Sedat Memili
Köşe Yazarı
Sedat Memili
 

37 CAN 37 YILDIZ: “DERMAN SENDEDİR…”

Ölü sevicinin korkusu insanlıkla yüzleşmektir…   Milyonlarca sabah olduğu gibi o sabahta güneş doğmuş, karanlığı aydınlatmıştı. Gün ile birlikte insanlar da uyanmıştı. Bir gürültü duymuştum akşam. Ne olduğunu sabah anladım; bahçemizde bulunan belki 70 – 80 yıllık dut ağacı yönetici tarafından kestirilmişti. Ağaca konan kuşlar, gölgeye park etmiş arabaların üzerini kirletiyordu: Neden bu… Ağaçtan, dal, yeşillik ve kuşlardan özellikle arabası için rahatsız olan bir insan en basit tanımıyla ‘Nekrofil’dir; Ölü sevici… Nekrofil ruh hali, iyiliğe, güzelliğe, yaşama, sevince, yeniden doğuşa, neşeye yani insanı insan yapan her şeye düşmandır. Yakar, keser, biçer yok eder…  Çünkü onu besleyen, kokuşmuşluk, çürümüşlük, çöp hali… O gün 2 Temmuz 1993 günüydü. İşyerine giderken arabamda Hasret Gültekin’in kaseti vardı. Yayla tadında ve hasat zamanı tonundaki sesiyle, aşığına sesleniyordu. “Vakt-i seherde / Açılır perde / Düştüğün yerde / Derman sendedir…” Bolulu Aşık Himmet, medrese eğitimi aldıktan sonra huzuru tasavvufta buldu. İlginçtir 1609 ve 1684 tarihleri arasında yaşamış bu âlimin deyişleri, 1971 yılında Sivas’ta doğmuş Hasret Gültekin tarafından yeniden keşfedilip dünyaya duyuruluyordu. Ağaç kesen nekrofil insanın iç karartan bunaltısı, Hasret Gültekin’in ruha hitap eden türküsüyle dağıldı. “Düşmüşüm kaldır / Ağlarım güldür / Minnetim oldur / Derman sendedir…” Basından izlemiştim, şu aralar (2 Temmuz 93 Sabahı için) Paris’te bulunan Hasret Gültekin, Sivas’a davet edilmişti. Bu kadar can bir araya gelmişken Hasret Gültekin’siz olmazdı. (Ölüme dahi Hasret’siz gitmediler…) Ben de içimden “Keşke iş yerinden izin alabilseydim de Sivas’a gitseydim” diye hayıflanıyordum. “Benim biçare / Yürek pür pare / Kaldım avare / Derman sendedir” Tatile öylesine ihtiyacım var ki… Üstelik bu yaz sıcağında. İş yerinde radyo dinliyorum. Sivas’ta olaylardan söz ediliyor. İşimize devam ediyoruz. Yapılacak işler, verilecek beyannameler, tahsil edilecek çekler, ödenecek senetler, temin edilecek hammadde, stok bakiyeleri ve maliyetleri arasında ne büyük bedeller ödeyeceğimizi bilmeden çalışıyoruz. Bir ara radyodan uzaklaştım.   YANGINI VOLKAN GÖRÜREM KORKMİREM O aralar, Muhlis Akarsu’nun çok sevdiğim ve o dönemi mükemmel özetleyen bir türküsü dillerden dillere dolaşıyordu. Muhlis Akarsu, korkmayan yiğit bir adamın türküsünü haykırıyordu. Arif Sağ, Yavuz Top ve Muhlis Akarsu’nun gönüllerini paylaştıkları Muhabbet Serisi’nden: “Aybalaaaam / Tek başıma çıkıram ben / Dağlara bala dağlara bala dağlara Yangını volkan görirem / Cin görirem can görirem / Mezerde hortlak görirem Bin türlü tufan görirem / Gulllibi yaban görirem korkmirem Korkmirem bala korkmirem…”   1993 yılları, yine görünmez zannedilen bir el (Oysa kimlerin elleri olduğu gayet açık) güzel yurdumun güzel insanlarını huzursuz etmeye çalışıyordu. Laiklerin, dincilerden korktuğu; dincilerin laikleri yok etmenin sevap olduğunu zannettikleri saçma sapan inançların ortaya döküldüğü zamanlara giriyorduk. “Aybalaaaam / Şafak vakti düşirem ben / Çöllere bala çöllere bala çöllere Kükremiş aslan görirem / Kan giyen sırtlan görirem / Dalgalı umman görirem Cin görirem can görirem / Mezerde hortlak görirem / Bin türlü tufan görirem Gullibi yaban görirem korkmirem Korkmirem bala korkmirem…”   