Mümin Çöpür
Köşe Yazarı
Mümin Çöpür
 

ÇAĞIMIZIN EN BÜYÜK HASTALIĞI: YALNIZLIK

ÇAĞIMIZIN EN BÜYÜK HASTALIĞI: YALNIZLIK Yalnızlık öylesine acı veren ve ürkütücü bir duygudur ki, insanlar bu duygu ile yüzleşmemek için her türlü çabayı gösterirler. Yalnızlık, bir insanın;  -tek başına yaşaması biçimindeki somut yalnızlık,  -kendi toplum grubuna yabancılaşma biçiminde yaşanan yalnızlık,  -çevresi tarafından itilme sonucu yaşanan yalnızlık,  -çevresiyle ilişkilerini en aza indirmek ile kendi seçimi ile yaşadığı yalnızlık şeklinde gruplandırılabilir.  İnsanın kendisini anlaşılmamış ve kimsesiz hissettiği gerçek yalnızlık gibi birbirinden çok farklı yaşantıların tümü, yalnızlık sözcüğü ile dile gelir. Bir insanın yalnızlığı, yalnızlığın boşluğuna ve ürkütücülüğüne karşı geliştirdiği savunma mekanizmaları ile de anlaşılabilir. Sürekli ve aşırı yemek yeme, anlamsız yere sürekli bir şeyler satın alma, art arda film veya TV seyretme, amaçsızca vitrinleri izleme, AVM'lerde dolaşma gibi.. Öyle yoğun yalnızlık halleri vardır ki, insan felç olmuş gibi bir umutsuzluk içindedir, kaygı ve gerginlik belirtileri bile yoktur. Çünkü ilgi ve amaç yitirilmiştir. Canlıyken ölmüş gibi olmak varoluş biçimidir. Yalnızlığın insanı dinlendiren, üretken hale getirebilen bir boyutu da vardır.  Çok az kimse bunu başarabilir.  Sanatçılar, yazarlar üretken olması için yalnız kalmaya gereksenim duyarlar, bazı insanlarkişilik yapısı gereği yanlızdır.. İnsan sadece çevresinde insanlar yok diye yalnız olmaz, bazen insanlar varken de yalnız kalınır.  Sizi anlayan bir kişi yoksa, derdinizi dinleyecek, size değer ve önem verecek bir kişi yoksa, insanların ortasında da yalnızsınızdır.  Yalnızlığımız çeşit çeşittir.. Bizimle hayata aynı istikamette bakmayan, yahut bir dönem aynı istikamete baktığımız insanlardan kopuşla ortaya çıkan yalnızlık.  Dünyada bizimle aynı değerleri savunmayan insanların ortasında kalmanın getirdiği yalnızlık ve çok sevdiğimiz birini kaybetmenin yalnızlığı gibi. Yanı başınızda daha düne kadar sıcaklığını hissettiğiniz bir insanın kaybı veya mesafeler ayırıyor yollarımızı. Ve birdenbire kendimizi yapayalnız hissediyoruz. Duygusal yalnızlık yaşıyoruz. Bazen kendi duygularımıza ulaşmakta zorluk çekiyoruz. Kendimizi tanımakta zorluk çekiyoruz. Kendimizi azar azar kaybediyoruz. Bazen insan ilişkileri konusunda toplumsal yalnızlık yaşıyoruz. İnsanlara ulaşmakta zorlanıyoruz.  Kozmik bir yalnızlıktan bunalanlar da var. Yaratıcıya yabancılaşanlar.  O'na olan mesafeniz uzuyor, ona gidecek yolları bulamıyorsunuz. Bazen sesimizi duyurmak, insanlarla buluşmak ve konuşmak isteriz fakat bize ait bazı sebeplerle duyuramayız.  Utangaç olabiliriz, kendimizle ilgili değerlendirmemiz çok kötü olabilir, özgüvenimiz düşük olabilir, iç seslerimiz çok aşırı eleştireldir ve bize durmadan parmak sallıyor da olabilir. Aidiyet veya kimliğimizden ötürü dışlanıyor, hor görülüp dışarıda bırakılıyor da olabiliriz.  