Nesibe TÜKEL
Köşe Yazarı
Nesibe TÜKEL
 

BİR DOKTORUN KORONA GÜNLÜĞÜ

BİR DOKTORUN KORONA GÜNLÜĞÜ Göğüs hastalıkları profesörü hastalık süresince günlük tuttu. Hastalığı sürecinde Korona günlükleri tutan gögüs hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Muhammed Emin Akkoyunlu yaşadığı süreci sosyal medya hesabından paylaştı.  Makale uzun gelebilir lâkin zamanımızın çok olduğu bu günlerde lütfen ibretle okuyun, okutun. Emin olun ders alınacak o kadar güzel şeyler var ki. Bugün bunu okurken sıkılmayın. Sadece empati yapın ve kendinizi Profesörümüzün yerine koyun. Nesibe TÜKEL  .................... Ağrılar uyumamı engelliyor. Bacak kaslarımda, kalça kemiklerimde ve eklemde dayanılmaz ağrılar var. Hiçbir pozisyonda rahat edemiyorum. Diş ağrısında bile kullanmadığım ağrı kesiciyi almak için kalkıyorum yataktan. Yürümem bile zor. Bugün ikindi vakti başladı. Arabayı bile zor kullandım. İlk başta bel fıtığı gibiydi ama şiddeti ve yeri değişti. Dayanılmaz boyutta.  Telefonuma mesajlar geliyor. Çok kızıyorum gecenin 12’si, bu saate geniş gruplara mesaj atanlara. Off ağrı çok fazla dikkatimi dağıtamıyorum. Telefonu istemsiz elime alıyorum. Asistanım Egemen mesaj atmış. Hayırdır. Bu saatte genelde atmaz. “ Hocam testiniz pozitif çıkmış” “benimki de pozitif çıkmış” Durumunu soruyorum; iyi şükür. Şikayeti yok. “Mehmedin ki ?” diye soruyorum.“ Mehmet hocanın negatif” Oh diyorum klinikte sağlam bir hoca kaldı şükür. Kendi derdimle ilgilenebilirim. 5 gün önce (corona vakalarının görüldüğü 2. Hafta) corona kontrol noktasını aşıp, astım ve nefes darlığı şikayeti ile göğüs hastalıkları polikliniğine gelen hasta corona çıkmış ve üzerimde sadece cerrahi maske vardı. O temastan 5. gün sonra henüz semptomum yokken örnek vermiştim. Örnek sonucu bir gün sonra gece yarısı pozitif olarak geldi. Aslında tahmin ediyordum evde izolasyon şartlarını da oluşturmuştum bu nedenle. Ama pozitif çıkması bir başka. Şüphelendiğimde; hayatınız adına zar atma ihtimali varken test pozitif çıkınca o zar atılmış oluyor. İtalya’da ölüm oranı %12, Fransa’da %9, İran’da %9 du. Tavla oynayanlar bilir, ölüm ihtimaliniz düşeş gelme ihtimalinden daha fazla. Garip bir duygu. Diyor ya şair “ garip bir duyguymuş ölmek be anne” Kendi ölümünü görmek… Henüz ihtimal de olsa farklıymış. Yaşadığımız tüm ölümler, bu duygudan uzaklaştırmış beni. İki kez trafik kazası geçirdim. İkisinde de kamyonun altında kaldım, birinde yaya, diğerinde araç içinde. Ani ve keskin bir ölüm hissiydi. Düşünmeye fırsat olmayınca da anlaşılmıyormuş o duygu. Hani gurbette okuyanlar bilir tatil için gitmişsinizdir ailenizin yanına. Bir davet gelir. Anneniz “Muhammed geldi. Muhammedi gönderelim sonra görüşürüz” der gibi bir şey. Siz gideceksiniz. Ve geriye kalan her şey biraz buruk ve hüzünlü ama devam edecek. Değer yargılarını değiştiren bir duygu. Kelimelerin ruhunu, anlamını değiştiren. Mesela “ gelecek” kelimesinin anlamı değişiyor. İçinde siz yoksunuz o kelimenin. Boşluğa düşüyor birden. En önemsiz kelime oluyor “gelecek”. Mesela “iyi/kötü” değişiyor. “yakın/uzak” ve “ doğru/ yanlış” değişiyor. Off belim. Çok ağrıyor. Eşimin telefonu kaplı biliyorum. Gece gece rahatsız etmeyeyim. Sabah kalkınca görsün diye mesaj atıyorum. Kalkıyorum bir parol daha ve melox alıyorum. Hiç profesyonelce değil biliyorum. Ama şimdiye kadar ağrı kesici kullanmamama say diyorum. Uyku mu? O da gitti. Film şeritleri birbirine girdi. Neler neler geliyor, yarım, bölük pörçük. Hiç filmlerde ki gibi değil. Allah'tan yalnızım soru soran yok. Yoksa bu önemli anda öyle unutulmaz, deruni bir cevap verme ihtimalim sıfır… Ağrıda kısmen azalma var. Yarın zor bir gün olacak uyumam lâzım diye toparlamaya çalışıyorum zihnimi. Sabah ezanı okunuyor. Kalkıp namaz kılıyorum. Zihnim konsantre olamıyor namaza da. İlk kaçan keçi konsantrasyon becerim oldu diyorum içimden. Keyfli olacak. Tekrar yatağa giriyorum. Ağrılar azalmışken uyumam lazım. Uyku, hafif bilinç değişikliğinden öteye geçmiyor. Farkındalık ta kısmi azalma var o kadar. Ağrılar yine var. Uyku beni uzaklaştırırken ağrılarım engelliyor, kendime getiriyor. Bir nimet acılar, farkındalığı artıran. Muhammed! Muhammed!” Gözümü açıyorum. Eşim. Kalk diyor “Hastaneyi ayarladım yatış yapacağız” Kalkıyorum ağrım az. Prosedürler, filimler, izolasyon. İzolasyon çok ilginç geliyor artık. Herkes giyinmişken kendimi çıplak gibi hissediyorum onların arasında. O taraftan bu tarafa geçmek daha ilginç. Ağrılarım başlıyor. Çok şiddetli. Odaya gidemiyorum. Tekerlekli sandalye geliyor. Orda oturmak başka bir eziyet. Dişimi sıkıyorum. Oda… Yalnız… 5 gün… 5 gün dayan geçecek.  Ağrılara, yalnızlığa, 5 gün dayan. Erken başlanıyor tedavi, yaşın daha genç, ek hastalık yok. Ateş yok. Toparlayacağız diyorum, toparlayacağız inşallah. Ben göğüs hastalıkları uzmanı ve eşim enfeksiyoncu. Tedavimi düzenlemiş. Bana da soruyor ek bir öneri var mı diye. Klorakin, azitro ve oseltamavir başat tedavi. Yüksek doz C vit, parol, asist, clexan... “clexanı çıkartın hareket edeceğim” diyorum. Telefon susmuyor. Ard arda arayanlar. Konuşma biter bitmez bir başkası. Kafam dağılıyor. İyi oluyor aslında ağrımı bile unutturuyor nerdeyse. İyiyim diyorum. İyiyim dedikçe iyi olacakmışım gibi hissediyorum. 5 gün. Sık dişini geçer. Eşime mesaj yazmaya çalışıyorum konuşma aralarında. “Anneme söyleme. O dayanamaz. Babam daha metin ama anneme söyler. 