ZİKİRLERİNDEN FİKİRLERİNDEN KORKİREM Aydınlık kafaların korkmadığı belalar bunlardı. Peki, Akarsu neyden korktuğunu itiraf ediyordu: Aybalaaaam / Bu korkmamazlığım ile/ Vallahi bala billahi bala tillahi bala Harda bir yobaz görirem / Harda bir softa görirem / Harda bir molla görirem Korkirem bala korkirem bala korkirem Dalgalı fikirlerinden / Riyakâr zikirlerinden /Korkirem bala korkirem bala korkirem Korkirem bala korkirem…”   BAHÇEMİN DUT AĞACI GİBİ Ve Radyolardan bir felaketin haberini duydum. İnsanlarımız, bir ağaç gibi devriliyordu. İnanamadım. Bu kez iş yerinden izin almadan eve gittim. Çaresiz kalmış ters kaplumbağa gibi kendimi evimde divana attım. Babamı kaybettiğim zaman dahi gözyaşlarıma hâkim olmuştum; ama o an hâkim olamadım. Olamıyorum. Babamın ölümü, “Ankebut Suresinde açıklandığı gibi: “Her nefis ölümü tadacaktır” Öyle bir ölüm... Babamın bedeni öldü, ama Sivas’ta insanlık öldürülüyordu. Televizyonda o alevleri, dumanları, o sakallı yobazları, insan olarak aramızda dolaşanları gördükçe dehşete düştüm:   “Korkirem, dalgalı fikirlerinden, riyakar zikirlerinden korkirem balam korkirem…” Ve korktuğunun boşa olmadığı görüldü. Riyakâr zikirli, dalgalı fikirli” adamlarca yakılarak yıldızlaştı. Ben mi? Hala korkuyorum; Onlar yetmedi, şimdi ölümler, komşularımıza ihraç edildi. Bunun adına insanlık deniyor. Paris’te yaşayan ve dostlarını kırmayarak konser programlarını iptal edip bir günlüğüne Sivas’a gelen Hasret Gültekin… O ağacı kesen nekrofil ruhlu insan, hayatı boyu o ağaç kadar insanlığa yararı dokunmuş mudur ki; sanmıyorum…   ÖLÜ SEVİCİNİN KORKUSU İNSANLAŞMAKTIR… Hasret’i, Muhlis’i ve daha nice canları, ağızlarından salya çıkararak ve o pis ağızlarında, kutsal kelimeleri de iğfal ederek (Ki asla o kutsalları kirletmeye de güçleri yetmeyecektir) yakanlar, onların ayaklarının tozu dahi olacak kalitede miydi? Onların en büyük ihaneti, gölgesi altına sığındıkları o muhteşem kutsal değerlere yapılmıştı. Ve Hasret Gültekin’in kulaklarımdan çıkmayan sesi: “Nefs-i zalimi / Sundum elimi / Gözle halimi / Derman sendedir…” Derviş Himmet'e / Derdi firkate / Çare vuslata / Derman sendedir…” Ölü sevici ruh karakteri, kendine dahi değer vermeyip, Allah’a itaat etmenin masumiyet ve saflığını, kula itaat ederek kirleten kişi, kara cahildir. Kara cahil ise insanlığın hiçbir meziyetine değer vermez. Ne sanata, ne edebiyata, resme, heykele, müziğe değer vermez; Onlara düşmandır. Çünkü bu erdemler bir ölü seviciye, insanlığı, dürüstlüğü, doğruluğu ve hepsinden ötesi, temiz ve kirlenmemiş bir inancı Allah’ itaati hatırlatır. O ölü sevici ki, ışığı görünce dağılan, ömrü tükenen ucube yaratıklar gibi karanlıklarla beslenir. O ölü sevici ki, kendi inancının ulviliğinden bile habersiz… Ölü sevicinin korkusu insanlıkla yüzleşmektir… Bu gün 2 Temmuz, Canların göğe yükselmelerinin 22.nci yıldönümü. Hakka yürüyenler, gün be gün yeniden doğup yeşerirken, o karanlık zihniyetin sahipleri, gün be gün tükenip, her gün ölmekteler… Hasret Gültekin ve Muhlis Akarsu’nun şahsında, 37 Can ve bütün mazlumları saygıyla anıyorum. (*) Bu yazı 2 Temmuz 2015 yılında yazılmıştır.                        
Ekleme Tarihi: 03 Temmuz 2023 - Pazartesi

37 CAN 37 YILDIZ: “DERMAN SENDEDİR…”

Ölü sevicinin korkusu insanlıkla yüzleşmektir…

 

Milyonlarca sabah olduğu gibi o sabahta güneş doğmuş, karanlığı aydınlatmıştı.

