Sedat Memili
Köşe Yazarı
Sedat Memili
 

12 EYLÜL’E GELİŞ VE HİSSETTME DUYGUMUZ

Ölenler, öldükleri için; kalanlar da hayatta kaldıkları için hissetmiyorlardı. Hissetmeden yaşayanların ülkesi olduğumuzu On beş, yirmi yıl sonra fark ettik. Bir sabah uyandım. Daha doğrusu öyle zannettim. O sabahtan sonra uzun müddet uyutulacağımı bilmiyordum. Radyoda Hasan Mutlucan; Önce rastlantı olduğunu düşündüm. Ardından Müşerref Akay... Daha da ardından ; "Yüce Türk Milleti" diye başlayan nutuk. Duyduğum nutka göre bu ülkeyi Atatürk bize emanet etmiş. "Yüce Türk Milleti!" diye nutka başlayanların, bu emanete nasıl ihanet ettiklerini görme talihsizliğiyle yüzleştim. Sokaklar bomboştu. Askeri araçlar devriye geziyor. Belediye araçları da güvenlik nedeniyle halkın sokağa çıkmaması gerektiğini bağırıyordu. Askeri darbe zamanlarında en iyi halk sokağa çıkmayan halktı. En makbul insan ise konuşmayandı. Konuşan, makbullerde vardı elbette. Havada "ihtilal" kokusu vardı. Bu kokunun ne kadar pis olduğu çok sonraları ortaya çıkacaktı. Evet, sokağa çıkmayacaktık ama eşimin dişi ağrıyordu. Bir gece önce konuştuğumuzda onu diş doktoruna götüreceğime söz vermiştim.   İHTİLALLER İNSANA İNSAN OLDUĞUNU UNUTTURUR İhtilallarda bütün sözler ertelenir. İnsani bütün ihtiyaçlar askıya alınır. İnsana insan olduğunu unutturur ve insan gibi yaşama değerinin ne olduğunu anımsatır. İhtilallar, sözünde durmamanın yasal gerekçeleridir. Yerine getirilmeyecek yeni sözlerin verilmesidir ihtilal. İnandırıcılık için, namlular yeterliydi. Demokrasilerle, tutulmayacak sözler kürsüden, ihtilallarda ise namlunun ucundan verilir. Demokrasi zamanının sözleri, ihtilalda namluya dönüşür.   KURŞUNUN ŞAKASI YOKTUR Sözlerin şakası veya "pardon"u vardır; ama kurşunun yoktur. . Eşimin diş ağrısının da şakası yoktu. İki sesin arasında kaldım. Evren'in "Yüce Türk Milleti." ile eşimin "Ah! Dişim ağrıyor." Eşim sanki Vatan'dı. Bir an vatanın dişi ağrıyor diye düşündüm. Evren ağrıyan dişi çekecekti.(!) Eşimin mikrop toplayan dişi abse yapmıştı. Evren de vatanda mikrop toplayan dişleri çekecekti. Sonra kafam takıldı. Mikrop toplayan dişler hangisiydi? O zaman karpuzlar bile "solcu" ve "sağcı" olarak ikiye ayrılmıştı. Kimler temizlenecekti; solcular mı sağcılar mı? (Temizlemek; ne kadar kirli bir kelime) Sağcılar, bu vatanı mikrop saydıkları solculardan kurtarmak için çalışıyorlardı. Solcularda aynı vatanı kurtarmak için mikrop dedikleri sağcılara savaş açmışlardı. Bu vatanı kurtarmak isteyenler, birbirlerini temizlerken, vatanda neler olup bittiğini kimse göremiyordu. Sonunda vatanı ele geçirmeyi başaran uluslararası şirketler, vatanı kurtarmaya çalışanları toptan temizleme girişimini başlattı. Bu olay tarihe 12 Eylül olarak geçti.   HİSSETMEYEN BİR TOPLUM Vatanı kurtarmak isteyenlerin birbirlerine sıktığı kurşunlarla, Vatan’ı, “vatanı kurtarmak isteyenlerden” kurtarmak için emniyet güçlerinin birbirine sıktığı kurşunlar havada uçuştu. Ölenler öldü; kalanlar fark etti ki, kurşun onların hissetme duygularını kalbinden vurmuş. Kurşunlananlar ölmüş, ölmeyenler ise hissetmez olmuştur. Evet, şakasız hissetmeyen bir toplum olduk; örneğin artık hırsızlık seçim tercihlerini engellemiyor. İstismar, kayırmacılık, adaletsizlik, kendi lehine haksızlık bırakın karşı konulacak bir durumu tam tersine, ele geçirilmek ve sahip olunacak bir meziyet haline gelmiş. Ölenler, öldükleri için hissetmiyorlardı; kalanlar da hayatta kaldıkları için hissetmiyorlardı. Hissetmeden yaşayanların ülkesi olduğumuzu on beş, yirmi yıl sonra fark ettik. Coğrafyamızın bir geleneğidir; Hükümdara hata yapılmazdı. Hükümdara ve kararlarına karşı olmak günahların en büyüğü idi…   HATA YAPANLAR BESLENMEDİ Hükümdara hata yapanlar beslenmezdi; beslenmedi de… (Birde asılmayıp beslenenlerin hikâyeleri yayınlandı. Keşke asılsaydık ta beslenmeseydik diye feryat ediyorlardı) Hükümdar öylesine adi(l)di ki, bazen beslenmeyip öldürülecek olan küçükse, adaleti yerine getirerek, yaşları büyütüldü. Çağ atladık dedi, bu karanlıklaştırılan topraklardan büyüyen siyasetçiler; doğruydu. 21. Yy’dan 15. Yy’a hızla geçiş yapmıştır. Bizim gibi, Köy Enstitülü öğretmenlerin yetiştirdiği cahiller bu dönüşü anlayamadı. İmam Hatiplerden bu dönüşümü anlayan, yarım metre çaputla neremizi örteceğimiz konusunda yıllarca ahkâm kesen profesörler yetişti. Ama bu çaputla örtünenlerin, sosyal hakları, sigortalıkları, istihdam sorunları, insan yerine konmaları, merdiven altlarındaki iş yerlerinde köle gibi karın tokluğuna çalıştırılmaları  gibi onlarca sorun, bilim ile birlikte karanlığa gömüldü. Görmek istemediklerimizi yaşarken, hayal ettiklerimizi ekranlarda izledik. Sanallaştı her şey. Solon’dan beri yeni bir demokrasi çıktı; “Artık zincirlerimizi kendimiz seçecek kadar özgür olduk…”   ZİNCİRLERİ SEÇME ÖZGÜRLÜĞÜ Zincirleri kırmak aklımızdan ve hayalimizden geçmiyordu; çünkü cep telefonlarımız, kredi kartlarımız, Facebooklarımız ve laklakalarımızla o denli meşgulüz ki, özgürleşmek, zincirlerimizi kırmayı düşünmeye vaktimiz yok. Ama övünecek başka değerler bulduk; benim zincirim seninkinden parlak…         Ben, filanca cemaatin müridiyim, diye övünenler, ben filanca ideolojinin militanıyım diyenler, Türkiye’nin ne kadar demokrasiye yaklaştıklarını iddia ettiler; oysa iradenin teslim edildiği yerde demokrasinin olmayacağını unutmuştuk. * Evet, o 12 Eylül’dü… Buna neden olanlar yatacak toprak bulamasınlar…    
Ekleme Tarihi: 11 Eylül 2023 - Pazartesi

