Mesut Köseoğlu
Köşe Yazarı
Mesut Köseoğlu
 

MAVİ GÖZLÜ DEV’DEN EVLİYAYA : DAVA BİLİNCİ

MAVİ GÖZLÜ DEV’DEN EVLİYAYA : DAVA BİLİNCİ Yıllar evvel Hıncal Uluç, Nebil Özgentürk, Sunay Akın ve Haşmet Babaoğlu’nun ekranda olduğu Yaşamdan Dakikalar isimli bir televizyon programında rastlamıştım Cem Turhan’ın Kağıt Tepeler isimli şiirine. Birçok şiirde olduğu gibi etkileyici bir bitiş cümlesiyle noktalamıştı şiirini şair:  “Bazen ne kadar yazdığınızla değil, Kendinizde neleri sildiğinizle değer kazanırsınız. Bu yüzden birileri çok yalnızken, Bazıları hep tek başınadır.” Evet, yıllar evvel entelektüel birikimi olan insanların ekranda olup dinleyenlerin de dimağlarında güzel izler bırakan programlar vardı. Sezen Aksu şarkısı gibi “eskidendi, çok eskiden…” diye iç geçiriyor insan. O programla düşünmüştüm “yapayalnız kalmak” ve “tek başına” olmanın birbirinden çok farklı hatta bambaşka şeyler olduğunu.  Yapayalnız kalmak muhtelif sebeplerle etrafında kimsenin kalmaması. Bu sebepler sizin insanlara uzak oluşunuz, insanları sevmeyişiniz, insanların sizi sevmemesi, sosyal ilişkilerinizin iyi olamaması veya bilinçaltımızda yer eden herhangi bir sebep olabilir. Ama bu tercih edilesi bir şey değil, gayriihtiyari bir durumdur.  Tek başına olmak kavramı ise buna kıyasla bambaşka bir yerde. Burada tamamen ihtiyari bir durum söz konusu. Tercih ettiğiniz bir yol vardır ve o yolda giderken sizi destekleyenleri ve engellemeye çalışanları düşünmezsiniz. Yanınızda birileri olsa da olmasa da siz tek başınıza o davada yürüyeceksinizdir. Birçok siyasiye atfedilir ama en çok merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun görseline yakıştırdığım “Haksız bir davada milyonlarla birlikte olmaktansa haklı bir davada tek başıma olurum.” sözü bu konuyu en iyi ifade eden sözlerden biri olsa gerektir. Dava kelimesi bugünkü jenerasyona çok uzak bir kelime. 70’li 80’li yıllarda lise okuyan öğrencilerin (doğru veya yanlış) kendilerince bu memleketin daha güzel olabileceğini düşündükleri bir dünya görüşü olmuş. Kimisi komünizmin, kimisi milliyetçiliğin, kimisi dini bir düzenin bu memleketi daha güzel ve müreffeh bir ahvale getireceği hususunda dertlenmişler. Dertlenmekle kalmayıp bu davaların bilfiil aksiyoneri konumunda rol almışlar. Fakat bu aksiyonerliği yanlış bir yöntemle icra ettikleri için ülke büyük bir kaosa giriftar olmuş. (Tabi bu kaosun perde arkası üzerine birçok yorum yapılabilir. Bu konuyu başka meclislere bırakıyorum.)  Ülkenin gençlerindeki bu taşkınlığı bastırmak için arabesk müzik diye insanların beynini uyuşturan, melankolik bir ruh haline sokan müzik tarzı piyasaya sürülmüştür. Müslümlerin, Ferdilerin, Orhanların aynı anda piyasaya çıkması tesadüf değildir. Keza yine bu yıllarda hem gençliğin hem de tüm toplumun gerek ahlaki çöküşünü temin etmek, gerek siyasi işleri düşünmesini engellemek için kuvve-i şeheviyelerini tahrik eden yayınların aynı anda piyasa çıkması da tesadüf değildir.  