İnsan aşinalık arayan bir varlıktır. Yabancı bir şehre gittiğimizde, orada evimize benzeyen işaretler ararız. Dünyanın bize yurt oluşu, onun panoramasının aşinalığından neşet etmiyor; yoldaş, dost, yaren aşinalığı yoksa dünya da yurt oluşa dair desenlerini yitirip gurbete dönüşüyor. Batıdakilere nispetle kentlerimizde toplumsal ağların daha sıkı örülmüş olması, insanların birbirlerini arayıp hal hatır sormaları, başta yakın aile çevresinin maddi-manevi desteği ve yakın gözetimi sayesinde, şükür ki hala bir toplumsal ağ içinde yaşıyoruz. Aşırı bireycilik, bireyi aşırı takdis etme, yüceltme, toplumsal ağları birey uğruna feda etme modern batının bir hastalığı adeta. Kutsal olan bireyi her türlü değer hiyerarşisinde en tepede görmek, onun özgürlüğünü her şeyin rağmına, sonuna kadar savunmak, insana verilen bir paye gibi görünse de nihai kertede insanlığın kolektif selameti için çok da arzu edilmeyen neticeler yarattı. Genç bir insanın daha yaşlı bir yakınına kendini adaması veya bir anne babanın 18 yaşını doldurmuş evladına bakmak zorunda olması, “herkese karşı herkesin savaşı”nı yalnızca normlarla zapt-ü rapt altına alabilmiş toplumlarda akıllara ziyan tercihlerdir.  Bu zihniyete göre, herkes kendi ayakları üzerinde durmalıdır.  Bunun da kaçınılmaz olarak yarattığı bir maliyet vardır. Korkunç bir yalnızlaşma.  Yalnızlığın sebep olduğu sağlık maliyetlerinden de bahsetmemiz gerekirse; İstatistiklere göre yalnızlığın ölüm oranını %40 artırdığı, günde 15 sigara içmeye eşdeğer olduğu, pek çok kronik hastalığın ve bu arada depresyon, endişe gibi marazi ruhsal durumların yerleşmesine zemin hazırladığı bildiriliyor. Hiperbireycilik ve rekabet toplumunun yarattığı bu hastalık, obeziteden bile daha tehlikeli sağlık açısından.  Yalnızlık karşısında özellikle hassas nüfus gruplarının daha ağırlıklı olarak gözetilmesi gerekiyor. Yaşlılar, ergenler ve engelliler yalnızlaşmaya daha eğilimli gruplar olarak karşımıza çıkabiliyor. Ama yalnızlığın kendisi bir alarm durumudur. Yalnız bir insanın, bir insanın sıcak yakınlığına susuzluğu vardır. Susuzluk hissettiğimiz zaman suya yöneliriz.  Mevlana’nın da dediği gibi; “Nasıl susamış bir dudak suyu ararsa, su da susuzluğunu dindireceği bir dudak arar.”  Yalnızlığın yarattığı yoksunluk ağrısı, aynı fizyolojik ağrı gibi, beyinde ağrıyla ilgili merkezleri aktive ediyor. Bir tür ruhağrısı yaşıyoruz. Ve bize “git insan bul, çünkü sen insan olarak insanı arayan bir varlıksın” diyor. Hepimiz sosyal varlıklarız, insana ihtiyaç duyuyoruz. İnsanla var oluyoruz. Birbrimize değer verelim, birbirimizin kıymetini bilelim. Saygılarımla.  Mümin ÇÖPÜR/ Sosyoloji/Aile Danışmanı
Ekleme Tarihi: 01 Ocak 2020 - Çarşamba