Gün ile birlikte insanlar da uyanmıştı. Bir gürültü duymuştum akşam. Ne olduğunu sabah anladım; bahçemizde bulunan belki 70 – 80 yıllık dut ağacı yönetici tarafından kestirilmişti.

Ağaca konan kuşlar, gölgeye park etmiş arabaların üzerini kirletiyordu: Neden bu…

Ağaçtan, dal, yeşillik ve kuşlardan özellikle arabası için rahatsız olan bir insan en basit tanımıyla ‘Nekrofil’dir; Ölü sevici…

Nekrofil ruh hali, iyiliğe, güzelliğe, yaşama, sevince, yeniden doğuşa, neşeye yani insanı insan yapan her şeye düşmandır.

Yakar, keser, biçer yok eder…  Çünkü onu besleyen, kokuşmuşluk, çürümüşlük, çöp hali…

O gün 2 Temmuz 1993 günüydü.

İşyerine giderken arabamda Hasret Gültekin’in kaseti vardı.

Yayla tadında ve hasat zamanı tonundaki sesiyle, aşığına sesleniyordu.

“Vakt-i seherde / Açılır perde / Düştüğün yerde / Derman sendedir…”

Bolulu Aşık Himmet, medrese eğitimi aldıktan sonra huzuru tasavvufta buldu. İlginçtir 1609 ve 1684 tarihleri arasında yaşamış bu âlimin deyişleri, 1971 yılında Sivas’ta doğmuş Hasret Gültekin tarafından yeniden keşfedilip dünyaya duyuruluyordu.

Ağaç kesen nekrofil insanın iç karartan bunaltısı, Hasret Gültekin’in ruha hitap eden türküsüyle dağıldı.

“Düşmüşüm kaldır / Ağlarım güldür / Minnetim oldur / Derman sendedir…”

Basından izlemiştim, şu aralar (2 Temmuz 93 Sabahı için) Paris’te bulunan Hasret Gültekin, Sivas’a davet edilmişti. Bu kadar can bir araya gelmişken Hasret Gültekin’siz olmazdı. (Ölüme dahi Hasret’siz gitmediler…)

Ben de içimden “Keşke iş yerinden izin alabilseydim de Sivas’a gitseydim” diye hayıflanıyordum.

“Benim biçare / Yürek pür pare / Kaldım avare / Derman sendedir”

Tatile öylesine ihtiyacım var ki… Üstelik bu yaz sıcağında.

İş yerinde radyo dinliyorum. Sivas’ta olaylardan söz ediliyor.

İşimize devam ediyoruz. Yapılacak işler, verilecek beyannameler, tahsil edilecek çekler, ödenecek senetler, temin edilecek hammadde, stok bakiyeleri ve maliyetleri arasında ne büyük bedeller ödeyeceğimizi bilmeden çalışıyoruz.

Bir ara radyodan uzaklaştım.

 

YANGINI VOLKAN GÖRÜREM KORKMİREM

O aralar, Muhlis Akarsu’nun çok sevdiğim ve o dönemi mükemmel özetleyen bir türküsü dillerden dillere dolaşıyordu.

Muhlis Akarsu, korkmayan yiğit bir adamın türküsünü haykırıyordu. Arif Sağ, Yavuz Top ve Muhlis Akarsu’nun gönüllerini paylaştıkları Muhabbet Serisi’nden:

“Aybalaaaam / Tek başıma çıkıram ben / Dağlara bala dağlara bala dağlara

Yangını volkan görirem / Cin görirem can görirem / Mezerde hortlak görirem

Bin türlü tufan görirem / Gulllibi yaban görirem korkmirem

Korkmirem bala korkmirem…”

 

1993 yılları, yine görünmez zannedilen bir el (Oysa kimlerin elleri olduğu gayet açık) güzel yurdumun güzel insanlarını huzursuz etmeye çalışıyordu. Laiklerin, dincilerden korktuğu; dincilerin laikleri yok etmenin sevap olduğunu zannettikleri saçma sapan inançların ortaya döküldüğü zamanlara giriyorduk.