Yıllar evvel başlayan bu çöküş ve umursamazlık günümüzde en uç boyutlarını yaşıyor. Gençlerin, ülkesinin derdiyle dertlenen, gerek ekonomiki gerek siyasi, gerek sanatsal, gerek bilimsel yönden neler yapabileceğinin derdiyle dertlenmesi gerekirken bu konuların onların aklının ucundan bile geçmediğini bilmüşahade gözlemliyoruz. Daha evvel çok sevdiğim bir dostumun da “İdealist Genç Olmak” isimli bir yazısı vardı. Ve orada çok güzel anlatılmıştı gerek kendisi, gerek memleketi için dertlenen; idealleri olan ve o idealleri uğrunda bir ömür yaşayan gençler. Çünkü genç “hazine” demekti. Bu hazineler tüm zamanlarını hiçbir şeye faydası olmayan boş oyun ve eğlencelerle değil bir dava çerçevesinde memleketine hizmet ederek geçirmeliydi. Gençliğe sunulacak dava adamı modelini en güzel Akif çizmiştir. Akif’in Asım karakteri adeta geleceği görüyormuşçasına başlangıçla umursamaz bir tipken sonra sokakta bulduğu ayyaşları döven bir karaktere tebdil oluyor. Bunu gören Akif, Asım’ı uyarıyor. Memleketin derdiyle dertlenmenin güzel olduğunu ama memlekete ayyaş döverek değil bilimle, sanatla hizmet etmesi gerektiği dersini veriyor. Dava adamı olmak muktezayı hale göre tek başınalığı gerektirebiliyor ve o dava insana bitmez bir kuvvet ihsas ediyor. Nazım Hikmet’in Mavi Gözlü Dev şiirinde olduğu gibi devlerin yürüyecek büyük bir yolları vardır. Öyle pembe panjurlu, bahçesinde hanımelleri olan bir yaşam onlar için imkansızdır çoğu zaman. “Ve elleri  Öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin Yapamazdı yapısını Çalamazdı kapısını Bahçesinde ebruli, Hanımeli açan evin” Bu sene vizyona giren ve rahmetli halterci Naim Süleymanoğlu’nun hayatını anlatan filmde de davanın insana nasıl bir kuvvet verdiğini görüyoruz aslında. Evet, onun bir davası vardı. Bulgaristan’da zulüm gören; asimilasyon politikasıyla dillerine, dinlerine, isimlerine varana kadar müdahale edilen Müslüman Türklerin seslerini dünyaya duyurmak için kendi ağırlığının üç katını bile kaldıracak güç bulmuştu kollarında. Cep Herkülü demişlerdi lakabına. Onun kuvveti kollarından, bacaklarından, kaslarından değil yüreğinde taşıdığı davadan geliyordu. Necip Fazıl’ın Zindan’dan Mehmet’e Mektup şiirinde de bu minvalde bir beyit geçer: “Sen bir devsin, yükü ağırdır devin               Kalk ayağa, dimdik, doğrul ve sevin.” Dava bilincini birçok peygamberin ve Allah dostunun hayatında da görüyoruz. Hiçbir peygamber insanlara ulaştırmakla vazifeli olduğu dini resmigeçitle sunmadı insanlara. Birçok evliya din iman hizmeti yaparken sıkıntılara giriftar oldu.  Bir lokma bir hırka ile üzerine çevrilen silahları umursamayan, iman davasını kalbinde taşıdığı için mahkemelerde hakimler karşısında dimdik durup müdafaalar yapan Allah dostları gelmiş geçmiş. Bitlis’in Nurs köyünden Said Nursi dava adamı olmanın en güzel örneklerinden bir şahsiyet olarak karşımızda durmaktadır. Rusya’da esir olmuş, en büyük rütbeli komutanlar karşısında izzet-i ilmiyeyi ve İslamiyeyi yere düşürmemiştir. Mahkemede hesap vermesi istenirken o sırada namaz vakti girmiş ve “Allah’ın emri daha büyük.” deyip orada namaza durmuştur. İskilipli Atıf fütursuzca dar ağacına doğru yürümüş, şehadete kavuşmuştur. Ve daha nice evliya yüreklerinde İslam aşkı ile karşılarına çıkan hiçbir engele ehemmiyet vermemiştir. Çünkü “engeller gözümüzü hedeften ayırdığımız zaman karşımıza çıkan şeylerdir.”  Çünkü “tarihte iz bırakmak için sağlam adımlar atmak gerektir.” Mesut Köseoğlu
Ekleme Tarihi: 26 Şubat 2020 - Çarşamba

MAVİ GÖZLÜ DEV’DEN EVLİYAYA : DAVA BİLİNCİ

MAVİ GÖZLÜ DEV’DEN EVLİYAYA : DAVA BİLİNCİ
Yıllar evvel Hıncal Uluç, Nebil Özgentürk, Sunay Akın ve Haşmet Babaoğlu’nun ekranda olduğu Yaşamdan Dakikalar isimli bir televizyon programında rastlamıştım Cem Turhan’ın Kağıt Tepeler isimli şiirine. Birçok şiirde olduğu gibi etkileyici bir bitiş cümlesiyle noktalamıştı şiirini şair: 
“Bazen ne kadar yazdığınızla değil,
Kendinizde neleri sildiğinizle değer kazanırsınız.
