Nihat Güç
Köşe Yazarı
Nihat Güç
 

Biraz Sakin Olun Beyler, Biraz sakin!

“Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete.” gibi bir şey… Tıpkı: “Kıyamet yaklaştıkça yaklaşmıştır.” (Necm/57) denildiği gibi… Kıyamet yaklaştıkça insanın el ve ayakları birbirine dolanır, dili sürçer, ne dediğini bilemez duruma gelir ya, işte öyle bir şey… Kıyametin yaklaşmış olmasından mütevellit her şey bir birine karışmış vaziyette. Evet, bir sorun var ortada, hem de çok ciddi bir sorun. İnsanlarımızı felakete hatta büyük bir iç savaşa sürükleyebilecek bir sorun. Bu konuda kelimelerin kifayetsiz kaldığını, tarif etmekte, çerçevesini çizmekte, “İşte şöyle bir şey” demekte epey zorlandığımı itiraf etmek istiyorum. Bir adam (hak etmediği halde) birileri tarafından kanatlandırarak göğe çıkartılıyor, aynı adam (yine hak etmediği halde) diğer bir kesim tarafından da “Ebu Cehil'den daha kötü, şirkin zirvesi” denilerek yerin dibine batırılıyor. İki yaklaşımın da doğru ve yerinde olmadığını düşünüyorum. Bizler, kimin ne zaman iman ettiğini, ne zaman tövbe ve istiğfar etiğini bilemeyiz. Şirki ve küfrü bilmek, tanımak ve anlatmak başkadır. “Ben Müslümanım” diyen bir insana: “Yok sen Müşrik'in tekisin” demek çok daha başkadır. “Bir adam din kardeşine, ey kafir derse, bu söz ikisinden birine döner. Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise söz doğrudur; yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu söz söyleyene geri döner.” (Buhari, Müslim, İman 111. Tirmizî, İman 16) Hadisini iyi bellemek, hafızamıza kazımak, kendimiz için bir kılavuz olarak kabul etmek gerek. “Ben Müslümanım” diyen bir kişiyi Müslüman olarak kabul etmemiz; “Ben kafirim veya Müslüman değilim” diyen kişiyi de kafir olarak kabul etmemiz ve bu minvalde bir uygulamaya sahip olmamız her zaman ve herkes için elzemdir. Bunun dışında başka bir şansımız, başka bir çıkış kapımız yoktur. Sanırım ifrat ve tefriti yeterince bilmiyoruz, tarif edemiyoruz. İfratın da tefritin de çerçevesini ya çok geniş tutuyoruz ya da çok daraltıyoruz. Belki de bu konuyu kendimize göre yorumluyoruz, şekillendiriyoruz. Biz Müslümanlar, yolumuzu Kur’an ve Sünnetle bulan ve bu istikamette yürüyen insanlarız. Bu vesileyle ne ifrata kaçar ne de tefrite düşeriz. Dedim ya bizler Allah’ın tarif ettiği gibi vasat bir ümmetiz. Hiçbir kafire seni çok seviyorum, iyisin, güzelsin, yakışıklısın, iyilik seversin, o yüzden “Mü'minsin” demeyiz/diyemeyiz. “Müslümanım” diyen hiç kimseye de “Yok, ben seni beğenmedim, benim gibi düşünmüyorsun, sen kafirin tekisin!” de diyemeyiz. Böyle bir yetki, böyle bir salahiyet yok elimizde. Birbirimizi tekfir edecek duruma gelmeliyiz. Böyle bir değerlendirmeye, böyle bir yorumlamaya, böyle bir yaklaşım tarzına sahip de olmamalıyız. Böylesi bir hesap kitap kimsenin işine yaramaz. Böyle bir derekenin içine saplanamaz Mü’minler. Bir feraseti, bir bakış açısı olmalı dine iman eden insanların. Bir öngörü, bir bakış açısı olmalı kitabı okuyan, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e iman eden Müslümanlarda. Başına buyruk, kestiğim kestik, öttüğüm düdük olmamalı diye düşünüyorum. Sanırım bu ayeti doğru anlayamıyoruz. “Allah’a ve Resulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46) İşte