3 5 gün zaten, idare et. Bir şeyler söyle nöbette de, biz bile görüşemiyoruz de” Akşam saatleri, ağrılar çok şiddetli. Üşüme ve titreme var. Tutunduğum tek dalda gidiyor elimden ateşim çıkıyor. Bakmayacağım ateşe. Çıkar sonrada düşer. Su içmem lazım. Ateş olunca su kaybı artar. En az 600 cc fazladan sıvı almam gerekiyor. Su içmek ne kadar zor. Suyun tadı bile bozuk, acı buruk bir tad. Gözümü yumacam, içeçem. Birde böbrekler ile uğraşmamam lazım. İnanılmaz bir halsiliğim var. Ateşim kaç? Kafamda dönüyor. Düşmeye de niyeti yok ateşin. Başımdan alev çıktığını hissediyorum. Ölçüyorum 39,7. Abdullah geliyor uzmanımız. Eksik ilaçları getirmiş. Moral veriyor bana. İyi gördüm diyor. İyi geliyor gerçekten. İnanmasam bile dışardan öyle görünüyorum galiba. Başımı kaldırmıyorum ateşim geceden beri düşmedi. Uyuyamıyorum. Ama uyanamıyorum da. Ağrılar beni felç etti. Parol 3x1. Galiba ilacın etken maddesi yok, nişasta kısmı gelmiş bana. Ne ateşi oynatıyor, nede ağrılara dokunuyor. Tuvalete bile gitmek çok zor. Cam kenarından tuvalete yakın yatağa geçmem lazım. Halim yok. Asistanlarım arıyor. Çok tatlı çocuklar. Allah esirgesin diyorum. Kaldı 4 gün. Toparlayacağız inşallah. Ölümü unuttum. Belki de resim belirginleştikçe ben düşünmemeye çalışıyorum. Ağzım kurumaya başladı. Kupkuru. Çatlamış deri çantalar gibi. Dilimin altı bile kuru. Su içiyorum. Üstünden kayıyor. Islatmıyor bile. Telefon çalıyor cevap verecek halim yok. Sessize alıyorum. Kapıdan sesleniyor personel “ hocam yemeğiniz geldi”. Kapıya as diyorum. Tamam diyor kapının arkasından. Sonra kapıyı açıp içeri giriyor. Hocam kahvaltınız da burada, almamışsınız diyor. Alırım diyorum. Başımı kaldıramıyorum. Kapının arkasındaki poşeti alıyor” hocam ben yedireyim mi size” diyor. Çok ağır. Çok çok. Hocam diyor “ ben cemal, siz annemi kurtardınız. Size can feda”. Bizim personel Cemal. Tanıyamıyorum. “Şifa Allahtan Cemalim. Masanın üstüne bırak ben yerim” diyorum. Telefon susmuyor. Bilinmeyen bir numara… Bismillah deyip açıyorum “ hocam ben Fulya. Öğrenciniz. Kadın doğumda asistanım şimdi. Bugün nöbetçiyim. Dosyanıza baktım her şey çok iyi gidiyor. Çay ister misiniz?” biraz doğunun çekingenliği var üzerimde ama olur diyorum. Çok iyi geliyor. 4 gün içinde düzelecem inşallah. Zaman geçmiyor inanılmaz uykuya meyilim var. Ama ağrılar izin vermiyor. Telefonuma tahammül edemiyorum. Diyor ya şair “ ne hasta bekler sabahı/ ne taze ölüyü mezar/…” Zor. Zaman geçmiyor. Görüntülü arama annemden. Hiç yapmazdı. Tüm enerjimi topluyorum açıyorum telefonu. Duymuş. İyi gördüm diyor bulutlu gözlerle. İyiyim anne diyorum. Seni yormayayım diyor. Babam arkada gözlerini gizlemeye çalışıyor. “Maşallah maşallah iyi gördüm” diyor. Kardeşlerim arıyor. Teyzem arıyor. Perişanlar belli. Biri ağzından kaçırıyor. İstanbul’a geleceklermiş. Büyük şehirlere giriş çıkış kısıtlı ve izne tabi diyorum. Zorla engelliyorum. Hemşire hanım içeri giriyor. Eşim bırakmış. Yeni bir hat ve telefon acil durumlarda ulaşılsın diye. Diğer telefonu alıyorlar. Dışarı ile son bağlantım. Aşırı yoruyor telefon. İyide oldu diyorum içimden. Ateşimi ölçüyor 38.9, TA 215 /75. Tansiyonum yoktu diyorum. Oksijende düşmüş diyor sat:88… kapril, parol, halsilik ve ağrı. Düşünmemi bile engelliyor. Şükür insanlar ilaç bile bulamadığı için ölüyor Avrupa’nın göbeğinde, şükür. Fatmanur abla geliyor arada bir moral veriyor. Ama içinin ezildiğini hissediyorum. Esat geliyor. Hamza uğruyor Mahal ile birlikte. Sağ olsunlar yalnız bırakmıyorlar beni. Ses vermeseler tanıyamıyorum. Böyle görsünler de istemiyorum. Zor geliyor. İçeri büyük bir “iste gelsin” poşeti ile biri giriyor. Hocam ben Fulya. Meyve, termos, bardaklar yoğurt ve mantı” Duygulanmamak elde mi? 5 yıl önce dersine girdiğim ve bölüm itibari ile de benle işi olmayacak bir öğrencim. Eşim geliyor. Bir şeyler getirmiş meyve kuruyemiş. Yememe kızdığı gofretten de getirmiş. “Birçok kişi aradı dua ediyorlar. Mehmed'in selamı var. Bu gün de Akın abi ile Erdoğan abi aradı diyor merak ediyorlar. Tedavini beraber takip ediyoruz.” diyor. Tedavim üzerinde kontrolümü de kaybediyorum. Zaten dünden beri takip edemiyorum. Bugün yaşadığım bu güzel duygular ağrı ve halsizliğin pençesinde kar gibi eriyor. Göz bandı istiyorum. Işığa hassasiyetim var. Işığı görmemem lazım. Zamanı takip etmek de yoruyor. Artık bırakmak istiyorum. İş olacağına varır. Bu gün beşinci gün. Başımı dahi kaldırmakta zorlanıyorum halsizliğim çok yoğun. Ağrılar sabahı zor ettirdi. Ateş 38.9. Ateşe alıştım artık. En iyi onunla geçiniyorum. Bardak su ile elimi yüzümü ıslatıyorum. Yaradan kabul etsin abdest niyetine. Oturmakta zorlanıyorum. Yattığım yerde namaz kılmaya çalışıyorum. Rekatlar, dualar, her şey birbirine karışıyor. Zihnim darmadağın. İşler iyi gitmiyor hissediyorum. Halam içli köfte göndermiş Emreyle. Sağolsun. Hastane yemekleri iyi ama içli köfte farklı oluyor. Bir tane yemeye çalışıyorum. Son beş gündür ilk kez bir şeyin tadı farklı ve güzel geliyor. Şükür. Hemen su içiyorum ağzımın tadı gelmeye başladı mı diye. Yok su acı. İçli köfte farkı. 5 günde toparlamam gerekti. Halsizlik daha da arttı. İştahım tamamen kesildi. Eşim bari gofretten bir lokma al diyor. Bir lokma alıyorum. Tat yok ağzımda büyüyor. Yoruldular galiba tetkik sonuçları bazen gelmiyor. Kontrol grafi. İnfiltrasyonda artış var. Eşim giriyor içeri. “Hocalarla konuştuk iki gün daha devam edeceğiz mevcut tedaviye” diyor. Biraz uzayabiliyormuş. İki gün daha. İki gün. Zaman mefhumundan uzaklaşmam lazım. Acı veriyor. Doktor arkadaşlar geliyor. Kapıdan ve uzaktan. Sağ olsunlar merak ediyorlar. Dua ediyorlar. Onlarca selam getiriyorlar. Arif, Hayrettin, Muhittin, Mustafa, Senad. Annem, teyzem ve kardeşlerim her gün arıyor, her aramada eriyorlar. Gelememeyi kabullenmemişler hâlâ. Artık iyi numarası da yapamıyorum. 