Bu yüzden birileri çok yalnızken,
Bazıları hep tek başınadır.”
Evet, yıllar evvel entelektüel birikimi olan insanların ekranda olup dinleyenlerin de dimağlarında güzel izler bırakan programlar vardı. Sezen Aksu şarkısı gibi “eskidendi, çok eskiden…” diye iç geçiriyor insan. O programla düşünmüştüm “yapayalnız kalmak” ve “tek başına” olmanın birbirinden çok farklı hatta bambaşka şeyler olduğunu. 
Yapayalnız kalmak muhtelif sebeplerle etrafında kimsenin kalmaması. Bu sebepler sizin insanlara uzak oluşunuz, insanları sevmeyişiniz, insanların sizi sevmemesi, sosyal ilişkilerinizin iyi olamaması veya bilinçaltımızda yer eden herhangi bir sebep olabilir. Ama bu tercih edilesi bir şey değil, gayriihtiyari bir durumdur. 
Tek başına olmak kavramı ise buna kıyasla bambaşka bir yerde. Burada tamamen ihtiyari bir durum söz konusu. Tercih ettiğiniz bir yol vardır ve o yolda giderken sizi destekleyenleri ve engellemeye çalışanları düşünmezsiniz. Yanınızda birileri olsa da olmasa da siz tek başınıza o davada yürüyeceksinizdir. Birçok siyasiye atfedilir ama en çok merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun görseline yakıştırdığım “Haksız bir davada milyonlarla birlikte olmaktansa haklı bir davada tek başıma olurum.” sözü bu konuyu en iyi ifade eden sözlerden biri olsa gerektir.
Dava kelimesi bugünkü jenerasyona çok uzak bir kelime. 70’li 80’li yıllarda lise okuyan öğrencilerin (doğru veya yanlış) kendilerince bu memleketin daha güzel olabileceğini düşündükleri bir dünya görüşü olmuş. Kimisi komünizmin, kimisi milliyetçiliğin, kimisi dini bir düzenin bu memleketi daha güzel ve müreffeh bir ahvale getireceği hususunda dertlenmişler. Dertlenmekle kalmayıp bu davaların bilfiil aksiyoneri konumunda rol almışlar. Fakat bu aksiyonerliği yanlış bir yöntemle icra ettikleri için ülke büyük bir kaosa giriftar olmuş. (Tabi bu kaosun perde arkası üzerine birçok yorum yapılabilir. Bu konuyu başka meclislere bırakıyorum.) 
Ülkenin gençlerindeki bu taşkınlığı bastırmak için arabesk müzik diye insanların beynini uyuşturan, melankolik bir ruh haline sokan müzik tarzı piyasaya sürülmüştür. Müslümlerin, Ferdilerin, Orhanların aynı anda piyasaya çıkması tesadüf değildir. Keza yine bu yıllarda hem gençliğin hem de tüm toplumun gerek ahlaki çöküşünü temin etmek, gerek siyasi işleri düşünmesini engellemek için kuvve-i şeheviyelerini tahrik eden yayınların aynı anda piyasa çıkması da tesadüf değildir. 
Yıllar evvel başlayan bu çöküş ve umursamazlık günümüzde en uç boyutlarını yaşıyor. Gençlerin, ülkesinin derdiyle dertlenen, gerek ekonomiki gerek siyasi, gerek sanatsal, gerek bilimsel yönden neler yapabileceğinin derdiyle dertlenmesi gerekirken bu konuların onların aklının ucundan bile geçmediğini bilmüşahade gözlemliyoruz.
