Dr. Vehbi Kara
Köşe Yazarı
Dr. Vehbi Kara
 

SURİYE VE FİLİSTİN'İN GELECEĞİ

SURİYE VE FİLİSTİN'İN GELECEĞİ  Suriye ve Filistin aynı coğrafyanın bir parçasıdır. İlave olarak suni bir şekilde kurulan ve hiçbir tarihi derinliği olmayan Lübnan ve Ürdün’ü de bu coğrafyanın bir parçası olarak sayabiliriz. Bu dört ülke İngiltere ve Fransızların sömürgesi olarak 2. Dünya savaşının sonuna kadar esarette kalmış fakat sonrasında güya bağımsızlığına kavuşmuştur. Halkın çok büyük bir çoğunluğu Sünni Müslüman olmasına rağmen Hıristiyan ve Yahudi toplumlarına büyük ayrıcalıklar tanınmış nihayetinde soygun, işkence ve sürgünler ile şu andaki sınırlar zorbalıkla meydana getirilmiştir. İngiltere ve Fransa’nın yerini son 50 yılda bu sefer ABD ve Sovyetler Birliği almıştır. Eski sömürgecilerden çok da farklı olmayan politikalar sürdürülerek bu coğrafyada yaşayan Müslümanlar perişan edilmiştir. Osmanlı Devleti zamanında “Bilad-ı Şam” olarak anılan bu coğrafyada, Müslümanlar 500 yıl boyunca huzur içinde yaşamışlardır. Ne zaman Batının kanlı eli değmiş işte sonucunda bugünkü acıklı durum meydana gelmiştir. Nihayet 28 Ocak 2020 tarihinde ABD Başkanı Donald Trump, hiçbir ülkenin tanımadığı tek taraflı "Orta Doğu Barış Planı’nı" yanında İsrail Başbakanı Netanyahu ile birlikte dünyaya ilan etmiştir. Güya İsrail-Filistin sorununu çözmek amacıyla oluşturulduğu iddia edilen bu plan; sorunları çözmekten ziyade İsrail işgalini meşrulaştırmayı ve Filistin'i bölmeyi hedeflemektedir. Bu bölünmüş ve insanların neredeyse yarısının sürgün edilmiş olduğu coğrafyadaki sorunların nasıl çözüleceğine dair düşünceler tartışılmaktadır. Meseleye Suriye’yi merkeze alan bir bakış açısı ile değerlendirmek gerektiği düşünülmelidir. Zira bu bölgeye yüzyıllarca  Bilad-Şam adı verilmiş ve yöneticilerine bu isim ve unvan verilmiştir.  Şu anda dörde bölünmüş bu topraklarındaki yegane çözüm; adalet ile ve sürgün edilen insanların doğup büyüdükleri topraklara dönüşü ile mümkündür. Adaleti sağlamak için de Osmanlı Devletinin uyguladığı yönetimin esas alınması ve Müslüman toplumlara yapılan acımasızca işkencenin sona erdirilmesi gerekiyor. Bunu sağlayacak yegâne ülke de; tarihsel sorumluluğu olan Türkiye’dir. Cinayet, katliam, işkence, baskı ve sürgünler sonunda milyonlarca Müslüman acımasız bir biçimde öldürülerek sürgün edilmiştir. Halen 4 milyona yakın Suriyeli’yi Ensar gibi kucaklayarak bağrına basan Türkiye, bu konuda ciddi bir gayret içindedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Mücadele döneminden beri hareketsiz ve güçsüz bırakılan silahlı kuvvetleri neredeyse 100 yıl sonra devreye sokarak denge ve adaleti sağlamaya çalışmaktadır. Bu maksatla Fırat kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Operasyonları başarı ile gerçekleştirilmiş ve bölgede yaşayan toplumların yegane umut ışığı olmuştur. Şimdi sırada İdlib Operasyonu vardır. Bir yandan operasyon hazırlıkları sürdürülürken diğer taraftan diplomatik ataklar yapılarak olası saldırıların önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Malumdur ki; Barış Pınarı Operasyonu esnasında neredeyse bütün Batı ülkeleri hatta Arap dünyası Türkiye’ye karşı saldırıya geçmiş kınamadan tutun da askeri teçhizat alımına ambargo uygulanmasına varıncaya dek çeşitli