12 EYLÜL’E GELİŞ VE HİSSETTME DUYGUMUZ

Ölenler, öldükleri için; kalanlar da hayatta kaldıkları için hissetmiyorlardı.

Hissetmeden yaşayanların ülkesi olduğumuzu

On beş, yirmi yıl sonra fark ettik.

Bir sabah uyandım.

Daha doğrusu öyle zannettim. O sabahtan sonra uzun müddet uyutulacağımı bilmiyordum.

Radyoda Hasan Mutlucan; Önce rastlantı olduğunu düşündüm.

Ardından Müşerref Akay... Daha da ardından ; "Yüce Türk Milleti" diye başlayan nutuk.

Duyduğum nutka göre bu ülkeyi Atatürk bize emanet etmiş.

"Yüce Türk Milleti!" diye nutka başlayanların, bu emanete nasıl ihanet ettiklerini görme talihsizliğiyle yüzleştim.

Sokaklar bomboştu. Askeri araçlar devriye geziyor.

Belediye araçları da güvenlik nedeniyle halkın sokağa çıkmaması gerektiğini bağırıyordu.

Askeri darbe zamanlarında en iyi halk sokağa çıkmayan halktı.

En makbul insan ise konuşmayandı. Konuşan, makbullerde vardı elbette.

Havada "ihtilal" kokusu vardı. Bu kokunun ne kadar pis olduğu çok sonraları ortaya çıkacaktı.

Evet, sokağa çıkmayacaktık ama eşimin dişi ağrıyordu. Bir gece önce konuştuğumuzda onu diş doktoruna götüreceğime söz vermiştim.

 

İHTİLALLER İNSANA İNSAN OLDUĞUNU UNUTTURUR

İhtilallarda bütün sözler ertelenir. İnsani bütün ihtiyaçlar askıya alınır. İnsana insan olduğunu unutturur ve insan gibi yaşama değerinin ne olduğunu anımsatır.

İhtilallar, sözünde durmamanın yasal gerekçeleridir.

Yerine getirilmeyecek yeni sözlerin verilmesidir ihtilal. İnandırıcılık için, namlular yeterliydi.

Demokrasilerle, tutulmayacak sözler kürsüden, ihtilallarda ise namlunun ucundan verilir.

Demokrasi zamanının sözleri, ihtilalda namluya dönüşür.

 

KURŞUNUN ŞAKASI YOKTUR

Sözlerin şakası veya "pardon"u vardır; ama kurşunun yoktur. .

Eşimin diş ağrısının da şakası yoktu. İki sesin arasında kaldım.