1 dakikayı geçmiyor konuşmalar sağ olsunlar. Kıyamıyorlar yormaya. Sesimi duyuyorlar yetiyor. Annem dayanamıyor. Telefonu babama veriyor. Arka fonda uzaklaşan bir hıçkırık sesi. Çocukları özlüyorum. En çok küçükleri. Maymun onlar, sevimli maymunlar. Isırarak seviyorum. Kollarını uzatırlar bana. Ama şimdi gitsem onlar hatırlamaz. Bir iki kare belki kalır zihinlerinde, o da çoğu zihin tarafında doldurulmuş. Eksiklik olur tabi. Olmaz olur mu? Ama dedeler amcalar doldurur yerini. Olmadı anneleri doldurmaya çalışır. Ama büyükler öyle mi? Onların bir yerleri kopar. Eksilir. Ve hep eksik kalır onlarda. Büyüklere çok üzülüyorum. Bir kere sarılma hakkı verilse -bulaş olmadan- en büyük kızıma ve oğluma sarılırım sımsıkı. “Resimlere, anılara değil doğrulara tutunun. Acı duymayın. Çünkü ben mutluyum, sizin gibi evlatların babası olduğum için” derim. Kapı açılıyor. Maskeli ve koruma önlemleri olan biri içeri giriyor. Doktor olmalı. Fakat koruma bariyerleri bir garip görebildiğim kadarı ile. Gözlük, maske, ters önlük hepsi başka hastanelerin. “Ben Enes” diyor. Enes. 4 yıl önce derslerine girdiğim öğrencim. Başka bir kurumda çalışıyor. Dayanamamış ziyarete gelmiş. Çok duygulanıyorum. Enes diyorum “içerde durma. Seni de etkilemesin”. Kafamı, duygularımı toparlayamıyorum mükemmel bir halsizlik var. Yandaki bardağı alıp su içmek için kendimi motive etmeye çalışıyorum. Üçe kadar sayıyorum içimden tüm enerjimi toplayıp elimi uzatıp bardağı alıyorum. Bugün iyi gelişmeler de var sanki. Mesela sırtüstü yattığımda ağrım daha az. 8. gün. Ateşim 38.6. artık yatağımdan kalkmakta zorlanıyorum. İlk umut kırıldı. Birinci kuşak tedaviden fayda görmedim. İlk zar şeş geldi. Düşeş artık çok daha muhtemel. Eşim içeri giriyor. “Nasıl hissediyorsun. İyi olacaksın İnşallah. Hocalarla konuştuk Favipravire geçeceğiz. Birsürü selam ve dua edenler var diyor” diyor. Sanki gerçekle hayal arasında dinliyorum. Tereddütteyim. Bugünler gerçekler karışmaya başladı. Elimi uzatıyorum. Elimi tutuyor. Gerçek… Eldiveni çıkartmaya yelteniyor. Aman diyorum. Yüz siperi buğulanıyor. Ordera bakayım deyip arkasını dönüyor. Favipravir; Çinden gelen ilaç. Etkili bir molekül, ilgili yayınları okumuştum hastaneye yatmadan önce. Umutlarım yeniden yeşeriyor birden. Eşime sesleniyorum. İnşallah bu sefer olacak diyorum. Dönüyor “Tatbiki inşallah” diyor. Ağlamış. Silemiyor gözyaşlarını gözlük ve siper engel. Ağrım hiç yok bugün. Ama halsizlik fena. Yatağın yanındaki tuvalete dahi geçerken kapıya tutunarak gidiyorum. Şükür diyorum şükür. Ağrım yok ya. Nefes nefese kalıyorum. Kanda oksijenim düşüyor; 88. Bu iyi olmadı işte. Telefon çalıyor. Halim yok. Biraz sonra su içmeye yeltenirsem bakarım. Fatmanur abla aramış. Arıyorum. “Abla beni aramışsınız.” “Ha sabahtı Muhammetcim yanına geldim ya görüştük diyor” zihnim beni aldatıyor bu aralar. İki gündür çok olmaya başladı. Pron(yüz üstü) yatıyorum. Ağır solunum yetmezliğinde böyle yaparız hastalara. Oksijen alımını artırır, kemiklerim batıyor. Olsun daha önceki acılardan daha hafif. Pron yatınca saturasyon 90 a çıkıyor. Bugün nefes darlığım başladı. 9 gün. Berbat durumdayım dünden beri burun kanamam var. Hayatımda hiç kanamamıştı. Boks yaparken bile. Tetkikleri öğrenemiyorum. İkindi vakti. Yataktan çıkamadım. Harekete edemeyecek kadar halsizim. Erkek hemşire olsa sonda takılmasını isteyeceğim. Tıpta ayıp yok. Ama işte insanız aşılamıyor bazı şeyler. Sabah kanları çıkmıştır. iki gündür sonuçlara ulaşamıyorum. Tam tetkik sonuçları gelecekken araya bir şeyler giriyor. Truman show daki gibi hissediyorum. Vermiyorlar bana. 10. gün. Sanki veda günü gibi. Hiç bu kadar kötü olmamıştım. Bugün hiç yataktan çıkamadım. Artık clexan yapmaları gerekiyor. Yoksa pıhtı atacak. Bacaklarımı dahi oynatamıyorum. Nefes darlığım arttı. Kanda oksijen düzeyi pron pozisyonda bile 88 in altında. İçeri monitör, doziflowmetri giriyor. Yoğun bakım aletleri ile odada takip edilecek artık. İşler ciddi. Hani bir video var; Srebzenitza'da sırayla tek tek öldürülen Boşnaklar var ya, orda yaşanan duyguyu hep merak etmiştim. Nasıl tahammül edebiliyorlar ve dayanabiliyorlar diye. Artık anlıyorum. Umutlar azalınca sakinleşiyor insan. Gerginliği azalıyor. Yalnız bir odada yalnız başına gerçekleşecek bir eylem. Düğün gibi, her şey senin etrafında. Ama eşin yok tek kişilik. Sevenlerinin sevgisi arkandan dua olarak gelecek. Ama tereddütteyim. Benim yapmam gerekirken yapmadıklarımın ya da yapmamam gerekirken yaptıklarımın hesabını ne düzeyde etkileyecek bu dualar. Ama diyorum en azından hakkedilmiş sevginin karşılığı ise dualar elde bulunur inşallah. Çocuklarım geliyor aklıma, eşim, annem, babam, kardeşlerim, teyzem dostlarım. Alacaklar ve verecekler var. Şükür alacaklara ihtiyaçları yok. Dedem gibi, yazmayacağım alacakları, helal ettim. Ama emanet olarak verilen ve hesapta duran para var. Kağıt kalem alıyorum vasiyetimi yazacağım. Bir iki kez yeltenmiştim yazmaya. Uzun uzun vasiyet. Herkese, dokunduğum herkese. Ama aklıma bir şey gelmiyor. Zihnimi toparlayamıyorum. Halim yok, yazmak bile ölüm. Bir satır yazıyorum sadece bir satır. “… bankasında ki hesabımda olan para İsmail'in.” Kızıyorum kendime 41 yıllık bir hayattan süzülen bu satır mı olmalı. En azından çocuklarımın ellerinde okuyacakları bir satır mı bırakacağım. Baba olmak tecrübe aktarmak değil mi? Yollarını, yaşanmış tecrübelerin aydınlatacağı bir metin bırakmak değil mi? Lokmanın çocuklarına bıraktığı gibi… Çocuklara benden kalan, krokisi ve pusulası olmayan 2-3 resim mi olacak. Dünyaya bu yaşantıdan kalan; ….. diyecek bir şey yoksa gübre olmaktan fazla bir katkım olmadı demektir. 