Bünyamin Ertekin
Köşe Yazarı
Bünyamin Ertekin
 

Ehl-i Sünnet Dışı Düşüncelerin Akıbeti

Ehl-i Sünnet Dışı Düşüncelerin Akıbeti On dört asırlık birikimimizi reddeden mealci türünden yeni yetmeler, sadece birikimimizi reddetmemekte, onunla birlikte hem İslam’ın bilgi evrenini hem de İslam’ın aklını reddetmektedir. İslam’ın birikimini reddettikleri için İslam’a has bir akıl çeşidinin olduğundan da habersizdirler ve açıkça söylemek gerekirse İslam’a göre tamamen akılsızdırlar. “Ehl-i Sünnet İslam’ın bilgi evrenidir” başlıklı önceki yazımızın ana temalarından birisi, Ehl-i Sünnetin İslam’ın bizzat kendisi, bu sebeple de merkezi olduğuydu. Ümmetin rahmet olan ihtilafları, Ehl-i Sünnet havzasında hak mezhepler olarak yerini almıştır. İhtilafın rahmet olması ile imha hareketine dönüşmesi arasındaki sınır tespit edilemediğinde, her türlü savruluşun ve hezeyanın İslam’a mal edilmesi mümkün hale gelir. Ehl-i Sünnetin inşa ettiği bilgi evreni ve bu evrenin çerçevesi, rahmet olan ihtilaf ile İslam’ı tahrifle neticelenen hezeyan arasındaki sınırı çizmiştir. İslam ile başlayan her söze veya İslam ile ilgili her görüşe “İslam’ın bir yorumu”, “İslami bir bakış açısı”, “İslami mezheplerden birisi” gibi bakmak, İslam’ı yok eder. İslam’ın bir merkezi, bir muhiti vardır ve bu çerçevenin oluşturduğu sahaya bilgi evreni denir. İslam’ın bilgi evreni, merkezini farzların, dış sınırını haramların oluşturduğu bilgi ve faaliyet (hayat) sahasıdır. Başka tasnifle şöyle ifade etmek mümkündür; merkezini Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’nin teşkil ettiği, muhitini ise bu iki asli kaynağın doğru anlaşılmasıyla elde edilen bilgi (ilim, irfan, tefekkür) müktesebatının oluşturduğu bilgi evrenidir. Ümmetin deha ve fazilet sahibi alimleri, arifleri, mütefekkirleri asırlardır İslam’ın bilgi evrenini kurmuş, korumuş, hayatı bu çerçevede yaşayabilmenin altyapısını oluşturmuştur. İslam’ın bilgi evreni, milyonlarca ciltlik külliyata baliğ olmuş, ortaya çıkan her yeni mesele izah edilmiş ve bilgi evrenindeki yerini almıştır. Ehl-i Sünnet mecrası, İslam’ın bilgi evrenini inşa ettiği gibi, onun kadar önemli olan “Akl-ı Selimi” de inşa etmiştir. Zaten İslam’ın bilgi evreni ile İslam’ın aklı (Akl-ı Selim), birbirinin mukabilidir. İslam’ın bilgi evreninin, nizami şekilde insanın zihni ve kalbi evrenine intikal etmesi, bizzat akl-ı selimdir. İslam’ın bilgi evrenin muhafaza edilmez ve İslami tedrisat bu çerçevede gerçekleşmezse, Müslümanların zihni bir kaosa teslim olur, bugün olduğu gibi… Keza bir Müslüman, kalbi ve zihni evreninde akl-ı selimi inşa edemezse, İslam’ı, kendine ait bilgi evreni içinde ve doğru şekilde anlayamaz. Yaklaşık bir asırdır İslami tedrisat müesseselerimiz kapatıldığı için, batının pozitif bilim anlayışından kopyalanan müfredatla okullarımızda batı aklı, yani pozitif akıl inşa ediliyor. Pozitif bilim ve onun kaçınılmaz neticesi olan pozitif akılla İslam’ı anlamaya çalışmak, oryantalist okumadır. Kur’an-ı Kerim’de aklın kullanılması, akletmenin teşvik edilmesiyle ilgili ayet-i kerimeler vardır fakat aklın ne olduğu teferruatıyla izah edilmez. Ümmetin deha ve fazilet sahibi alimleri, arifleri, mütefekkirleri, bir taraftan İslam’ın bilgi evrenin inşa ederken diğer taraftan İslam’ın aklını, yani akl-ı selimi inşa ettiler. On dört asırlık birikimimizi reddeden mealci türünden yeni yetmeler, sadece birikimimizi reddetmemekte, onunla