Mesut Köseoğlu
Köşe Yazarı
Mesut Köseoğlu
 

İÇİMİZE SİNMEYEN BİR ŞEYLER VAR

İÇİMİZE SİNMEYEN BİR ŞEYLER VAR Hadisat karşısında muhakemede bulunurken müracaat edilecek en muhkem merci vicdandır. Beşeri her türlü nazariye bizi hataya düşürebilecek hükümler vermemize sebebiyet verebilirken vicdan; neyin doğru, neyin yanlış, neyin iyi, neyin kötü olduğunu tespitte en doğru muvazene aracıdır. Çünkü orada ilahi bir vezin vardır. Vicdan, evet ilahi bir muvazene aracıdır. Helal olan, sevap olan ef’alimizden bir mutluluk ve memnuniyet duyarız. Kimse yere düşen birisini kaldırmak için ona el uzatsa akşama kadar kara kara düşünmez “ben ne yaptım” diye. Bilakis bir saadet ve huzur içindedir. Bunun böyle oluşu bu davranışın cennetteki huzurdan bir parça huzur ile ödüllenişidir aslında. Cennetteki gerçek saadet dünyadaki helal ve güzel işlerin içine küçük küçük yerleştirilmiştir. Aynanın bir de ters tarafından baktığımızda işlediğimiz kötü bir fiilin içinde de büyük bir kasvet ve boğuculuk vardır. Birisini dolandıran bir adam gönül rahatlığıyle gezemez sokakta. Bakamaz o adamın yüzüne bir daha. Alın size cehennem azabından dünyadaki haram ve kötü bir fiilin içine gizlenmiş küçük bir azap. Evet, vicdan. Henüz çocuk kalbimiz, dünya ile kirlenmemiş fıtratımız, okuduğumuz kitaplarda içimize bazı şeylerin sinmesine mani oldu. Kibritçi Kız kitabını okurken vicdanımız hep “hayır” dedi. Küçücük bir kız, kış günü soğukta, üzerine kar yağarken, elindeki kibritleri satmaya çalışırken, donarak ölmemeli. O civarda, o mahallede “gel beraber bizimle bir çorba iç” yahut “al şu montu, ayakkabıyı, bu soğukta hasta olma” diyecek birileri olmalıydı. Kimsenin görmediği, varlığını hissetmediği bir can, o küçücük beden orada donarak ölmemeliydi. Ağustos Böceği ile Karınca fablını okurken karıncanın kapısına gelen, bir vesileyle ihtiyaç sahibi olan komşusuna iki buğdayı çok görmesi içimize sinmedi asla.  Stokladığı erzaktan yiyebilecekleri o kadar azken iki buğdayı paylaşmaktan imtina etmesi içimize sinmedi. (Özellikle saz çalan bir adam olarak her zaman Ağustos Böceği’nin yanındaydım. Bu da böyle biline.) Murathan Mungan’ın şiirinde söylediği gibi: Biz büyüdük ve kirlendi dünya. Evet artık içimize sinmeyen şeyler bu kadar masum şeyler değil. Masallardaki