41 yıl bunun için çok fazla. Çok kızıyorum kendime. Eğer buradan dönersem ilk yazacağım şey bir vasiyet olmalı. Öksürük kesiyor düşündüklerimi. İçimde bir gıcıklanma ve kıpırdanma ile. Akıntı geliyor. Peçeteye tükürüyorum. Kan. Ciğerlerimden kan geliyor. Cidden işler kötü gidiyor. Hemşire hanımı arıyorum sabah alınan kan sonuçlarımı soruyorum. Biz göremiyoruz hocam diyor. Düne kadar görüyordunuz. Trombosit sayısı, d-dimer ve fibrinojen düzeyini istiyorum diyorum. Rica edin nöbetçi doktor bana sonuçların resmini göndersin. Burnum kendiliğinden kanıyor. Kanamayı durduran hücreler aşırı düşmüş olmalı. DIC denilen özel bir şok tablosuna giriyorum galiba. Tansiyonuma bakıyorum 86/49 şükrediyorum beyin kanaması ihtimali düşük. Ama şok tablosu bu!! Eşim geliyor. Çok üzülüyorum ona da. Ev, çocuklar, ben. Trombosit sayımı soruyorum. Biraz düşmüş düne göre diyor. Ne kadar diyorum. Tam hatırlamıyorum diyor. Hafızası iyidir unutmaz. “50 binin altı mı? Dün kaçtı bugün kaç oldu” diyorum “350 binden 105 bine. “ DİC’e giriyorum. Tosilizumabı ne yaptın diyorum. Ben yatmadan hemen önce fayda verebileceğine dair bir işaret var denilmişti makalenin birinde. Savunma sistemini baskılayan ciddi yan etkileri olabilen bir ilaç. “Hocalar IL- 6 bakalım ona göre verelim diyorlar. Gereksiz savunma sistemini baskılamayalım diyorlar”diyor. “başka bir ilaç kalmadı diyorum.” IL-6 burada çalışmıyor Mehmet gelecek kanını alacağız. Diğer hastanede çalışacak. Mehmet de tociluzimabdan fayda göreceğine inanıyor” diyor eşim. Mehmet geliyor konuşacak halim yok. Ama umut veriyor mutlu oluyorum. Kanları götürüyor. Hemoptizim çok artı. Konuştuğum anda dahi kan geliyor akciğerden. Yatak içinde sağdan sola dönmek bile zor artık. Hazırlık var dışarda sesler geliyor. Hemşire hanım giriyor. Bilincim açıkken yoğun bakıma gitmek istemediğimi söylüyorum. Hemşire hanım biraz tedirgin oluyor başı ile onaylıyor “ileteyim hocam” diyor. Vitalleri alıp çıkıyor. Aslında modern tıbba inancım azaldı. Verilen hiçbir şey katkı sağlamadı. Hava karanlık eşim arıyor. Romatolojiden Cemal bey ile görüştüğünü tociluzimab’dan fayda görebilme ihtimalim olabilen grupta olduğumu, fakat yan etkiler ve alerjik reaksiyonlar açısında dikkatli olmak gerektiğini söylüyor. Ve ne diyorsun diyor. Verin diyorum. Kaybedeceğim şeyler çok azaldı. Ve atacağımız son barut bu. İlaç temin edilecek. Dua ediyorum. Acılarımın hafiflemesi ve akıbet neyse onun artık kolaylaştırılmasını istiyorum. Aynı cümleler dönüyor dilimde. Yarabbi her şey senin elinde diyorum. Tam bir yenilmişlik duygusu var. Artık yol bitti. Toprak kokusu geliyor. Ne hissediyorum: Hiçbir şey. Kafasına sıkılan Srebrenitzalı genç de muhtemel böyle hissediyordu. Ruhsuz bir şekilde yürürken ölüme. İhtimaller zayıfladıkça, umut azaldıkça korku da azalıyor. Korku dışında diğer tüm duygulardan azar azar garip bir kokteyl. Hiçbir duygunun baskınlığının olmadığı flu, alacalı bir tat. Hafifçe gülümsüyorum hatta. Evet bunu bile yapabiliyorum. Bu büyük bir nimet. Artık çocuklar, eşim, ebeveynlerim için de üzülmüyorum. Onlar önce kabullenecek sonra alışacak. İlaç bulunmuş. Yeniden damar yolu açılacak. Yer yok. Her taraf tromboze. Hemşire hanım ben yeni doğan hemşiresiyim hocam yer bulurum diyor. Proksimalden birkaç başarısız deneme sonrasında işaret parmağına yakın bir venden açıyor. Önce avil ve prednol gidiyor. Ardından tocilizumab. Hiç içeri girilmediği kadar girip kontrol ediyor beni. Şükür tedavi bitiyor. Kazasız belasız. Değişen bir şey yok. Uyku ve baygınlık arası bir his ile uyuyorum. Son 4 gündür böyle. Sabah uyanıyorum. Hava güneşli. Halsizlik yok. Ayağa kalkıyorum. Gözüm kararıyor. Çöküyorum. Pozisyonel tansiyon düşmesi. İyiyim ama. Bu mucize. Bir lütuf verildi yada mühlet. Eşim geliyor. Ağlamaklı ama mutlu belli. Telefonunu açıyor. Öğrencilerim geçmiş olsun videosu çekmişler. En fazla duygulandıran da o videoda devamsızlıktan ve sınavdan bıraktığım öğrencilerim de var. Arkadaşlarım kurban kesmiş. Telefonumda 10binin üzerinde geçmiş olsun mesajı var. Babamı arıyorum çok mutlu oluyor. Şükrediyor yaratana. Anemi soruyorum içerde diyor. Israr edince telefonu içeri götürüyor annem yatıyor hastalanmış. On ikinci gün. Yüksek doz kortizon alıyorum. Şükür dün 1 kez ateşim yükseldi, bugün hiç yok. Halsizliğim kalmadı. İlaçlar karaciğerimi bozdu ve kan şekerimi yükselti. 30 m yürüyebiliyorum. Sonra nefesim kesiliyor tansiyonum düşüyor. Düzelecek inşallah. Annemin şiddetli baş dönmesi var. Okul arkadaşım Hacim ilgileniyor sağolsun. O da düzelecek inşallah. Geri dönüşlerdeki meşhur motto geliyor aklıma “nerede kalmıştık”. Yo, bu kadar yaşanmışlık sonrasında kaldığım yerden devam etmem çok zor. Her tecrübe şeyler katmalı yada çıkarmalı hayatan. Değiştirmeli bazı şeyleri. En azından kelimelerin ruhunu. Mesela “gelecek” kelimesi artık eski “gelecek değil. İçinde ki “ben” artık emanet duruyor. Ama hayat bir nimet. Şükür diyorum, aileme, tüm içtenlikle iyiliğimi isteyen arkadaşlarıma, dostlarıma, canımı güvenerek teslim edeceğim hocalarıma ve sınıfta dahi kalsa emeğe içtenlikle teşekkür eden öğrencilerime, asistanlarıma geri döneceğim için. Çok şükür… Prof Dr Muhammed Emin AKKOYUNLU MedimagazinHİT (HAFTALIK)
Ekleme Tarihi: 22 Nisan 2020 - Çarşamba