birlikte hem İslam’ın bilgi evrenini hem de İslam’ın aklını reddetmektedir. İslam’ın aklını reddettikleri için pozitif akla, İslam’ın bilgi evrenini reddettikleri için batının bilgi evrenine, yani oryantalist birikime mahkum olmaktadır. İslam’ın birikimini reddettikleri için İslam’a has bir akıl çeşidinin olduğundan da habersizdirler ve açıkça söylemek gerekirse İslam’a göre tamamen akılsızdırlar. O kadar akılsızdırlar ki, on dört asırlık birikimi reddettiklerinde, on dört asırdır yaşanmış olan hadiselerin izahını da reddetmektedirler. On dört asırdır ümmetin dehaları tarafından idrak ve izah edilmiş meseleleri, dehaların eserlerinden okumadan yeniden gündeme getirmektedirler. Dehaların eserlerini, birikimi reddettikleri için okumamakta, okumadıkları için onlardan daha orijinal bir şeyler söylediklerini zannetmektedirler. Ne kadar komik olduklarını sadece kendileri fark etmemekte, tarihi birikimimize birazcık aşina olan herkes tarafından komedi izlenir gibi takip edilmektedirler. Mealci, modern selefi, oryantalist, dinde reformcu türünden tüm savrulmalar, pozitif akla ve oryantalist birikime tabi oldukları için eski zamanlarda yaşamış alimlerimizin, ariflerimizin, mütefekkirlerimizin aklını (ve tabii ki eserlerini) beğenmemekte, hatta onların yanlış anladığını, bir açıdan bakıldığında da akılsız olduklarını iddia etmektedirler. Bu nokta çok ilginçtir; eski zamanlardaki deha sahibi müelliflerimizin akılsız olduklarını iddia etmelerinin temel sebebi, onlardaki aklın (akl-ı selimin) kendilerinde olmaması, kendilerindeki pozitif akılla baktıkları için onları akılsız zannetmeleridir. Öyle ya, pozitif akılla bakıldığında akl-ı selim, akıl gibi görünmemektedir. Zaten akl-ı selim ile bakıldığında da pozitif akıl, akıl gibi görünmez. Büyük müelliflerimizin akılsız olduğunu düşünen bu hezeyan sahipleri, İslam’ın aklı esas alındığında “reşit” bile değillerdir. Reşit olmadıkları için serseri mayın gibi dolaşıyorlar. Bunlar o kadar akılsızdır ki; on dört asırlık birikimi bir tarafa bırakarak ilim ve tefekkür faaliyeti gerçekleştireceklerini zannediyorlar. Halbuki o birikime sahip olmaları için eski zamanlardaki deha sahibi müelliflerin çalışmalarıyla ancak on dört asır sürer. Mealci, modern selefi, yerli oryantalist, dinde reformcu güruh, en fazla orta zeka sahibi oldukları için, bunların on dört asırlık birikime sahip olabilmeleri için en az on dört bin yıla ihtiyaçları var. Kısaca bu ukala güruh, Ehl-i Sünnet mecrasından on dört bin yıl geridedir.              Bu güruh sürekli akıldan bahseder ama aklın ne olduğunu bile bilmez. Onlarca yazarları vardır ama bir tane akıl ile ilgili kitap yazan yoktur. Aklın ne olduğunu anlamamış bir insan, akılla neyi nasıl anlayacağını nasıl bilebilir ki? Kaldı ki, aklın ne olduğunu, terkibinde hangi unsurların bulunduğunu, sınırının nerede durduğunu bilmeyen bir insan, akıllı olduğunu iddia edebilir mi? Soruyu şöyle de sorabiliriz; bir insan aklın ne olduğunu bilmiyorsa, ne olduğunu bilmediği şeyin kendisinde olduğundan nasıl emin olabilir ki? Gerçi akıl meselesi aynı zamanda tüm ülkenin meselesidir. Akıl ile ilgili ülkemizde literatürün olmaması, sadece batıdan tercüme kitapların bulunması, kendi akıl çeşidimiz olan Akl-ı Selim ile ilgili bir elin parmakları kadar bile kitabın telif edilmemesi ne kadar vahim bir olaydır. NOT: Yazımızın ilham kaynağı Medeniyet Akademisi ( Fikirteknesi ) dir.