Daha evvel çok sevdiğim bir dostumun da “İdealist Genç Olmak” isimli bir yazısı vardı. Ve orada çok güzel anlatılmıştı gerek kendisi, gerek memleketi için dertlenen; idealleri olan ve o idealleri uğrunda bir ömür yaşayan gençler. Çünkü genç “hazine” demekti. Bu hazineler tüm zamanlarını hiçbir şeye faydası olmayan boş oyun ve eğlencelerle değil bir dava çerçevesinde memleketine hizmet ederek geçirmeliydi.
Gençliğe sunulacak dava adamı modelini en güzel Akif çizmiştir. Akif’in Asım karakteri adeta geleceği görüyormuşçasına başlangıçla umursamaz bir tipken sonra sokakta bulduğu ayyaşları döven bir karaktere tebdil oluyor. Bunu gören Akif, Asım’ı uyarıyor. Memleketin derdiyle dertlenmenin güzel olduğunu ama memlekete ayyaş döverek değil bilimle, sanatla hizmet etmesi gerektiği dersini veriyor.
Dava adamı olmak muktezayı hale göre tek başınalığı gerektirebiliyor ve o dava insana bitmez bir kuvvet ihsas ediyor. Nazım Hikmet’in Mavi Gözlü Dev şiirinde olduğu gibi devlerin yürüyecek büyük bir yolları vardır. Öyle pembe panjurlu, bahçesinde hanımelleri olan bir yaşam onlar için imkansızdır çoğu zaman.
“Ve elleri 
Öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin
Yapamazdı yapısını
Çalamazdı kapısını
Bahçesinde ebruli,
Hanımeli açan evin”
Bu sene vizyona giren ve rahmetli halterci Naim Süleymanoğlu’nun hayatını anlatan filmde de davanın insana nasıl bir kuvvet verdiğini görüyoruz aslında. Evet, onun bir davası vardı. Bulgaristan’da zulüm gören; asimilasyon politikasıyla dillerine, dinlerine, isimlerine varana kadar müdahale edilen Müslüman Türklerin seslerini dünyaya duyurmak için kendi ağırlığının üç katını bile kaldıracak güç bulmuştu kollarında. Cep Herkülü demişlerdi lakabına. Onun kuvveti kollarından, bacaklarından, kaslarından değil yüreğinde taşıdığı davadan geliyordu.
Necip Fazıl’ın Zindan’dan Mehmet’e Mektup şiirinde de bu minvalde bir beyit geçer:
“Sen bir devsin, yükü ağırdır devin
              Kalk ayağa, dimdik, doğrul ve sevin.”
Dava bilincini birçok peygamberin ve Allah dostunun hayatında da görüyoruz. Hiçbir peygamber insanlara ulaştırmakla vazifeli olduğu dini resmigeçitle sunmadı insanlara. Birçok evliya din iman hizmeti yaparken sıkıntılara giriftar oldu. 
Bir lokma bir hırka ile üzerine çevrilen silahları umursamayan, iman davasını kalbinde taşıdığı için mahkemelerde hakimler karşısında dimdik durup müdafaalar yapan Allah dostları gelmiş geçmiş. Bitlis’in Nurs köyünden Said Nursi dava adamı olmanın en güzel örneklerinden bir şahsiyet olarak karşımızda durmaktadır. Rusya’da esir olmuş, en büyük rütbeli komutanlar karşısında izzet-i ilmiyeyi ve İslamiyeyi yere düşürmemiştir. Mahkemede hesap vermesi istenirken o sırada namaz vakti girmiş ve “Allah’ın emri daha büyük.” deyip orada namaza durmuştur. İskilipli Atıf fütursuzca dar ağacına doğru yürümüş, şehadete kavuşmuştur. Ve daha nice evliya yüreklerinde İslam aşkı ile karşılarına çıkan hiçbir engele ehemmiyet vermemiştir. Çünkü “engeller gözümüzü hedeften ayırdığımız zaman karşımıza çıkan şeylerdir.” 
Çünkü “tarihte iz bırakmak için sağlam adımlar atmak gerektir.”
Mesut Köseoğlu

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.