Evren'in "Yüce Türk Milleti." ile eşimin "Ah! Dişim ağrıyor." Eşim sanki Vatan'dı.

Bir an vatanın dişi ağrıyor diye düşündüm. Evren ağrıyan dişi çekecekti.(!)

Eşimin mikrop toplayan dişi abse yapmıştı. Evren de vatanda mikrop toplayan dişleri çekecekti. Sonra kafam takıldı. Mikrop toplayan dişler hangisiydi?

O zaman karpuzlar bile "solcu" ve "sağcı" olarak ikiye ayrılmıştı. Kimler temizlenecekti; solcular mı sağcılar mı? (Temizlemek; ne kadar kirli bir kelime)

Sağcılar, bu vatanı mikrop saydıkları solculardan kurtarmak için çalışıyorlardı. Solcularda aynı vatanı kurtarmak için mikrop dedikleri sağcılara savaş açmışlardı. Bu vatanı kurtarmak isteyenler, birbirlerini temizlerken, vatanda neler olup bittiğini kimse göremiyordu. Sonunda vatanı ele geçirmeyi başaran uluslararası şirketler, vatanı kurtarmaya çalışanları toptan temizleme girişimini başlattı.

Bu olay tarihe 12 Eylül olarak geçti.

 

HİSSETMEYEN BİR TOPLUM

Vatanı kurtarmak isteyenlerin birbirlerine sıktığı kurşunlarla, Vatan’ı, “vatanı kurtarmak isteyenlerden” kurtarmak için emniyet güçlerinin birbirine sıktığı kurşunlar havada uçuştu.

Ölenler öldü; kalanlar fark etti ki, kurşun onların hissetme duygularını kalbinden vurmuş.

Kurşunlananlar ölmüş, ölmeyenler ise hissetmez olmuştur.

Evet, şakasız hissetmeyen bir toplum olduk; örneğin artık hırsızlık seçim tercihlerini engellemiyor. İstismar, kayırmacılık, adaletsizlik, kendi lehine haksızlık bırakın karşı konulacak bir durumu tam tersine, ele geçirilmek ve sahip olunacak bir meziyet haline gelmiş.

Ölenler, öldükleri için hissetmiyorlardı; kalanlar da hayatta kaldıkları için hissetmiyorlardı.

Hissetmeden yaşayanların ülkesi olduğumuzu on beş, yirmi yıl sonra fark ettik.

Coğrafyamızın bir geleneğidir; Hükümdara hata yapılmazdı. Hükümdara ve kararlarına karşı olmak günahların en büyüğü idi…

 

HATA YAPANLAR BESLENMEDİ

Hükümdara hata yapanlar beslenmezdi; beslenmedi de… (Birde asılmayıp beslenenlerin hikâyeleri yayınlandı. Keşke asılsaydık ta beslenmeseydik diye feryat ediyorlardı)

Hükümdar öylesine adi(l)di ki, bazen beslenmeyip öldürülecek olan küçükse, adaleti yerine getirerek, yaşları büyütüldü.

Çağ atladık dedi, bu karanlıklaştırılan topraklardan büyüyen siyasetçiler; doğruydu. 21. Yy’dan 15. Yy’a hızla geçiş yapmıştır. Bizim gibi, Köy Enstitülü öğretmenlerin yetiştirdiği cahiller bu dönüşü anlayamadı. İmam Hatiplerden bu dönüşümü anlayan, yarım metre çaputla neremizi örteceğimiz konusunda yıllarca ahkâm kesen profesörler yetişti.

Ama bu çaputla örtünenlerin, sosyal hakları, sigortalıkları, istihdam sorunları, insan yerine konmaları, merdiven altlarındaki iş yerlerinde köle gibi karın tokluğuna çalıştırılmaları  gibi onlarca sorun, bilim ile birlikte karanlığa gömüldü.

Görmek istemediklerimizi yaşarken, hayal ettiklerimizi ekranlarda izledik. Sanallaştı her şey.

Solon’dan beri yeni bir demokrasi çıktı; “Artık zincirlerimizi kendimiz seçecek kadar özgür olduk…”

 

ZİNCİRLERİ SEÇME ÖZGÜRLÜĞÜ

Zincirleri kırmak aklımızdan ve hayalimizden geçmiyordu; çünkü cep telefonlarımız, kredi kartlarımız, Facebooklarımız ve laklakalarımızla o denli meşgulüz ki, özgürleşmek, zincirlerimizi kırmayı düşünmeye vaktimiz yok.

Ama övünecek başka değerler bulduk; benim zincirim seninkinden parlak…        

Ben, filanca cemaatin müridiyim, diye övünenler, ben filanca ideolojinin militanıyım diyenler, Türkiye’nin ne kadar demokrasiye yaklaştıklarını iddia ettiler; oysa iradenin teslim edildiği yerde demokrasinin olmayacağını unutmuştuk.

*

Evet, o 12 Eylül’dü…

Buna neden olanlar yatacak toprak bulamasınlar…

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.