Ekleme Tarihi: 11 Ekim 2019 - Cuma

Ehl-i Sünnet Dışı Düşüncelerin Akıbeti

Ehl-i Sünnet Dışı Düşüncelerin Akıbeti

On dört asırlık birikimimizi reddeden mealci türünden yeni yetmeler, sadece birikimimizi reddetmemekte, onunla birlikte hem İslam’ın bilgi evrenini hem de İslam’ın aklını reddetmektedir. İslam’ın birikimini reddettikleri için İslam’a has bir akıl çeşidinin olduğundan da habersizdirler ve açıkça söylemek gerekirse İslam’a göre tamamen akılsızdırlar.
“Ehl-i Sünnet İslam’ın bilgi evrenidir” başlıklı önceki yazımızın ana temalarından birisi, Ehl-i Sünnetin İslam’ın bizzat kendisi, bu sebeple de merkezi olduğuydu. Ümmetin rahmet olan ihtilafları, Ehl-i Sünnet havzasında hak mezhepler olarak yerini almıştır. İhtilafın rahmet olması ile imha hareketine dönüşmesi arasındaki sınır tespit edilemediğinde, her türlü savruluşun ve hezeyanın İslam’a mal edilmesi mümkün hale gelir. Ehl-i Sünnetin inşa ettiği bilgi evreni ve bu evrenin çerçevesi, rahmet olan ihtilaf ile İslam’ı tahrifle neticelenen hezeyan arasındaki sınırı çizmiştir.
İslam ile başlayan her söze veya İslam ile ilgili her görüşe “İslam’ın bir yorumu”, “İslami bir bakış açısı”, “İslami mezheplerden birisi” gibi bakmak, İslam’ı yok eder. İslam’ın bir merkezi, bir muhiti vardır ve bu çerçevenin oluşturduğu sahaya bilgi evreni denir. İslam’ın bilgi evreni, merkezini farzların, dış sınırını haramların oluşturduğu bilgi ve faaliyet (hayat) sahasıdır. Başka tasnifle şöyle ifade etmek mümkündür; merkezini Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’nin teşkil ettiği, muhitini ise bu iki asli kaynağın doğru anlaşılmasıyla elde edilen bilgi (ilim, irfan, tefekkür) müktesebatının oluşturduğu bilgi evrenidir.
Ümmetin deha ve fazilet sahibi alimleri, arifleri, mütefekkirleri asırlardır İslam’ın bilgi evrenini kurmuş, korumuş, hayatı bu çerçevede yaşayabilmenin altyapısını oluşturmuştur. İslam’ın bilgi evreni, milyonlarca ciltlik külliyata baliğ olmuş, ortaya çıkan her yeni mesele izah edilmiş ve bilgi evrenindeki yerini almıştır.
Ehl-i Sünnet mecrası, İslam’ın bilgi evrenini inşa ettiği gibi, onun kadar önemli olan “Akl-ı Selimi” de inşa etmiştir. Zaten İslam’ın bilgi evreni ile İslam’ın aklı (Akl-ı Selim), birbirinin mukabilidir. İslam’ın bilgi evreninin, nizami şekilde insanın zihni ve kalbi evrenine intikal etmesi, bizzat akl-ı selimdir. İslam’ın bilgi evrenin muhafaza edilmez ve İslami tedrisat bu çerçevede gerçekleşmezse, Müslümanların zihni bir kaosa teslim olur, bugün olduğu gibi… Keza bir Müslüman, kalbi ve zihni evreninde akl-ı selimi inşa edemezse, İslam’ı, kendine ait bilgi evreni içinde ve doğru şekilde anlayamaz.
Yaklaşık bir asırdır İslami tedrisat müesseselerimiz kapatıldığı için, batının pozitif bilim anlayışından kopyalanan müfredatla okullarımızda batı aklı, yani pozitif akıl inşa ediliyor. Pozitif bilim ve onun kaçınılmaz neticesi olan pozitif akılla İslam’ı anlamaya çalışmak, oryantalist okumadır. Kur’an-ı Kerim’de aklın kullanılması, akletmenin teşvik edilmesiyle ilgili ayet-i kerimeler vardır fakat aklın ne olduğu teferruatıyla izah edilmez. Ümmetin deha ve fazilet sahibi alimleri, arifleri, mütefekkirleri, bir taraftan İslam’ın bilgi evrenin inşa ederken diğer taraftan İslam’ın aklını, yani akl-ı selimi inşa ettiler.