karakterin başına gelenler değil sadece üzüldüklerimiz. Fıtratlar bozulup kalpler kararınca içimize sinmeyen şeylerden bir Kaf Dağı husule gelir oldu. Defaatle kadın yaralamalarına, taciz ve tecavüzlere karışmış bir esfel-i safilinin iki üç gün hapiste yiyip içip sonra dışarda elini kolunu sallaya sallaya dolaşması içimize sinmiyor mesela. Kilometre olarak bizlerden uzakta ama muhabbetleri ta içimizde olan Uygur Türkü kardeşlerimize yapılan zulümler; bu zulümlere hadi dünyanın ses çıkarmaması neyse, öz gardaşları olan Türklerin de ses çıkarmaması; hadi onların acısıyla acılanan üç beş gönüllü yiğidin yürüyüş yaptığını ve seslerini duyurmaya çalıştıklarını es geçmeyelim ama onların haberinin hiçbir medya organında yayınlanmaması içimize hiç sinmedi. Avusturalya’daki orman yangınında dünyanın yanan ciğerleri ve o ormanların içerisinde yok olan milyonlarca can ve canlı türü içimize sinmedi elbet. Lakin Avusturalya’nın “çok su içiyorlar” bahanesiyle binlerce deveyi katletmesi de içimize hiç sinmemişti. Arabistan’da her yıl kesilen yüz binlerce kurbandan hemen yanı başında açlıktan kırılan Yemenli kardeşlerimizin payına hiçbir şey düşmemesi içimizi yakıp kavurmuyor mu? Geçtiğimiz günlerde Elazığ ve civarında meydana gelen depreme üzülüp üzülmeyeceğine karar vermek için Google arama motoruna binlerce kişinin “Elazığ Kürt mü?” diye aratması asla içimize sinebilecek bir vaka mıdır? Hiç mi peygamberimizin (s.a.v) kavmiyetçilik üzerine söylediği hadis-i şeriflerden dersimizi almadık? Bütün bunların içimize sinmemesi elbette olması gereken. Böyleyse insanız. Böyleyse değerliyiz. İnsan odur ki başkasının derdiyle dertlenebile. Canı yanınca bütün canlılar tepki verir. İnsan o ki başkasının canı yandığında onun da yüreği yansın. “Komşusu aç iken tok yatmasın” mesela. “Zulmün karşısında sessiz kalarak dilsiz şeytan” derekesine düşmesin. Gönül ister ki dünya içimize sinmeyen bu şeylerin olmadığı bir dünya olsun. Lakin eğer bütün bunlar olup bitecekse Sezai Karakoç’un “Bu dünyada olup biten şeylerin olup bitmemesi için ne yapıyorsun?” sualine verecek bir cevabımız olsun. “Ya elimizle düzeltelim ya dilimizle. İkisi de değilse kalbimizle buğz edelim.” Hiç değilse yansın yüreciğimiz. Mesut Köseoğlu
Ekleme Tarihi: 29 Ocak 2020 - Çarşamba