BİR DOKTORUN KORONA GÜNLÜĞÜ

BİR DOKTORUN KORONA GÜNLÜĞÜ

Göğüs hastalıkları profesörü hastalık süresince günlük tuttu.
Hastalığı sürecinde Korona günlükleri tutan gögüs hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Muhammed Emin Akkoyunlu yaşadığı süreci sosyal medya hesabından paylaştı. 

Makale uzun gelebilir lâkin zamanımızın çok olduğu bu günlerde lütfen ibretle okuyun, okutun. Emin olun ders alınacak o kadar güzel şeyler var ki. Bugün bunu okurken sıkılmayın. Sadece empati yapın ve kendinizi Profesörümüzün yerine koyun.

Nesibe TÜKEL 
....................

Ağrılar uyumamı engelliyor. Bacak kaslarımda, kalça kemiklerimde ve eklemde dayanılmaz ağrılar var. Hiçbir pozisyonda rahat edemiyorum. Diş ağrısında bile kullanmadığım ağrı kesiciyi almak için kalkıyorum yataktan. Yürümem bile zor. Bugün ikindi vakti başladı. Arabayı bile zor kullandım. İlk başta bel fıtığı gibiydi ama şiddeti ve yeri değişti. Dayanılmaz boyutta. 

Telefonuma mesajlar geliyor. Çok kızıyorum gecenin 12’si, bu saate geniş gruplara mesaj atanlara. Off ağrı çok fazla dikkatimi dağıtamıyorum. Telefonu istemsiz elime alıyorum. Asistanım Egemen mesaj atmış. Hayırdır. Bu saatte genelde atmaz. “ Hocam testiniz pozitif çıkmış” “benimki de pozitif çıkmış” Durumunu soruyorum; iyi şükür. Şikayeti yok.

“Mehmedin ki ?” diye soruyorum.“ Mehmet hocanın negatif”

Oh diyorum klinikte sağlam bir hoca kaldı şükür. Kendi derdimle ilgilenebilirim.

5 gün önce (corona vakalarının görüldüğü 2. Hafta) corona kontrol noktasını aşıp, astım ve nefes darlığı şikayeti ile göğüs hastalıkları polikliniğine gelen hasta corona çıkmış ve üzerimde sadece cerrahi maske vardı. O temastan 5. gün sonra henüz semptomum yokken örnek vermiştim. Örnek sonucu bir gün sonra gece yarısı pozitif olarak geldi.

Aslında tahmin ediyordum evde izolasyon şartlarını da oluşturmuştum bu nedenle. Ama pozitif çıkması bir başka. Şüphelendiğimde; hayatınız adına zar atma ihtimali varken test pozitif çıkınca o zar atılmış oluyor. İtalya’da ölüm oranı %12, Fransa’da %9, İran’da %9 du. Tavla oynayanlar bilir, ölüm ihtimaliniz düşeş gelme ihtimalinden daha fazla. Garip bir duygu. Diyor ya şair “ garip bir duyguymuş ölmek be anne”

Kendi ölümünü görmek… Henüz ihtimal de olsa farklıymış. Yaşadığımız tüm ölümler, bu duygudan uzaklaştırmış beni. İki kez trafik kazası geçirdim. İkisinde de kamyonun altında kaldım, birinde yaya, diğerinde araç içinde. Ani ve keskin bir ölüm hissiydi. Düşünmeye fırsat olmayınca da anlaşılmıyormuş o duygu. Hani gurbette okuyanlar bilir tatil için gitmişsinizdir ailenizin yanına. Bir davet gelir. Anneniz “Muhammed geldi. Muhammedi gönderelim sonra görüşürüz” der gibi bir şey. Siz gideceksiniz. Ve geriye kalan her şey biraz buruk ve hüzünlü ama devam edecek. Değer yargılarını değiştiren bir duygu. Kelimelerin ruhunu, anlamını değiştiren. Mesela “ gelecek” kelimesinin anlamı değişiyor. İçinde siz yoksunuz o kelimenin. Boşluğa düşüyor birden. En önemsiz kelime oluyor “gelecek”. Mesela “iyi/kötü” değişiyor. “yakın/uzak” ve “ doğru/ yanlış” değişiyor.

Off belim. Çok ağrıyor. Eşimin telefonu kaplı biliyorum. Gece gece rahatsız etmeyeyim. Sabah kalkınca görsün diye mesaj atıyorum.

Kalkıyorum bir parol daha ve melox alıyorum. Hiç profesyonelce değil biliyorum. Ama şimdiye kadar ağrı kesici kullanmamama say diyorum. Uyku mu? O da gitti. Film şeritleri birbirine girdi. Neler neler geliyor, yarım, bölük pörçük. Hiç filmlerde ki gibi değil. Allah'tan yalnızım soru soran yok. Yoksa bu önemli anda öyle unutulmaz, deruni bir cevap verme ihtimalim sıfır…

Ağrıda kısmen azalma var. Yarın zor bir gün olacak uyumam lâzım diye toparlamaya çalışıyorum zihnimi. Sabah ezanı okunuyor. Kalkıp namaz kılıyorum. Zihnim konsantre olamıyor namaza da. İlk kaçan keçi konsantrasyon becerim oldu diyorum içimden. Keyfli olacak. Tekrar yatağa giriyorum. Ağrılar azalmışken uyumam lazım. Uyku, hafif bilinç değişikliğinden öteye geçmiyor. Farkındalık ta kısmi azalma var o kadar. Ağrılar yine var. Uyku beni uzaklaştırırken ağrılarım engelliyor, kendime getiriyor. Bir nimet acılar, farkındalığı artıran.

Muhammed! Muhammed!” Gözümü açıyorum. Eşim. Kalk diyor “Hastaneyi ayarladım yatış yapacağız”

Kalkıyorum ağrım az. Prosedürler, filimler, izolasyon. İzolasyon çok ilginç geliyor artık. Herkes giyinmişken kendimi çıplak gibi hissediyorum onların arasında. O taraftan bu tarafa geçmek daha ilginç. Ağrılarım başlıyor. Çok şiddetli. Odaya gidemiyorum. Tekerlekli sandalye geliyor. Orda oturmak başka bir eziyet. Dişimi sıkıyorum.

Oda…
Yalnız…
5 gün…
5 gün dayan geçecek. 
Ağrılara, yalnızlığa, 5 gün dayan.

Erken başlanıyor tedavi, yaşın daha genç, ek hastalık yok. Ateş yok. Toparlayacağız diyorum, toparlayacağız inşallah. Ben göğüs hastalıkları uzmanı ve eşim enfeksiyoncu. Tedavimi düzenlemiş. Bana da soruyor ek bir öneri var mı diye. Klorakin, azitro ve oseltamavir başat tedavi. Yüksek doz C vit, parol, asist, clexan... “clexanı çıkartın hareket edeceğim” diyorum.