ÇAĞIMIZIN EN BÜYÜK HASTALIĞI: YALNIZLIK

ÇAĞIMIZIN EN BÜYÜK HASTALIĞI: YALNIZLIK
Yalnızlık öylesine acı veren ve ürkütücü bir duygudur ki, insanlar bu duygu ile yüzleşmemek için her türlü çabayı gösterirler. Yalnızlık, bir insanın; 
-tek başına yaşaması biçimindeki somut yalnızlık, 
-kendi toplum grubuna yabancılaşma biçiminde yaşanan yalnızlık, 
-çevresi tarafından itilme sonucu yaşanan yalnızlık, 
-çevresiyle ilişkilerini en aza indirmek ile kendi seçimi ile yaşadığı yalnızlık şeklinde gruplandırılabilir. 
İnsanın kendisini anlaşılmamış ve kimsesiz hissettiği gerçek yalnızlık gibi birbirinden çok farklı yaşantıların tümü, yalnızlık sözcüğü ile dile gelir.
Bir insanın yalnızlığı, yalnızlığın boşluğuna ve ürkütücülüğüne karşı geliştirdiği savunma mekanizmaları ile de anlaşılabilir.
Sürekli ve aşırı yemek yeme, anlamsız yere sürekli bir şeyler satın alma, art arda film veya TV seyretme, amaçsızca vitrinleri izleme, AVM'lerde dolaşma gibi..
Öyle yoğun yalnızlık halleri vardır ki, insan felç olmuş gibi bir umutsuzluk içindedir, kaygı ve gerginlik belirtileri bile yoktur. Çünkü ilgi ve amaç yitirilmiştir. Canlıyken ölmüş gibi olmak varoluş biçimidir. Yalnızlığın insanı dinlendiren, üretken hale getirebilen bir boyutu da vardır. 
Çok az kimse bunu başarabilir. 
Sanatçılar, yazarlar üretken olması için yalnız kalmaya gereksenim duyarlar, bazı insanlarkişilik yapısı gereği yanlızdır..
İnsan sadece çevresinde insanlar yok diye yalnız olmaz, bazen insanlar varken de yalnız kalınır.  Sizi anlayan bir kişi yoksa, derdinizi dinleyecek, size değer ve önem verecek bir kişi yoksa, insanların ortasında da yalnızsınızdır. 
Yalnızlığımız çeşit çeşittir.. Bizimle hayata aynı istikamette bakmayan, yahut bir dönem aynı istikamete baktığımız insanlardan kopuşla ortaya çıkan yalnızlık. 
Dünyada bizimle aynı değerleri savunmayan insanların ortasında kalmanın getirdiği yalnızlık ve çok sevdiğimiz birini kaybetmenin yalnızlığı gibi.
Yanı başınızda daha düne kadar sıcaklığını hissettiğiniz bir insanın kaybı veya mesafeler ayırıyor yollarımızı. Ve birdenbire kendimizi yapayalnız hissediyoruz. Duygusal yalnızlık yaşıyoruz. Bazen kendi duygularımıza ulaşmakta zorluk çekiyoruz. Kendimizi tanımakta zorluk çekiyoruz. Kendimizi azar azar kaybediyoruz. Bazen insan ilişkileri konusunda toplumsal yalnızlık yaşıyoruz. İnsanlara ulaşmakta zorlanıyoruz. 
Kozmik bir yalnızlıktan bunalanlar da var. Yaratıcıya yabancılaşanlar. 
O'na olan mesafeniz uzuyor, ona gidecek yolları bulamıyorsunuz. Bazen sesimizi duyurmak, insanlarla buluşmak ve konuşmak isteriz fakat bize ait bazı sebeplerle duyuramayız. 
Utangaç olabiliriz, kendimizle ilgili değerlendirmemiz çok kötü olabilir, özgüvenimiz düşük olabilir, iç seslerimiz çok aşırı eleştireldir ve bize durmadan parmak sallıyor da olabilir.
Aidiyet veya kimliğimizden ötürü dışlanıyor, hor görülüp dışarıda bırakılıyor da olabiliriz. 
İnsan aşinalık arayan bir varlıktır. Yabancı bir şehre gittiğimizde, orada evimize benzeyen işaretler ararız. Dünyanın bize yurt oluşu, onun panoramasının aşinalığından neşet etmiyor; yoldaş, dost, yaren aşinalığı yoksa dünya da yurt oluşa dair desenlerini yitirip gurbete dönüşüyor. Batıdakilere nispetle kentlerimizde toplumsal ağların daha sıkı örülmüş olması, insanların birbirlerini arayıp hal hatır sormaları, başta yakın aile çevresinin maddi-manevi desteği ve yakın gözetimi sayesinde, şükür ki hala bir toplumsal ağ içinde yaşıyoruz. Aşırı bireycilik, bireyi aşırı takdis etme, yüceltme, toplumsal ağları birey uğruna feda etme modern batının bir hastalığı adeta. Kutsal olan bireyi her türlü değer hiyerarşisinde en tepede görmek, onun özgürlüğünü her şeyin rağmına, sonuna kadar savunmak, insana verilen bir paye gibi görünse de nihai kertede insanlığın kolektif selameti için çok da arzu edilmeyen neticeler yarattı. Genç bir insanın daha yaşlı bir yakınına kendini adaması veya bir anne babanın 18 yaşını doldurmuş evladına bakmak zorunda olması, “herkese karşı herkesin savaşı”nı yalnızca normlarla zapt-ü rapt altına alabilmiş toplumlarda akıllara ziyan tercihlerdir. 
Bu zihniyete göre, herkes kendi ayakları üzerinde durmalıdır. 
Bunun da kaçınılmaz olarak yarattığı bir maliyet vardır. Korkunç bir yalnızlaşma. 
Yalnızlığın sebep olduğu sağlık maliyetlerinden de bahsetmemiz gerekirse;
İstatistiklere göre yalnızlığın ölüm oranını %40 artırdığı, günde 15 sigara içmeye eşdeğer olduğu, pek çok kronik hastalığın ve bu arada depresyon, endişe gibi marazi ruhsal durumların yerleşmesine zemin hazırladığı bildiriliyor. Hiperbireycilik ve rekabet toplumunun yarattığı bu hastalık, obeziteden bile daha tehlikeli sağlık açısından. 
Yalnızlık karşısında özellikle hassas nüfus gruplarının daha ağırlıklı olarak gözetilmesi gerekiyor. Yaşlılar, ergenler ve engelliler yalnızlaşmaya daha eğilimli gruplar olarak karşımıza çıkabiliyor. Ama yalnızlığın kendisi bir alarm durumudur. Yalnız bir insanın, bir insanın sıcak yakınlığına susuzluğu vardır. Susuzluk hissettiğimiz zaman suya yöneliriz. 
Mevlana’nın da dediği gibi; “Nasıl susamış bir dudak suyu ararsa, su da susuzluğunu dindireceği bir dudak arar.” 
Yalnızlığın yarattığı yoksunluk ağrısı, aynı fizyolojik ağrı gibi, beyinde ağrıyla ilgili merkezleri aktive ediyor. Bir tür ruhağrısı yaşıyoruz. Ve bize “git insan bul, çünkü sen insan olarak insanı arayan bir varlıksın” diyor. Hepimiz sosyal varlıklarız, insana ihtiyaç duyuyoruz. İnsanla var oluyoruz. Birbrimize değer verelim, birbirimizin kıymetini bilelim. Saygılarımla. 

Mümin ÇÖPÜR/ Sosyoloji/Aile Danışmanı

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.