baskılar uygulamışlardır. Barış Pınarı Operasyonu muhtemelen bu sebeple durdurulmuş ancak Tel Abyad ve Resulayn şehirleri arasındaki 100 kilometrelik bir alanda sınırlı kalmıştı. Baskılar öyle güçlü gelmişti ki Türkiye önce ABD ile sonra da Rusya ile operasyonu durdurma yönünde anlaşmalar yapmak zorunda kalmıştı. Bu anlaşmalar PKK/PYD terör örgütünün saldırılarının durdurulması şartı ile kabul edilmişti. Fakat adı üstünde terör örgütleri elbette anlaşmalara uymamış Türkiye’nin her an yeni bir operasyon düzenlemesi için fırsat meydana getirmiştir. Muhakkak yarım kalan iş bitirilecek olup bir zamanlama meselesi olarak karşımızda durmaktadır. Suriye’de şu anda en sıkışık olduğumuz yer; güya adına “Çatışmasızlık Bölgesi” adı verilen İdlib bölgesidir. Operasyona Şubat ayı sonuna kadar başlanacağı en yüksek makam tarafından yani Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilmiştir. Şu anda Serakib kasabası civarında yığınak yapılmakta ve Milli Suriye Ordusunun hazır hale gelmesine çalışılmaktadır. İdlib’de Morek ve Surman bölgelerinde bulunan 8 ile 9 numaralı gözlem noktaları tamamen diğer gözlem noktaları ise kısmen kuşatma altında olup silahlı kuvvetlerin çok dikkatli bir operasyon yapmasını zorunlu kılmaktadır. Zamanında ve gerekli hazırlığın tam olarak yapılmadığı bir harekât başarıyı önleyebilecektir. Suriye’de şu ana kadar onca engellemeye karşın yapılan operasyonlarda gösterilen elde edilen başarılar İdlib Operasyonu konusunda da iyimser olmamızı gerektirmektedir. Allah’ın izni ile ordumuz ve Milli Suriye Ordusunun muzaffer olacağından şüphe duymamak gerekiyor. İdlib’den sonra yine askeri unsurların kullanılacağı diğer operasyonlara ihtiyaç vardır. Bu arada İran’da başlayan çözülmeler bu süreci hızlandırabilir. Çünkü mevcut Esed Rejimi unsurlarının askeri operasyon kabiliyeti çok zayıflamıştır. İran’ın kara askeri desteği ve Rusya’nın hava desteği olmadan rejim askerleri hiçbir askeri operasyon yapamaz durumdadır. ABD ile İran arasında oynanan tiyatronun sonuçları bu operasyonun süratini belirleyecektir. Eğer karizması iyice çizilen Molla Rejimi, Suriye’den çıkmak zorunda kalırsa, Rusya’nın sadece hava unsurları ile bölgede tek başına etkili olmasının imkanı yoktur. Taşıma suyu ile değirmen döndürülemeyeceği için Rusya’dan kara askeri getirilip Nusayri Esed Rejimi için savaştırmak çok maliyetli bir iştir. Aynı zamanda stratejik işbirliği içinde olduğu Türkiye’yi karşı tarafa itmek Rusya’nın işine gelmeyecektir. Suriye’de Esed rejimi düşürüldükten sonra ilk konuşulacak konu işgal edilen “Golan Tepeleri” olacaktır. Golan Terlerinden çekilmek zorunda kalacak olan İsrail’in bölgede kalıcı olması mümkün görünmemektedir. Zira 200 milyon Sünni Müslüman toplumunun bulunduğu bu beldelerde 5 milyonluk Yahudi toplumunun ayakta kalması çok zordur. Bugüne kadar Müslümanların başsız kalması ve Türkiye gibi bir ülkenin liderlik edememesi yüzünden küçücük bir Yahudi toplumu ve bir milyonluk Nusayri azınlığı bölgeyi kan gölüne çevirip hâkimiyetlerini sürdürebiliyordu. Fakat artık zorbalık yerini adalet ve hakkaniyete bırakmak zorunda kalacaktır. Şu istikbal âlemindeki en yüksek gür seda; İslam’ın sedası olacaktır, vesselam… Dr. Vehbi KARA    
Ekleme Tarihi: 09 Şubat 2020 - Pazar