Telefon susmuyor. Ard arda arayanlar. Konuşma biter bitmez bir başkası. Kafam dağılıyor. İyi oluyor aslında ağrımı bile unutturuyor nerdeyse. İyiyim diyorum. İyiyim dedikçe iyi olacakmışım gibi hissediyorum. 5 gün. Sık dişini geçer. Eşime mesaj yazmaya çalışıyorum konuşma aralarında. “Anneme söyleme. O dayanamaz. Babam daha metin ama anneme söyler. 3 5 gün zaten, idare et. Bir şeyler söyle nöbette de, biz bile görüşemiyoruz de”

Akşam saatleri, ağrılar çok şiddetli. Üşüme ve titreme var. Tutunduğum tek dalda gidiyor elimden ateşim çıkıyor. Bakmayacağım ateşe. Çıkar sonrada düşer. Su içmem lazım. Ateş olunca su kaybı artar. En az 600 cc fazladan sıvı almam gerekiyor. Su içmek ne kadar zor. Suyun tadı bile bozuk, acı buruk bir tad. Gözümü yumacam, içeçem. Birde böbrekler ile uğraşmamam lazım. İnanılmaz bir halsiliğim var. Ateşim kaç? Kafamda dönüyor. Düşmeye de niyeti yok ateşin. Başımdan alev çıktığını hissediyorum. Ölçüyorum 39,7. Abdullah geliyor uzmanımız. Eksik ilaçları getirmiş. Moral veriyor bana. İyi gördüm diyor. İyi geliyor gerçekten. İnanmasam bile dışardan öyle görünüyorum galiba.

Başımı kaldırmıyorum ateşim geceden beri düşmedi. Uyuyamıyorum. Ama uyanamıyorum da. Ağrılar beni felç etti. Parol 3x1. Galiba ilacın etken maddesi yok, nişasta kısmı gelmiş bana. Ne ateşi oynatıyor, nede ağrılara dokunuyor. Tuvalete bile gitmek çok zor. Cam kenarından tuvalete yakın yatağa geçmem lazım. Halim yok. Asistanlarım arıyor. Çok tatlı çocuklar. Allah esirgesin diyorum.

Kaldı 4 gün. Toparlayacağız inşallah. Ölümü unuttum. Belki de resim belirginleştikçe ben düşünmemeye çalışıyorum. Ağzım kurumaya başladı. Kupkuru. Çatlamış deri çantalar gibi. Dilimin altı bile kuru. Su içiyorum. Üstünden kayıyor. Islatmıyor bile. Telefon çalıyor cevap verecek halim yok. Sessize alıyorum.

Kapıdan sesleniyor personel “ hocam yemeğiniz geldi”. Kapıya as diyorum. Tamam diyor kapının arkasından. Sonra kapıyı açıp içeri giriyor. Hocam kahvaltınız da burada, almamışsınız diyor. Alırım diyorum. Başımı kaldıramıyorum. Kapının arkasındaki poşeti alıyor” hocam ben yedireyim mi size” diyor. Çok ağır. Çok çok. Hocam diyor “ ben cemal, siz annemi kurtardınız. Size can feda”. Bizim personel Cemal. Tanıyamıyorum. “Şifa Allahtan Cemalim. Masanın üstüne bırak ben yerim” diyorum. Telefon susmuyor. Bilinmeyen bir numara… Bismillah deyip açıyorum “ hocam ben Fulya. Öğrenciniz. Kadın doğumda asistanım şimdi. Bugün nöbetçiyim. Dosyanıza baktım her şey çok iyi gidiyor. Çay ister misiniz?” biraz doğunun çekingenliği var üzerimde ama olur diyorum. Çok iyi geliyor.

4 gün içinde düzelecem inşallah. Zaman geçmiyor inanılmaz uykuya meyilim var. Ama ağrılar izin vermiyor. Telefonuma tahammül edemiyorum. Diyor ya şair “ ne hasta bekler sabahı/ ne taze ölüyü mezar/…” Zor. Zaman geçmiyor.

Görüntülü arama annemden. Hiç yapmazdı. Tüm enerjimi topluyorum açıyorum telefonu. Duymuş. İyi gördüm diyor bulutlu gözlerle. İyiyim anne diyorum. Seni yormayayım diyor. Babam arkada gözlerini gizlemeye çalışıyor. “Maşallah maşallah iyi gördüm” diyor. Kardeşlerim arıyor. Teyzem arıyor. Perişanlar belli. Biri ağzından kaçırıyor. İstanbul’a geleceklermiş. Büyük şehirlere giriş çıkış kısıtlı ve izne tabi diyorum. Zorla engelliyorum.

Hemşire hanım içeri giriyor. Eşim bırakmış. Yeni bir hat ve telefon acil durumlarda ulaşılsın diye. Diğer telefonu alıyorlar. Dışarı ile son bağlantım. Aşırı yoruyor telefon. İyide oldu diyorum içimden. Ateşimi ölçüyor 38.9, TA 215 /75. Tansiyonum yoktu diyorum. Oksijende düşmüş diyor sat:88… kapril, parol, halsilik ve ağrı. Düşünmemi bile engelliyor. Şükür insanlar ilaç bile bulamadığı için ölüyor Avrupa’nın göbeğinde, şükür. Fatmanur abla geliyor arada bir moral veriyor. Ama içinin ezildiğini hissediyorum. Esat geliyor. Hamza uğruyor Mahal ile birlikte. Sağ olsunlar yalnız bırakmıyorlar beni. Ses vermeseler tanıyamıyorum. Böyle görsünler de istemiyorum. Zor geliyor. İçeri büyük bir “iste gelsin” poşeti ile biri giriyor. Hocam ben Fulya. Meyve, termos, bardaklar yoğurt ve mantı” Duygulanmamak elde mi? 5 yıl önce dersine girdiğim ve bölüm itibari ile de benle işi olmayacak bir öğrencim.

Eşim geliyor. Bir şeyler getirmiş meyve kuruyemiş. Yememe kızdığı gofretten de getirmiş. “Birçok kişi aradı dua ediyorlar. Mehmed'in selamı var. Bu gün de Akın abi ile Erdoğan abi aradı diyor merak ediyorlar. Tedavini beraber takip ediyoruz.” diyor. Tedavim üzerinde kontrolümü de kaybediyorum. Zaten dünden beri takip edemiyorum. Bugün yaşadığım bu güzel duygular ağrı ve halsizliğin pençesinde kar gibi eriyor. Göz bandı istiyorum. Işığa hassasiyetim var. Işığı görmemem lazım. Zamanı takip etmek de yoruyor. Artık bırakmak istiyorum. İş olacağına varır.

Bu gün beşinci gün. Başımı dahi kaldırmakta zorlanıyorum halsizliğim çok yoğun. Ağrılar sabahı zor ettirdi. Ateş 38.9. Ateşe alıştım artık. En iyi onunla geçiniyorum. Bardak su ile elimi yüzümü ıslatıyorum. Yaradan kabul etsin abdest niyetine. Oturmakta zorlanıyorum. Yattığım yerde namaz kılmaya çalışıyorum. Rekatlar, dualar, her şey birbirine karışıyor. Zihnim darmadağın. İşler iyi gitmiyor hissediyorum. Halam içli köfte göndermiş Emreyle. Sağolsun. Hastane yemekleri iyi ama içli köfte farklı oluyor. Bir tane yemeye çalışıyorum. Son beş gündür ilk kez bir şeyin tadı farklı ve güzel geliyor. Şükür. Hemen su içiyorum ağzımın tadı gelmeye başladı mı diye. Yok su acı. İçli köfte farkı.

5 günde toparlamam gerekti. Halsizlik daha da arttı. İştahım tamamen kesildi. Eşim bari gofretten bir lokma al diyor. Bir lokma alıyorum. Tat yok ağzımda büyüyor. Yoruldular galiba tetkik sonuçları bazen gelmiyor. Kontrol grafi. İnfiltrasyonda artış var. Eşim giriyor içeri. “Hocalarla konuştuk iki gün daha devam edeceğiz mevcut tedaviye” diyor. Biraz uzayabiliyormuş. İki gün daha. İki gün. Zaman mefhumundan uzaklaşmam lazım. Acı veriyor. Doktor arkadaşlar geliyor. Kapıdan ve uzaktan. Sağ olsunlar merak ediyorlar. Dua ediyorlar. Onlarca selam getiriyorlar. Arif, Hayrettin, Muhittin, Mustafa, Senad.