tam da burada Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bir yaşam boyu münafıklara karşı takındığı tavrı yeniden gözden geçirmemizde fayda mülahaza ediyorum. Tebük savaşına gitmeyerek geriye kalan Münafıklar, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in dizinin dibine oturup yalan söylemelerine, hatta Allah adına yemin etmelerine rağmen hiçbir ceza-i müeyyide ile karşılaşmadılar. Ancak Kaab b. Malik ve diğer iki Müslüman hariç. Bu üç Müslüman doğru söyledikleri halde elli iki gün boyunca kendileriyle konuşmama cezası uygulandı. Niçin? Sanırım içine düştüğümüz bu durumun en önemli sebebinin, Kur’an ve Sünnetin yanlış dediği iş ve işlemleri toplumda aramanın yerine; kendisine güvendiğimiz, bel bağladığımız, peşinden yürüdüğümüz kimi insanın yanlış dediklerini Kur’an ve Sünnette aramaya kalkışmamızın bir sonucudur diye düşünüyorum. Ufak tefek farklılıklar, ayrışmalar insan olmamız açısından normal ve olması gerekenlerdir. Ancak aramızdaki bu denli bir uçurumun, bu denli bir farklılaşmanın oluşmuş olmasını aklım havsalam almıyor. Bunun Müslümanlar için büyük bir felaket olarak algıladığımı buradan özellikle vurgulamak istiyorum. Evet! Biz kimseyi cennete gönderen birer memur değiliz ancak hiç kimseyi cehenneme sevk ve idare eden birer zebani de değiliz. Ya Rabbim! Biz müslümanları: Bu keşmekeşlikten, bu parçalanmışlıktan, bu başıboşluktan, bu nemelazımcılıktan, bu vurdumduymazlıktan, bu Müslümanları tekfir etme hastalığından, bu kafirleri Mü’min sayma bedbahtlığından, bu ferasetsizlikten hıfz-u muhafaza buyursun! (Amin!)
Ekleme Tarihi: 24 Haziran 2022 - Cuma

Biraz Sakin Olun Beyler, Biraz sakin!

“Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete.” gibi bir şey… Tıpkı: “Kıyamet yaklaştıkça yaklaşmıştır.” (Necm/57) denildiği gibi… Kıyamet yaklaştıkça insanın el ve ayakları birbirine dolanır, dili sürçer, ne dediğini bilemez duruma gelir ya, işte öyle bir şey… Kıyametin yaklaşmış olmasından mütevellit her şey bir birine karışmış vaziyette. Evet, bir sorun var ortada, hem de çok ciddi bir sorun. İnsanlarımızı felakete hatta büyük bir iç savaşa sürükleyebilecek bir sorun. Bu konuda kelimelerin kifayetsiz kaldığını, tarif etmekte, çerçevesini çizmekte, “İşte şöyle bir şey” demekte epey zorlandığımı itiraf etmek istiyorum. Bir adam (hak etmediği halde) birileri tarafından kanatlandırarak göğe çıkartılıyor, aynı adam (yine hak etmediği halde) diğer bir kesim tarafından da “Ebu Cehil'den daha kötü, şirkin zirvesi” denilerek yerin dibine batırılıyor. İki yaklaşımın da doğru ve yerinde olmadığını düşünüyorum. Bizler, kimin ne zaman iman ettiğini, ne zaman tövbe ve istiğfar etiğini bilemeyiz. Şirki ve küfrü bilmek, tanımak ve anlatmak başkadır. “Ben Müslümanım” diyen bir insana: “Yok sen Müşrik'in tekisin” demek çok daha başkadır. “Bir adam din kardeşine, ey kafir derse, bu söz ikisinden birine döner. Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise söz doğrudur; yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu söz söyleyene geri döner.” (Buhari, Müslim, İman 111. Tirmizî, İman 16) Hadisini iyi bellemek, hafızamıza kazımak, kendimiz için bir kılavuz olarak kabul etmek gerek. “Ben Müslümanım” diyen bir kişiyi Müslüman olarak kabul etmemiz; “Ben kafirim veya Müslüman değilim” diyen kişiyi de kafir olarak kabul etmemiz ve bu minvalde bir uygulamaya sahip olmamız her zaman ve herkes için elzemdir. Bunun dışında başka bir şansımız, başka bir çıkış kapımız yoktur. Sanırım ifrat ve tefriti yeterince bilmiyoruz, tarif edemiyoruz. İfratın da tefritin de çerçevesini ya çok geniş tutuyoruz ya da çok daraltıyoruz. Belki de bu konuyu kendimize göre yorumluyoruz, şekillendiriyoruz. Biz Müslümanlar, yolumuzu Kur’an ve Sünnetle bulan ve bu istikamette yürüyen insanlarız. Bu vesileyle ne ifrata kaçar ne de tefrite düşeriz. Dedim ya bizler Allah’ın tarif ettiği gibi vasat bir ümmetiz. Hiçbir kafire seni çok seviyorum, iyisin, güzelsin, yakışıklısın, iyilik seversin, o yüzden “Mü'minsin” demeyiz/diyemeyiz. “Müslümanım” diyen hiç kimseye de “Yok, ben seni beğenmedim, benim gibi düşünmüyorsun, sen kafirin tekisin!” de diyemeyiz. Böyle bir yetki, böyle bir salahiyet yok elimizde. Birbirimizi tekfir edecek duruma gelmeliyiz. Böyle bir değerlendirmeye, böyle bir yorumlamaya, böyle bir yaklaşım tarzına sahip de olmamalıyız. Böylesi bir hesap kitap kimsenin işine yaramaz. Böyle bir derekenin içine saplanamaz Mü’minler. Bir feraseti, bir bakış açısı olmalı dine iman eden insanların. Bir öngörü, bir bakış açısı olmalı kitabı okuyan, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e iman eden Müslümanlarda. Başına buyruk, kestiğim kestik, öttüğüm düdük olmamalı diye düşünüyorum. Sanırım bu ayeti doğru anlayamıyoruz. “Allah’a ve Resulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46) İşte tam da burada Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bir yaşam boyu münafıklara karşı takındığı tavrı yeniden gözden geçirmemizde fayda mülahaza ediyorum. Tebük savaşına gitmeyerek geriye kalan Münafıklar, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in dizinin dibine oturup yalan söylemelerine, hatta Allah adına yemin etmelerine rağmen hiçbir ceza-i müeyyide ile karşılaşmadılar. Ancak Kaab b. Malik ve diğer iki Müslüman hariç. Bu üç Müslüman doğru söyledikleri halde elli iki gün boyunca kendileriyle konuşmama cezası uygulandı. Niçin? Sanırım içine düştüğümüz bu durumun en önemli sebebinin, Kur’an ve Sünnetin yanlış dediği iş ve işlemleri toplumda aramanın yerine; kendisine güvendiğimiz, bel bağladığımız, peşinden yürüdüğümüz kimi insanın yanlış dediklerini Kur’an ve Sünnette aramaya kalkışmamızın bir sonucudur diye düşünüyorum. Ufak tefek farklılıklar, ayrışmalar insan olmamız açısından normal ve olması gerekenlerdir. Ancak aramızdaki bu denli bir uçurumun, bu denli bir farklılaşmanın oluşmuş olmasını aklım havsalam almıyor. Bunun Müslümanlar için büyük bir felaket olarak algıladığımı buradan özellikle vurgulamak istiyorum. Evet! Biz kimseyi cennete gönderen birer memur değiliz ancak hiç kimseyi cehenneme sevk ve idare eden birer zebani de değiliz. Ya Rabbim! Biz müslümanları: Bu keşmekeşlikten, bu parçalanmışlıktan, bu başıboşluktan, bu nemelazımcılıktan, bu vurdumduymazlıktan, bu Müslümanları tekfir etme hastalığından, bu kafirleri Mü’min sayma bedbahtlığından, bu ferasetsizlikten hıfz-u muhafaza buyursun! (Amin!)
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.