İÇİMİZE SİNMEYEN BİR ŞEYLER VAR

İÇİMİZE SİNMEYEN BİR ŞEYLER VAR

Hadisat karşısında muhakemede bulunurken müracaat edilecek en muhkem merci vicdandır. Beşeri her türlü nazariye bizi hataya düşürebilecek hükümler vermemize sebebiyet verebilirken vicdan; neyin doğru, neyin yanlış, neyin iyi, neyin kötü olduğunu tespitte en doğru muvazene aracıdır. Çünkü orada ilahi bir vezin vardır.
Vicdan, evet ilahi bir muvazene aracıdır. Helal olan, sevap olan ef’alimizden bir mutluluk ve memnuniyet duyarız. Kimse yere düşen birisini kaldırmak için ona el uzatsa akşama kadar kara kara düşünmez “ben ne yaptım” diye. Bilakis bir saadet ve huzur içindedir. Bunun böyle oluşu bu davranışın cennetteki huzurdan bir parça huzur ile ödüllenişidir aslında. Cennetteki gerçek saadet dünyadaki helal ve güzel işlerin içine küçük küçük yerleştirilmiştir.
Aynanın bir de ters tarafından baktığımızda işlediğimiz kötü bir fiilin içinde de büyük bir kasvet ve boğuculuk vardır. Birisini dolandıran bir adam gönül rahatlığıyle gezemez sokakta. Bakamaz o adamın yüzüne bir daha. Alın size cehennem azabından dünyadaki haram ve kötü bir fiilin içine gizlenmiş küçük bir azap.
Evet, vicdan.
Henüz çocuk kalbimiz, dünya ile kirlenmemiş fıtratımız, okuduğumuz kitaplarda içimize bazı şeylerin sinmesine mani oldu. Kibritçi Kız kitabını okurken vicdanımız hep “hayır” dedi. Küçücük bir kız, kış günü soğukta, üzerine kar yağarken, elindeki kibritleri satmaya çalışırken, donarak ölmemeli. O civarda, o mahallede “gel beraber bizimle bir çorba iç” yahut “al şu montu, ayakkabıyı, bu soğukta hasta olma” diyecek birileri olmalıydı. Kimsenin görmediği, varlığını hissetmediği bir can, o küçücük beden orada donarak ölmemeliydi.
Ağustos Böceği ile Karınca fablını okurken karıncanın kapısına gelen, bir vesileyle ihtiyaç sahibi olan komşusuna iki buğdayı çok görmesi içimize sinmedi asla.  Stokladığı erzaktan yiyebilecekleri o kadar azken iki buğdayı paylaşmaktan imtina etmesi içimize sinmedi. (Özellikle saz çalan bir adam olarak her zaman Ağustos Böceği’nin yanındaydım. Bu da böyle biline.)
Murathan Mungan’ın şiirinde söylediği gibi: Biz büyüdük ve kirlendi dünya.
Evet artık içimize sinmeyen şeyler bu kadar masum şeyler değil. Masallardaki karakterin başına gelenler değil sadece üzüldüklerimiz. Fıtratlar bozulup kalpler kararınca içimize sinmeyen şeylerden bir Kaf Dağı husule gelir oldu.
Defaatle kadın yaralamalarına, taciz ve tecavüzlere karışmış bir esfel-i safilinin iki üç gün hapiste yiyip içip sonra dışarda elini kolunu sallaya sallaya dolaşması içimize sinmiyor mesela.
Kilometre olarak bizlerden uzakta ama muhabbetleri ta içimizde olan Uygur Türkü kardeşlerimize yapılan zulümler; bu zulümlere hadi dünyanın ses çıkarmaması neyse, öz gardaşları olan Türklerin de ses çıkarmaması; hadi onların acısıyla acılanan üç beş gönüllü yiğidin yürüyüş yaptığını ve seslerini duyurmaya çalıştıklarını es geçmeyelim ama onların haberinin hiçbir medya organında yayınlanmaması içimize hiç sinmedi.
Avusturalya’daki orman yangınında dünyanın yanan ciğerleri ve o ormanların içerisinde yok olan milyonlarca can ve canlı türü içimize sinmedi elbet. Lakin Avusturalya’nın “çok su içiyorlar” bahanesiyle binlerce deveyi katletmesi de içimize hiç sinmemişti.
Arabistan’da her yıl kesilen yüz binlerce kurbandan hemen yanı başında açlıktan kırılan Yemenli kardeşlerimizin payına hiçbir şey düşmemesi içimizi yakıp kavurmuyor mu?
Geçtiğimiz günlerde Elazığ ve civarında meydana gelen depreme üzülüp üzülmeyeceğine karar vermek için Google arama motoruna binlerce kişinin “Elazığ Kürt mü?” diye aratması asla içimize sinebilecek bir vaka mıdır? Hiç mi peygamberimizin (s.a.v) kavmiyetçilik üzerine söylediği hadis-i şeriflerden dersimizi almadık?
Bütün bunların içimize sinmemesi elbette olması gereken. Böyleyse insanız. Böyleyse değerliyiz. İnsan odur ki başkasının derdiyle dertlenebile. Canı yanınca bütün canlılar tepki verir. İnsan o ki başkasının canı yandığında onun da yüreği yansın. “Komşusu aç iken tok yatmasın” mesela. “Zulmün karşısında sessiz kalarak dilsiz şeytan” derekesine düşmesin.
Gönül ister ki dünya içimize sinmeyen bu şeylerin olmadığı bir dünya olsun. Lakin eğer bütün bunlar olup bitecekse Sezai Karakoç’un “Bu dünyada olup biten şeylerin olup bitmemesi için ne yapıyorsun?” sualine verecek bir cevabımız olsun. “Ya elimizle düzeltelim ya dilimizle. İkisi de değilse kalbimizle buğz edelim.” Hiç değilse yansın yüreciğimiz.

Mesut Köseoğlu

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.