Annem, teyzem ve kardeşlerim her gün arıyor, her aramada eriyorlar. Gelememeyi kabullenmemişler hâlâ. Artık iyi numarası da yapamıyorum. 1 dakikayı geçmiyor konuşmalar sağ olsunlar. Kıyamıyorlar yormaya. Sesimi duyuyorlar yetiyor. Annem dayanamıyor. Telefonu babama veriyor. Arka fonda uzaklaşan bir hıçkırık sesi.

Çocukları özlüyorum. En çok küçükleri. Maymun onlar, sevimli maymunlar. Isırarak seviyorum. Kollarını uzatırlar bana. Ama şimdi gitsem onlar hatırlamaz. Bir iki kare belki kalır zihinlerinde, o da çoğu zihin tarafında doldurulmuş. Eksiklik olur tabi. Olmaz olur mu? Ama dedeler amcalar doldurur yerini. Olmadı anneleri doldurmaya çalışır. Ama büyükler öyle mi? Onların bir yerleri kopar. Eksilir. Ve hep eksik kalır onlarda. Büyüklere çok üzülüyorum. Bir kere sarılma hakkı verilse -bulaş olmadan- en büyük kızıma ve oğluma sarılırım sımsıkı. “Resimlere, anılara değil doğrulara tutunun. Acı duymayın. Çünkü ben mutluyum, sizin gibi evlatların babası olduğum için” derim.

Kapı açılıyor. Maskeli ve koruma önlemleri olan biri içeri giriyor. Doktor olmalı. Fakat koruma bariyerleri bir garip görebildiğim kadarı ile. Gözlük, maske, ters önlük hepsi başka hastanelerin. “Ben Enes” diyor. Enes. 4 yıl önce derslerine girdiğim öğrencim. Başka bir kurumda çalışıyor. Dayanamamış ziyarete gelmiş. Çok duygulanıyorum. Enes diyorum “içerde durma. Seni de etkilemesin”.

Kafamı, duygularımı toparlayamıyorum mükemmel bir halsizlik var. Yandaki bardağı alıp su içmek için kendimi motive etmeye çalışıyorum. Üçe kadar sayıyorum içimden tüm enerjimi toplayıp elimi uzatıp bardağı alıyorum. Bugün iyi gelişmeler de var sanki. Mesela sırtüstü yattığımda ağrım daha az.

8. gün. Ateşim 38.6. artık yatağımdan kalkmakta zorlanıyorum. İlk umut kırıldı. Birinci kuşak tedaviden fayda görmedim. İlk zar şeş geldi. Düşeş artık çok daha muhtemel. Eşim içeri giriyor. “Nasıl hissediyorsun. İyi olacaksın İnşallah. Hocalarla konuştuk Favipravire geçeceğiz. Birsürü selam ve dua edenler var diyor” diyor. Sanki gerçekle hayal arasında dinliyorum. Tereddütteyim. Bugünler gerçekler karışmaya başladı. Elimi uzatıyorum. Elimi tutuyor. Gerçek… Eldiveni çıkartmaya yelteniyor. Aman diyorum. Yüz siperi buğulanıyor. Ordera bakayım deyip arkasını dönüyor. Favipravir; Çinden gelen ilaç. Etkili bir molekül, ilgili yayınları okumuştum hastaneye yatmadan önce. Umutlarım yeniden yeşeriyor birden. Eşime sesleniyorum. İnşallah bu sefer olacak diyorum. Dönüyor “Tatbiki inşallah” diyor. Ağlamış. Silemiyor gözyaşlarını gözlük ve siper engel.

Ağrım hiç yok bugün. Ama halsizlik fena. Yatağın yanındaki tuvalete dahi geçerken kapıya tutunarak gidiyorum. Şükür diyorum şükür. Ağrım yok ya. Nefes nefese kalıyorum. Kanda oksijenim düşüyor; 88. Bu iyi olmadı işte. Telefon çalıyor. Halim yok. Biraz sonra su içmeye yeltenirsem bakarım. Fatmanur abla aramış. Arıyorum. “Abla beni aramışsınız.” “Ha sabahtı Muhammetcim yanına geldim ya görüştük diyor” zihnim beni aldatıyor bu aralar. İki gündür çok olmaya başladı.

Pron(yüz üstü) yatıyorum. Ağır solunum yetmezliğinde böyle yaparız hastalara. Oksijen alımını artırır, kemiklerim batıyor. Olsun daha önceki acılardan daha hafif. Pron yatınca saturasyon 90 a çıkıyor. Bugün nefes darlığım başladı.

9 gün. Berbat durumdayım dünden beri burun kanamam var. Hayatımda hiç kanamamıştı. Boks yaparken bile. Tetkikleri öğrenemiyorum. İkindi vakti. Yataktan çıkamadım. Harekete edemeyecek kadar halsizim. Erkek hemşire olsa sonda takılmasını isteyeceğim. Tıpta ayıp yok. Ama işte insanız aşılamıyor bazı şeyler. Sabah kanları çıkmıştır. iki gündür sonuçlara ulaşamıyorum. Tam tetkik sonuçları gelecekken araya bir şeyler giriyor. Truman show daki gibi hissediyorum. Vermiyorlar bana.

10. gün. Sanki veda günü gibi. Hiç bu kadar kötü olmamıştım. Bugün hiç yataktan çıkamadım. Artık clexan yapmaları gerekiyor. Yoksa pıhtı atacak. Bacaklarımı dahi oynatamıyorum. Nefes darlığım arttı. Kanda oksijen düzeyi pron pozisyonda bile 88 in altında. İçeri monitör, doziflowmetri giriyor. Yoğun bakım aletleri ile odada takip edilecek artık. İşler ciddi.

Hani bir video var; Srebzenitza'da sırayla tek tek öldürülen Boşnaklar var ya, orda yaşanan duyguyu hep merak etmiştim. Nasıl tahammül edebiliyorlar ve dayanabiliyorlar diye. Artık anlıyorum. Umutlar azalınca sakinleşiyor insan. Gerginliği azalıyor. Yalnız bir odada yalnız başına gerçekleşecek bir eylem. Düğün gibi, her şey senin etrafında. Ama eşin yok tek kişilik. Sevenlerinin sevgisi arkandan dua olarak gelecek. Ama tereddütteyim. Benim yapmam gerekirken yapmadıklarımın ya da yapmamam gerekirken yaptıklarımın hesabını ne düzeyde etkileyecek bu dualar. Ama diyorum en azından hakkedilmiş sevginin karşılığı ise dualar elde bulunur inşallah.

Çocuklarım geliyor aklıma, eşim, annem, babam, kardeşlerim, teyzem dostlarım. Alacaklar ve verecekler var. Şükür alacaklara ihtiyaçları yok. Dedem gibi, yazmayacağım alacakları, helal ettim. Ama emanet olarak verilen ve hesapta duran para var. Kağıt kalem alıyorum vasiyetimi yazacağım. Bir iki kez yeltenmiştim yazmaya. Uzun uzun vasiyet. Herkese, dokunduğum herkese. Ama aklıma bir şey gelmiyor. Zihnimi toparlayamıyorum. Halim yok, yazmak bile ölüm. Bir satır yazıyorum sadece bir satır. “… bankasında ki hesabımda olan para İsmail'in.” Kızıyorum kendime 41 yıllık bir hayattan süzülen bu satır mı olmalı. En azından çocuklarımın ellerinde okuyacakları bir satır mı bırakacağım. Baba olmak tecrübe aktarmak değil mi? Yollarını, yaşanmış tecrübelerin aydınlatacağı bir metin bırakmak değil mi? Lokmanın çocuklarına bıraktığı gibi… Çocuklara benden kalan, krokisi ve pusulası olmayan 2-3 resim mi olacak. Dünyaya bu yaşantıdan kalan; ….. diyecek bir şey yoksa gübre olmaktan fazla bir katkım olmadı demektir. 41 yıl bunun için çok fazla. Çok kızıyorum kendime. Eğer buradan dönersem ilk yazacağım şey bir vasiyet olmalı.