SURİYE VE FİLİSTİN'İN GELECEĞİ

SURİYE VE FİLİSTİN'İN GELECEĞİ 

Suriye ve Filistin aynı coğrafyanın bir parçasıdır. İlave olarak suni bir şekilde kurulan ve hiçbir tarihi derinliği olmayan Lübnan ve Ürdün’ü de bu coğrafyanın bir parçası olarak sayabiliriz.
Bu dört ülke İngiltere ve Fransızların sömürgesi olarak 2. Dünya savaşının sonuna kadar esarette kalmış fakat sonrasında güya bağımsızlığına kavuşmuştur. Halkın çok büyük bir çoğunluğu Sünni Müslüman olmasına rağmen Hıristiyan ve Yahudi toplumlarına büyük ayrıcalıklar tanınmış nihayetinde soygun, işkence ve sürgünler ile şu andaki sınırlar zorbalıkla meydana getirilmiştir.
İngiltere ve Fransa’nın yerini son 50 yılda bu sefer ABD ve Sovyetler Birliği almıştır. Eski sömürgecilerden çok da farklı olmayan politikalar sürdürülerek bu coğrafyada yaşayan Müslümanlar perişan edilmiştir.
Osmanlı Devleti zamanında “Bilad-ı Şam” olarak anılan bu coğrafyada, Müslümanlar 500 yıl boyunca huzur içinde yaşamışlardır. Ne zaman Batının kanlı eli değmiş işte sonucunda bugünkü acıklı durum meydana gelmiştir.
Nihayet 28 Ocak 2020 tarihinde ABD Başkanı Donald Trump, hiçbir ülkenin tanımadığı tek taraflı "Orta Doğu Barış Planı’nı" yanında İsrail Başbakanı Netanyahu ile birlikte dünyaya ilan etmiştir. Güya İsrail-Filistin sorununu çözmek amacıyla oluşturulduğu iddia edilen bu plan; sorunları çözmekten ziyade İsrail işgalini meşrulaştırmayı ve Filistin'i bölmeyi hedeflemektedir.
Bu bölünmüş ve insanların neredeyse yarısının sürgün edilmiş olduğu coğrafyadaki sorunların nasıl çözüleceğine dair düşünceler tartışılmaktadır. Meseleye Suriye’yi merkeze alan bir bakış açısı ile değerlendirmek gerektiği düşünülmelidir. Zira bu bölgeye yüzyıllarca  Bilad-Şam adı verilmiş ve yöneticilerine bu isim ve unvan verilmiştir. 
Şu anda dörde bölünmüş bu topraklarındaki yegane çözüm; adalet ile ve sürgün edilen insanların doğup büyüdükleri topraklara dönüşü ile mümkündür. Adaleti sağlamak için de Osmanlı Devletinin uyguladığı yönetimin esas alınması ve Müslüman toplumlara yapılan acımasızca işkencenin sona erdirilmesi gerekiyor. Bunu sağlayacak yegâne ülke de; tarihsel sorumluluğu olan Türkiye’dir.
Cinayet, katliam, işkence, baskı ve sürgünler sonunda milyonlarca Müslüman acımasız bir biçimde öldürülerek sürgün edilmiştir. Halen 4 milyona yakın Suriyeli’yi Ensar gibi kucaklayarak bağrına basan Türkiye, bu konuda ciddi bir gayret içindedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Mücadele döneminden beri hareketsiz ve güçsüz bırakılan silahlı kuvvetleri neredeyse 100 yıl sonra devreye sokarak denge ve adaleti sağlamaya çalışmaktadır. Bu maksatla Fırat kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Operasyonları başarı ile gerçekleştirilmiş ve bölgede yaşayan toplumların yegane umut ışığı olmuştur.
Şimdi sırada İdlib Operasyonu vardır. Bir yandan operasyon hazırlıkları sürdürülürken diğer taraftan diplomatik ataklar yapılarak olası saldırıların önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Malumdur ki; Barış Pınarı Operasyonu esnasında neredeyse bütün Batı ülkeleri hatta Arap dünyası Türkiye’ye karşı saldırıya geçmiş kınamadan tutun da askeri teçhizat alımına ambargo uygulanmasına varıncaya dek çeşitli baskılar uygulamışlardır. Barış Pınarı Operasyonu muhtemelen bu sebeple durdurulmuş ancak Tel Abyad ve Resulayn şehirleri arasındaki 100 kilometrelik bir alanda sınırlı kalmıştı.
