Yazımın yayınlandığı tarih; 1 Eylül 2025… (Yazı içeriği için tarihin önemli olabileceğini düşündüğüm için belirtme gereği duydum.)
Işıklı Gölü ya da diğer adıyla Çivril Gölü…
Denizli’nin Çivril ilçesine bağlı Beydilli Köyü’nün Işıklı Gölü, bir zamanlar nilüfer çiçekleriyle görsel şölen sunuyor, su kuşları ve ekosistemiyle uluslararası düzeydeki önemini koruyordu.
Nilüfer çiçekleriyle kaplı gölde tekne gezintisi yapmak için buraya akın akın gelen yerli ve yabancı turistler, kayıkların önünde uzun kuyruklar oluşturuyordu.
Kamp yapmak isteyenler çadırını atmak veya karavanını park etmek için küçük bir alan bulduğu zaman mutlu oluyordu.
GÖLÜN GÖZÜNÜN FERİ SÖNMÜŞ
Işıklı Gölü, bugün artık aynı manzarayı sunmuyor!
Adeta gölün ‘ışığı’ sönmüş durumda!
Gözünün feri sönmüş, dizleri tutmayan, ayakta duramayan yaşlı-yatalak bir hasta gibi ölümü bekliyor!
Bu eşsiz sulak alan hızla çekiliyor, kuruyor ve insanların gözleri önünde yok oluyor.
Şu an neredeyse suyunun yüzde 90’ını kaybetmiş olan göl, adeta can çekişiyor!
Kendileriyle konuştuğum yerel halk ise durumu ‘vahim’ olarak nitelemekle birlikte umutlarını koruyor. Gölün tamamen kurumayacağını, yağmurlarla birlikte bir miktar da olsa su tutacağını ifade ediyorlar.
Ama eski halini yeniden kazanacağı konusunda umutsuzlar!
Çözümde önemli bir payı olan; gölü besleyen akarsuların önüne yapılan gölet, baraj vs setlerin kaldırılması gerektiği görüşünde birleşiyorlar.
Gerçi bu gerçeklik daha önce gezip-dolaşıp, haber ve köşe yazısı hazırladığım diğer göller için de dile getiriliyordu: Gölleri besleyen akarsu kaynakları serbest bırakılmalı. İklim kriziyle birlikte görülen yağışsızlık ve aşırı sıcaklar baş sorun olabilir. Vahşi tarımsal sulama da öyle… Ancak gölet ve barajlar göllerin tabutuna vurulan son çivi olarak nitelendiriliyor!
YEREL HALKIN VERDİĞİ TAHRİBATLAR HİÇ DE AZ DEĞİL
İşin trajikomik yanı ise şu; gittiğim bu tür yerlerde suçu kendilerinden başka her şeye, herkese yükleyen yerel halk, kendilerinin ‘sütten çıkmış ak kaşık’ olduğunu sanıyorlar.
Oysa durum hiç de öyle değil: Mahvolan doğal alanlara yerel halkın verdiği tahribat, oldukça yüksek boyutlarda!
Yerel halk, doğaya karşı sorumsuzluğunu umursamıyor bile…
Sadece şikâyet ediyor.
Şimdiye kadar korumamışlar, şimdiden sonra ise ‘ilk adımı’ kendilerinin atmaları gerektiği bilincinden yoksunlar, hatta haberdar bile değiller!
KERBELA ÇÖLÜ GİBİ
Karavanla devam eden doğa turumuzun bu seferki durağı Işıklı Gölü…
Kamp yerine geldiğimizde ‘yanlış’ yere geldik diye düşündüm!
Manzara inanılmazdı!
Ortada göl-möl yoktu.
Kurak, büyük bir arazi önümüzde uzanıyor, onun daha ötelerinde bataklık benzeri yerler gözümüze çarpıyordu…
Büyük kentlerin çöp biriktirme alanını andırıyordu; rüzgârla kalkan toz bulutları, çevrede uçuşan çöp poşetleri…
‘Kıyı’ tabir edilen alanda ise adım başı ateş-ocak-mangal kalıntıları! Kirlilik ve pislik adam boyu!
Eskiden göl kıyısı olan yerlerde koyunlar, inekler otluyordu.
O bataklık benzeri yerlerde de onlarca kargadan oluşan karga sürüleri ve yine onlarca gruplar halinde inen-kalkan balıkçıllar ve diğer leşçil kuşlar görünüyordu.
Sonradan anladım ki ‘açık büfe’ye dönen bu sığ yerlerde; bu sürüler karınlarını doyuruyorlardı. Çamura saplanıp kalmış balık, larva, böcek vs canlıları yemek onlar için bir ziyafetten öte; yeme çılgınlığına dönüşmüştü.
Bataklık yerlerden bulutlar halinde üzerimize gelen sivrisinek sürüleri ise ayrı bir handikap oluşturuyordu.
Kıyıdaki birkaç derme-çatma barakadan oluşan kır kahvesi de çoktan kepenklerini indirmiş, işletmecisi tası-tarafı toplayıp burayı terk etmişti.
Eskiden ziyaretçilerin oturup, yiyip-içtiği masalar, viraneye dönmüş kır kahvesinin ölüme terk edilmiş-unutulmuş sessiz tanıklarıydı sanki…
Bu alandaki sebil gibi akan çeşme de kimse olmadığı için boruları mühürlenip, kapatılmıştı.
