirk ortadan kalkmıştır. Birinin varlığı diğerini tekzip eder, yok eder. İman karma ortamları sevmez. Çünkü iman ve şirk bir yürekte, bir sinede hem de bir arada, kucak kucağa barınamaz, bir ömür aynı ortamda yaşayamaz. İman ortadan çok çabuk kaybolduğu gibi şirk de çok çabuk yok olur. Biri kapıdan girdi mi diğeri öbür kapıdan sıvışıp gider.
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.