Gözlerinizin içine bakan bir çocuk sessizce annesinin elini ararken, bir başka odada ekran başındaki anne sosyal medyada “annelik üzerine” bir video izliyor olabilir.
Bu bir kurgu değil. Bu, artık her gün karşılaştığımız bir gerçeklik çarpışması.
Giderek artan bir sorunla karşı karşıyayız: Kadınlarımız, dijital dünyanın parlak ekranlarında kendilerini kaybediyorlar. Evden kaçan kadın sayıları artarken, sosyal medyanın bu artıştaki rolü göz ardı edilemez. Çünkü dijital gerçeklik ile reel hayat arasındaki fark, artık bir uçurum.
Sosyal Medya: Kadının Zihninde Açılan Yeni Bir Sığınak mı?
We Are Social 2024 verilerine göre Türkiye’de kadınlar, günde ortalama 3 saat 21 dakika sosyal medyada vakit geçiriyor. Aynı kadınlar, çocuklarıyla geçirdikleri vakti çoğu zaman 30 dakikanın altında tutuyor.
Peki neden?
Çünkü sosyal medya, bir “kaçış alanı” oldu. Filtrelerle güzelleştirilen yüzler, lüks arabalar, kusursuz eşler, hayali mutluluklar... Kadınlar, kendi yaşamlarını bu dijital tablolarla kıyaslıyor. Ve bu kıyaslama, zamanla kendini değersiz hissetmeye, evliliğini yetersiz görmeye ve hatta evden kaçmaya kadar giden bir zincire dönüşüyor.
Gerçek Hayat mı, Dijital Tohumlar mı?
TÜİK ve Dünya Sağlık Örgütü verileri diyor ki:
18-35 yaş arası kadınların %47’si depresyon ya da kaygı bozukluğu yaşıyor.
Kadınların %62’si sosyal medya içerikleri yüzünden kendini yetersiz hissediyor.
Her 3 kadından 1’i, dijital platformlardaki hayatlara özenip ailesinden uzaklaşıyor.
Gözlerimizi kaçırdığımız bir şey var: Sosyal medya bir sahne. Orada herkes rol kesiyor. Ama bizim hayatımız, sahne değil. Gerçek.
Evden Kaçmak: Çare Değil, Yeni Bir Çıkmaz
Danışmanlık yaptığım kadınların önemli bir kısmı, evdeki sorunlarını sosyal medya ile bastırmaya çalışıyor. Beğeni aldıkça değerli hissettiklerini söylüyorlar. Ancak ekran karardığında, yalnızlık daha da büyüyor.
Evden kaçan bazı kadınlar, ne yazık ki daha sonra psikolojik şiddet, istismar ya da barınma sorunlarıyla karşı karşıya kalıyor. Yani dijital hayal, gerçek bir kâbusa dönüşüyor.
Ne Yapmalıyız?
Sadece şikayet etmekle olmaz. Çözüm üretmeliyiz:
Aile içi iletişimi canlandırmalıyız. Gerçek dokunuşlar, sahte beğenilerden güçlüdür.
Kadınlara dijital okuryazarlık kazandırmalıyız. Sahte içerikle gerçek hayatı ayırmayı öğretmeliyiz.
Danışmanlık merkezlerini yaygınlaştırmalıyız. Sorun büyümeden destek sunmalıyız.
Kadınlara sahici rol modeller göstermeliyiz. Filtreli fenomenler değil, emek veren gerçek kadınlar ilham olmalı.
Son Söz: Sarılmak Bir Filtreye Değil, Bir Kalbe Değer
Kadınlarımızı, çocuklarımızı ve ailemizi dijital yalnızlıktan çekip almak zorundayız. Sosyal medya, belki bir pencere... ama hayatın kendisi değil.
Haydi, pencereyi biraz aralayalım. Gerçek havayı, gerçek sevgiyi, gerçek iletişimi içeri alalım.
Çünkü bir “beğeni” değil, bir sarılma iyileştirir.