Görüntü ‘kerbela çölü’ gibiydi!
ORTALIK SAVAŞ ALANINI ANDIRIYOR
Ortalık ise büyük bir savaş alanını andırıyordu!
Göl sularının güzelliğiyle örttüğü bu yerler ‘çirkinlik’ abidesi misali gözler önüne serilmişti!
Sağa sola saçılmış, atıl vaziyetteki gezinti kayıkları yan yatmış halde kaderlerine terk edilmişlerdi.
Gezinti turlarından arta kalan zamanlarda balığa çıkan bu kayıklar, artık ava da gitmiyorlardı. Çünkü göldeki balık türleri de neredeyse tükenmiş, yok olmuştu. Tuttukları birkaç kilo balık, günü kurtarmaya yetmiyordu.
Bir zamanlar göl sularının içinde olduğu apaçık belli olan söğüt ağaçlarının kökleri dapdazlak ortada duruyordu! Söğütlük; gel-git alanlarındaki mangrov ormanlarını andırıyordu.
Hayvan otlatan bir çobana; doğru yerde olup olmadığımızı sordum ve teyit aldım.
Evet ve ne yazık ki doğru yerdeymişiz: ‘Göl’ kıyısında!
Aslında ‘çöl’ kıyısı olmuştu burası da…
Tıpkı bundan önce gezip-dolaştığımız; haberlerini hazırlayıp sizlere sunduğum yerler gibi…
Tıpkı şimdi olduğu gibi köşemde kaleme aldığım yerler gibi…
Göller bölgesi çöller bölgesi oluyordu… Hatta çoktan olmuştu bile…
Burada ise iş daha da trajikti!
İşler çığırından çıkmıştı, görüntü gerçekten içler acısıydı!
GÖLDE YAŞAM ZİNCİRİ ÇOKTAN KOPMUŞ
Burada ‘yaşam zinciri’ çoktan kopmuş durumda!
Aşağıdaki teknik bilgiler, bu acı gerçeği gözler önüne seriyor:
-Işıklı Gölü, 64 kilometrekarelik yüzeyiyle bölgeye can veren bir su kaynağıydı.
-Mayıs ayında göl yüzeyini eşsiz güzellikteki renklere boyayan nilüferler, artık yok!
-Büyük Menderes Irmağı’nın kaynağı da olan bu göl, sadece su değil; bir ekosistemi, onlarca kuş türünü, tarımı, balıkçılığı ve yöre halkının geleceğini besliyordu.
-Şimdi ise makrofitlerin istilası, kontrolsüz avcılık ve bilinçsiz kullanım işin sonunu getirmiş.
-Çekilen sular, gölün derinliğini yok etmiş ve en orta yerler bataklığa dönüşmüş.
-DSİ’nin yıllar önce yaptığı bentlerle su tutulmaya çalışılmış ama gölü besleyen akarsu kaynaklarının önü bentlerle çevrilip gölet-baraj vs yapılmış. Yağmur yok, küresel ısınmayla birlikte sıcaklıklar artmış.
-Su seviyesindeki her düşüş, göçmen kuşların daha az uğraması, balıkların azalması ve göl çevresindeki hayatın daralmasını tetiklemiş.
-Flamingolar, balıkçıllar, deniz kartalları… Yüzlerce tür burayı üreme ve kuluçka alanı olarak görürdü. Şimdi ise göç eden kuşların sayısı azalıyor. Çünkü kuşlar yüz yüze kaldıkları acı gerçeği biliyor: Su azalıyor, besin azalıyor, yaşam alanı daralıyor.
-Gölün Önemli Kuş Alanı (ÖKA) Statüsü, kâğıt üzerinde kalmaya başladı.
-Doğanın uyarılarını anlamak için elimizdeki istatistiklere değil, göç etmeyen kuşların sessizliğine bakmamız yeterli.
-Sorulması gereken soru tam da bu: Bir göl kurursa ne olur?
Tarım, sulama suyu bulamaz. Balıkçılık biter, köylü gelirini kaybeder. Kuşlar göç yolunu değiştirir. Nilüferler kaybolur, doğa turizmi düşer. Kısacası, bir göl kurursa sadece su değil, bütün bir yaşam zinciri kopar. Ve zincir koptuğunda kaybeden sadece Çivril olmaz, bütün Türkiye olur.
Düşündüren fotoğraf kareleri!
Uçsuz bucaksız kuru alanlar ve dar bir kanala sıkışıp kalmış kayıklar!
Bir zamanlar gezinti teknelerinin kalktığı durak benzeri yapı; çöl olan gölün kıyısında bir hilkat garibesi gibi dikiliyor!
Bir zamanların göl yatağı olan bu yerde otlayan koyunlar…
Meraya dönen göl yatağında yayılan büyükbaş hayvanlar…
Gezinti kayıklarından birisi diğerleri gibi bir kenara atılmış, çürümeye terk edilmiş!
Suyu çekilip giden gölün kıyısında terk edilen bir başka gezinti kayığı…
Mangrov ormanı benzeri bu söğütlük gölün hemen kıyısında bulunuyor. Burada suların yüksekliği bir zamanlar 1,5 metreyi geçiyormuş. Şimdi ise bu alan karavanımıza park yeri oldu!
Mangrov ormanı benzeri kıyıdan bir başka görüntü…