On dört asırlık birikimimizi reddeden mealci türünden yeni yetmeler, sadece birikimimizi reddetmemekte, onunla birlikte hem İslam’ın bilgi evrenini hem de İslam’ın aklını reddetmektedir. İslam’ın aklını reddettikleri için pozitif akla, İslam’ın bilgi evrenini reddettikleri için batının bilgi evrenine, yani oryantalist birikime mahkum olmaktadır. İslam’ın birikimini reddettikleri için İslam’a has bir akıl çeşidinin olduğundan da habersizdirler ve açıkça söylemek gerekirse İslam’a göre tamamen akılsızdırlar.
O kadar akılsızdırlar ki, on dört asırlık birikimi reddettiklerinde, on dört asırdır yaşanmış olan hadiselerin izahını da reddetmektedirler. On dört asırdır ümmetin dehaları tarafından idrak ve izah edilmiş meseleleri, dehaların eserlerinden okumadan yeniden gündeme getirmektedirler. Dehaların eserlerini, birikimi reddettikleri için okumamakta, okumadıkları için onlardan daha orijinal bir şeyler söylediklerini zannetmektedirler. Ne kadar komik olduklarını sadece kendileri fark etmemekte, tarihi birikimimize birazcık aşina olan herkes tarafından komedi izlenir gibi takip edilmektedirler.
Mealci, modern selefi, oryantalist, dinde reformcu türünden tüm savrulmalar, pozitif akla ve oryantalist birikime tabi oldukları için eski zamanlarda yaşamış alimlerimizin, ariflerimizin, mütefekkirlerimizin aklını (ve tabii ki eserlerini) beğenmemekte, hatta onların yanlış anladığını, bir açıdan bakıldığında da akılsız olduklarını iddia etmektedirler. Bu nokta çok ilginçtir; eski zamanlardaki deha sahibi müelliflerimizin akılsız olduklarını iddia etmelerinin temel sebebi, onlardaki aklın (akl-ı selimin) kendilerinde olmaması, kendilerindeki pozitif akılla baktıkları için onları akılsız zannetmeleridir. Öyle ya, pozitif akılla bakıldığında akl-ı selim, akıl gibi görünmemektedir. Zaten akl-ı selim ile bakıldığında da pozitif akıl, akıl gibi görünmez. Büyük müelliflerimizin akılsız olduğunu düşünen bu hezeyan sahipleri, İslam’ın aklı esas alındığında “reşit” bile değillerdir. Reşit olmadıkları için serseri mayın gibi dolaşıyorlar.
Bunlar o kadar akılsızdır ki; on dört asırlık birikimi bir tarafa bırakarak ilim ve tefekkür faaliyeti gerçekleştireceklerini zannediyorlar. Halbuki o birikime sahip olmaları için eski zamanlardaki deha sahibi müelliflerin çalışmalarıyla ancak on dört asır sürer. Mealci, modern selefi, yerli oryantalist, dinde reformcu güruh, en fazla orta zeka sahibi oldukları için, bunların on dört asırlık birikime sahip olabilmeleri için en az on dört bin yıla ihtiyaçları var. Kısaca bu ukala güruh, Ehl-i Sünnet mecrasından on dört bin yıl geridedir.
            
Bu güruh sürekli akıldan bahseder ama aklın ne olduğunu bile bilmez. Onlarca yazarları vardır ama bir tane akıl ile ilgili kitap yazan yoktur. Aklın ne olduğunu anlamamış bir insan, akılla neyi nasıl anlayacağını nasıl bilebilir ki? Kaldı ki, aklın ne olduğunu, terkibinde hangi unsurların bulunduğunu, sınırının nerede durduğunu bilmeyen bir insan, akıllı olduğunu iddia edebilir mi? Soruyu şöyle de sorabiliriz; bir insan aklın ne olduğunu bilmiyorsa, ne olduğunu bilmediği şeyin kendisinde olduğundan nasıl emin olabilir ki?
Gerçi akıl meselesi aynı zamanda tüm ülkenin meselesidir. Akıl ile ilgili ülkemizde literatürün olmaması, sadece batıdan tercüme kitapların bulunması, kendi akıl çeşidimiz olan Akl-ı Selim ile ilgili bir elin parmakları kadar bile kitabın telif edilmemesi ne kadar vahim bir olaydır.
NOT: Yazımızın ilham kaynağı Medeniyet Akademisi ( Fikirteknesi ) dir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.