Öksürük kesiyor düşündüklerimi. İçimde bir gıcıklanma ve kıpırdanma ile. Akıntı geliyor. Peçeteye tükürüyorum. Kan. Ciğerlerimden kan geliyor. Cidden işler kötü gidiyor. Hemşire hanımı arıyorum sabah alınan kan sonuçlarımı soruyorum. Biz göremiyoruz hocam diyor. Düne kadar görüyordunuz. Trombosit sayısı, d-dimer ve fibrinojen düzeyini istiyorum diyorum. Rica edin nöbetçi doktor bana sonuçların resmini göndersin. Burnum kendiliğinden kanıyor. Kanamayı durduran hücreler aşırı düşmüş olmalı. DIC denilen özel bir şok tablosuna giriyorum galiba. Tansiyonuma bakıyorum 86/49 şükrediyorum beyin kanaması ihtimali düşük. Ama şok tablosu bu!!

Eşim geliyor. Çok üzülüyorum ona da. Ev, çocuklar, ben. Trombosit sayımı soruyorum. Biraz düşmüş düne göre diyor. Ne kadar diyorum. Tam hatırlamıyorum diyor. Hafızası iyidir unutmaz. “50 binin altı mı? Dün kaçtı bugün kaç oldu” diyorum “350 binden 105 bine. “ DİC’e giriyorum. Tosilizumabı ne yaptın diyorum. Ben yatmadan hemen önce fayda verebileceğine dair bir işaret var denilmişti makalenin birinde. Savunma sistemini baskılayan ciddi yan etkileri olabilen bir ilaç. “Hocalar IL- 6 bakalım ona göre verelim diyorlar. Gereksiz savunma sistemini baskılamayalım diyorlar”diyor. “başka bir ilaç kalmadı diyorum.” IL-6 burada çalışmıyor Mehmet gelecek kanını alacağız. Diğer hastanede çalışacak. Mehmet de tociluzimabdan fayda göreceğine inanıyor” diyor eşim. Mehmet geliyor konuşacak halim yok. Ama umut veriyor mutlu oluyorum. Kanları götürüyor. Hemoptizim çok artı. Konuştuğum anda dahi kan geliyor akciğerden. Yatak içinde sağdan sola dönmek bile zor artık. Hazırlık var dışarda sesler geliyor. Hemşire hanım giriyor. Bilincim açıkken yoğun bakıma gitmek istemediğimi söylüyorum. Hemşire hanım biraz tedirgin oluyor başı ile onaylıyor “ileteyim hocam” diyor. Vitalleri alıp çıkıyor. Aslında modern tıbba inancım azaldı. Verilen hiçbir şey katkı sağlamadı. Hava karanlık eşim arıyor. Romatolojiden Cemal bey ile görüştüğünü tociluzimab’dan fayda görebilme ihtimalim olabilen grupta olduğumu, fakat yan etkiler ve alerjik reaksiyonlar açısında dikkatli olmak gerektiğini söylüyor. Ve ne diyorsun diyor. Verin diyorum. Kaybedeceğim şeyler çok azaldı. Ve atacağımız son barut bu.

İlaç temin edilecek. Dua ediyorum. Acılarımın hafiflemesi ve akıbet neyse onun artık kolaylaştırılmasını istiyorum. Aynı cümleler dönüyor dilimde. Yarabbi her şey senin elinde diyorum. Tam bir yenilmişlik duygusu var. Artık yol bitti. Toprak kokusu geliyor.

Ne hissediyorum: Hiçbir şey. Kafasına sıkılan Srebrenitzalı genç de muhtemel böyle hissediyordu. Ruhsuz bir şekilde yürürken ölüme. İhtimaller zayıfladıkça, umut azaldıkça korku da azalıyor. Korku dışında diğer tüm duygulardan azar azar garip bir kokteyl. Hiçbir duygunun baskınlığının olmadığı flu, alacalı bir tat. Hafifçe gülümsüyorum hatta. Evet bunu bile yapabiliyorum. Bu büyük bir nimet. Artık çocuklar, eşim, ebeveynlerim için de üzülmüyorum. Onlar önce kabullenecek sonra alışacak.

İlaç bulunmuş. Yeniden damar yolu açılacak. Yer yok. Her taraf tromboze. Hemşire hanım ben yeni doğan hemşiresiyim hocam yer bulurum diyor. Proksimalden birkaç başarısız deneme sonrasında işaret parmağına yakın bir venden açıyor. Önce avil ve prednol gidiyor. Ardından tocilizumab. Hiç içeri girilmediği kadar girip kontrol ediyor beni. Şükür tedavi bitiyor. Kazasız belasız. Değişen bir şey yok. Uyku ve baygınlık arası bir his ile uyuyorum. Son 4 gündür böyle.

Sabah uyanıyorum. Hava güneşli. Halsizlik yok. Ayağa kalkıyorum. Gözüm kararıyor. Çöküyorum. Pozisyonel tansiyon düşmesi. İyiyim ama. Bu mucize. Bir lütuf verildi yada mühlet.

Eşim geliyor. Ağlamaklı ama mutlu belli. Telefonunu açıyor. Öğrencilerim geçmiş olsun videosu çekmişler. En fazla duygulandıran da o videoda devamsızlıktan ve sınavdan bıraktığım öğrencilerim de var. Arkadaşlarım kurban kesmiş. Telefonumda 10binin üzerinde geçmiş olsun mesajı var. Babamı arıyorum çok mutlu oluyor. Şükrediyor yaratana. Anemi soruyorum içerde diyor. Israr edince telefonu içeri götürüyor annem yatıyor hastalanmış.

On ikinci gün. Yüksek doz kortizon alıyorum. Şükür dün 1 kez ateşim yükseldi, bugün hiç yok. Halsizliğim kalmadı. İlaçlar karaciğerimi bozdu ve kan şekerimi yükselti. 30 m yürüyebiliyorum. Sonra nefesim kesiliyor tansiyonum düşüyor. Düzelecek inşallah. Annemin şiddetli baş dönmesi var. Okul arkadaşım Hacim ilgileniyor sağolsun. O da düzelecek inşallah.

Geri dönüşlerdeki meşhur motto geliyor aklıma “nerede kalmıştık”. Yo, bu kadar yaşanmışlık sonrasında kaldığım yerden devam etmem çok zor. Her tecrübe şeyler katmalı yada çıkarmalı hayatan. Değiştirmeli bazı şeyleri. En azından kelimelerin ruhunu. Mesela “gelecek” kelimesi artık eski “gelecek değil. İçinde ki “ben” artık emanet duruyor. Ama hayat bir nimet.

Şükür diyorum, aileme, tüm içtenlikle iyiliğimi isteyen arkadaşlarıma, dostlarıma, canımı güvenerek teslim edeceğim hocalarıma ve sınıfta dahi kalsa emeğe içtenlikle teşekkür eden öğrencilerime, asistanlarıma geri döneceğim için.

Çok şükür…

Prof Dr Muhammed Emin AKKOYUNLU
MedimagazinHİT (HAFTALIK)

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.