Baskılar öyle güçlü gelmişti ki Türkiye önce ABD ile sonra da Rusya ile operasyonu durdurma yönünde anlaşmalar yapmak zorunda kalmıştı. Bu anlaşmalar PKK/PYD terör örgütünün saldırılarının durdurulması şartı ile kabul edilmişti. Fakat adı üstünde terör örgütleri elbette anlaşmalara uymamış Türkiye’nin her an yeni bir operasyon düzenlemesi için fırsat meydana getirmiştir. Muhakkak yarım kalan iş bitirilecek olup bir zamanlama meselesi olarak karşımızda durmaktadır.
Suriye’de şu anda en sıkışık olduğumuz yer; güya adına “Çatışmasızlık Bölgesi” adı verilen İdlib bölgesidir. Operasyona Şubat ayı sonuna kadar başlanacağı en yüksek makam tarafından yani Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilmiştir. Şu anda Serakib kasabası civarında yığınak yapılmakta ve Milli Suriye Ordusunun hazır hale gelmesine çalışılmaktadır.
İdlib’de Morek ve Surman bölgelerinde bulunan 8 ile 9 numaralı gözlem noktaları tamamen diğer gözlem noktaları ise kısmen kuşatma altında olup silahlı kuvvetlerin çok dikkatli bir operasyon yapmasını zorunlu kılmaktadır. Zamanında ve gerekli hazırlığın tam olarak yapılmadığı bir harekât başarıyı önleyebilecektir.
Suriye’de şu ana kadar onca engellemeye karşın yapılan operasyonlarda gösterilen elde edilen başarılar İdlib Operasyonu konusunda da iyimser olmamızı gerektirmektedir. Allah’ın izni ile ordumuz ve Milli Suriye Ordusunun muzaffer olacağından şüphe duymamak gerekiyor.
İdlib’den sonra yine askeri unsurların kullanılacağı diğer operasyonlara ihtiyaç vardır. Bu arada İran’da başlayan çözülmeler bu süreci hızlandırabilir. Çünkü mevcut Esed Rejimi unsurlarının askeri operasyon kabiliyeti çok zayıflamıştır. İran’ın kara askeri desteği ve Rusya’nın hava desteği olmadan rejim askerleri hiçbir askeri operasyon yapamaz durumdadır.
ABD ile İran arasında oynanan tiyatronun sonuçları bu operasyonun süratini belirleyecektir. Eğer karizması iyice çizilen Molla Rejimi, Suriye’den çıkmak zorunda kalırsa, Rusya’nın sadece hava unsurları ile bölgede tek başına etkili olmasının imkanı yoktur.
Taşıma suyu ile değirmen döndürülemeyeceği için Rusya’dan kara askeri getirilip Nusayri Esed Rejimi için savaştırmak çok maliyetli bir iştir. Aynı zamanda stratejik işbirliği içinde olduğu Türkiye’yi karşı tarafa itmek Rusya’nın işine gelmeyecektir.
Suriye’de Esed rejimi düşürüldükten sonra ilk konuşulacak konu işgal edilen “Golan Tepeleri” olacaktır. Golan Terlerinden çekilmek zorunda kalacak olan İsrail’in bölgede kalıcı olması mümkün görünmemektedir. Zira 200 milyon Sünni Müslüman toplumunun bulunduğu bu beldelerde 5 milyonluk Yahudi toplumunun ayakta kalması çok zordur.
Bugüne kadar Müslümanların başsız kalması ve Türkiye gibi bir ülkenin liderlik edememesi yüzünden küçücük bir Yahudi toplumu ve bir milyonluk Nusayri azınlığı bölgeyi kan gölüne çevirip hâkimiyetlerini sürdürebiliyordu. Fakat artık zorbalık yerini adalet ve hakkaniyete bırakmak zorunda kalacaktır.
Şu istikbal âlemindeki en yüksek gür seda; İslam’ın sedası olacaktır, vesselam…

Dr. Vehbi KARA 
  

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.