“Aybalaaaam / Şafak vakti düşirem ben / Çöllere bala çöllere bala çöllere

Kükremiş aslan görirem / Kan giyen sırtlan görirem / Dalgalı umman görirem

Cin görirem can görirem / Mezerde hortlak görirem / Bin türlü tufan görirem

Gullibi yaban görirem korkmirem

Korkmirem bala korkmirem…”

 

ZİKİRLERİNDEN FİKİRLERİNDEN KORKİREM

Aydınlık kafaların korkmadığı belalar bunlardı. Peki, Akarsu neyden korktuğunu itiraf ediyordu:

Aybalaaaam / Bu korkmamazlığım ile/ Vallahi bala billahi bala tillahi bala

Harda bir yobaz görirem / Harda bir softa görirem / Harda bir molla görirem

Korkirem bala korkirem bala korkirem

Dalgalı fikirlerinden / Riyakâr zikirlerinden /Korkirem bala korkirem bala korkirem

Korkirem bala korkirem…”

 

BAHÇEMİN DUT AĞACI GİBİ

Ve Radyolardan bir felaketin haberini duydum. İnsanlarımız, bir ağaç gibi devriliyordu. İnanamadım. Bu kez iş yerinden izin almadan eve gittim. Çaresiz kalmış ters kaplumbağa gibi kendimi evimde divana attım. Babamı kaybettiğim zaman dahi gözyaşlarıma hâkim olmuştum; ama o an hâkim olamadım. Olamıyorum. Babamın ölümü, “Ankebut Suresinde açıklandığı gibi: “Her nefis ölümü tadacaktır” Öyle bir ölüm... Babamın bedeni öldü, ama Sivas’ta insanlık öldürülüyordu. Televizyonda o alevleri, dumanları, o sakallı yobazları, insan olarak aramızda dolaşanları gördükçe dehşete düştüm:  

“Korkirem, dalgalı fikirlerinden, riyakar zikirlerinden korkirem balam korkirem…”

Ve korktuğunun boşa olmadığı görüldü. Riyakâr zikirli, dalgalı fikirli” adamlarca yakılarak yıldızlaştı. Ben mi? Hala korkuyorum;

Onlar yetmedi, şimdi ölümler, komşularımıza ihraç edildi.

Bunun adına insanlık deniyor. Paris’te yaşayan ve dostlarını kırmayarak konser programlarını iptal edip bir günlüğüne Sivas’a gelen Hasret Gültekin…

O ağacı kesen nekrofil ruhlu insan, hayatı boyu o ağaç kadar insanlığa yararı dokunmuş mudur ki; sanmıyorum…

 

ÖLÜ SEVİCİNİN KORKUSU İNSANLAŞMAKTIR…

Hasret’i, Muhlis’i ve daha nice canları, ağızlarından salya çıkararak ve o pis ağızlarında, kutsal kelimeleri de iğfal ederek (Ki asla o kutsalları kirletmeye de güçleri yetmeyecektir) yakanlar, onların ayaklarının tozu dahi olacak kalitede miydi?

Onların en büyük ihaneti, gölgesi altına sığındıkları o muhteşem kutsal değerlere yapılmıştı.

Ve Hasret Gültekin’in kulaklarımdan çıkmayan sesi:

“Nefs-i zalimi / Sundum elimi / Gözle halimi / Derman sendedir…”

Derviş Himmet'e / Derdi firkate / Çare vuslata / Derman sendedir…”

Ölü sevici ruh karakteri, kendine dahi değer vermeyip, Allah’a itaat etmenin masumiyet ve saflığını, kula itaat ederek kirleten kişi, kara cahildir.

Kara cahil ise insanlığın hiçbir meziyetine değer vermez.

Ne sanata, ne edebiyata, resme, heykele, müziğe değer vermez; Onlara düşmandır.

Çünkü bu erdemler bir ölü seviciye, insanlığı, dürüstlüğü, doğruluğu ve hepsinden ötesi, temiz ve kirlenmemiş bir inancı Allah’ itaati hatırlatır.

O ölü sevici ki, ışığı görünce dağılan, ömrü tükenen ucube yaratıklar gibi karanlıklarla beslenir. O ölü sevici ki, kendi inancının ulviliğinden bile habersiz…

Ölü sevicinin korkusu insanlıkla yüzleşmektir…

Bu gün 2 Temmuz, Canların göğe yükselmelerinin 22.nci yıldönümü. Hakka yürüyenler, gün be gün yeniden doğup yeşerirken, o karanlık zihniyetin sahipleri, gün be gün tükenip, her gün ölmekteler…

Hasret Gültekin ve Muhlis Akarsu’nun şahsında, 37 Can ve bütün mazlumları saygıyla anıyorum.

(*) Bu yazı 2 Temmuz 2015 yılında yazılmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.