Dr. Vehbi Kara
Köşe Yazarı
Dr. Vehbi Kara
 

Dinsizler Kuran’ın Tercümesini Niçin İstiyorlar?

 Dinsizler Kuran’ın Tercümesini Niçin İstiyorlar? 20. Yüzyıl İslam aleminde büyük çöküşlerin yaşandığı korkunç bir çağ olmuştur. Dinimizi ortadan kaldırmak için akla gelmedik münafıklıklar yapılmış kutsal saydığımız bütün değerlere hücum edilmiştir. Hangi birini anlatalım. Saymakla bitmez ki! Harf inkılabından tutun Halifeliğin kaldırılıp İslam’ın başsız kalmasına kadar din ve vicdan özgürlüğünün katledildiği acımasız tek parti sultasını yaşadık. Cami minarelerinden ezan yerine tangır tungur şarkı sözlerine benzeyen nidaların yapıldığı acı günler yetmemiş gibi namazın dahi Türkçe okunması için çalışmalar yapıldığına şahit olduk. 24 Temmuz 2020 tarihi bu tahribatlardan bir tanesinin daha ortadan kaldırıldığı önemli bir gündü. Ayasofya camisinde yeniden namaz kılmaya başladık. Bu aziz vatanın evlatları ile beraber bütün İslam alemini sevince boğan bu güzel günü yaşattığı için Rabbimize sonsuz şükürler olsun. Tahrip kolay tamir zordur. İlki yılda yapılan bir gemiyi bir denizci kolayca batırabilir. Bu nedenle o kadar çok tahribat yapıldı ki bunları tamir etmek oldukça uzun zaman alıyor. İşte Ezan-ı Muhammedi 16 sene sonra 1950 yılında ancak düzeltilebildi. Keza Ayasofya tam 89 yıl sonra yeniden camiye döndürülebildi. Fakat yapılan tahribatlar bunlarla sınırlı değil ki… 1932 Yılından beri bu vatanda Cuma hutbesi Türkçe okunuyor. Halbuki 4 mezhebe göre hutbenin Arapça okunması gereklidir. Lakin dindar insanlar dahi bu bidatin içimize sokulduğundan habersizdir. İşte 1400 yıldan beri Arapça okunan hutbe aynı vaazlardaki gibi Türkçe okunmaya başlamıştır. Cuma hutbesi okunurken birisine “sus, konuşma” dahi denilmez. Aynı namaz kılarken denilmeyeceği gibi. Fakat hutbede yapılan uydurmalar yani bidatlar o kadar çoktur ki bu nedenle zuhuru ahir namazının kılındığını bile bilmiyoruz. İmam-ı Azam Ebu Hanefi bazı hükümdarların bidatlarından dolayı namaza şüphe gelmemesi için öğle namazının da kılınması gerektiği konusunda fetva vermiştir. Halbuki bütün bidatlar ve dinde uydurma işler bizzat hz. Muhammed Aleyhissalatü Vesselam tarafından yasaklanmıştır. Bu konuda sadece üç hadis nakletmekle yetinelim: Rasulullah (asm) şöyle buyurmuştur: “Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi muhdes olanlardır. Dine sonradan sokulan her şey bid’attır, her bid’at dalalettir ve her dalalet ateştedir.”(Muhdes: Dinden olmayan şeyin din adına çıkarılmasıdır) Müslim 867, Nesei 3/188. “…Yolun en faziletlisi Muhammed’in yoludur. En kötü iş ise sonradan icat edilenlerdir. Her bid’at dalalettir.” Buhari, İtisam, 16. “Hakikat şu ki; kim benden sonra terk edilmiş bir sünnetimi ihya ederse, onunla amel eden herkesin ecri kadar o kimseye sevap verilir, hem de onların sevabından hiçbir şey eksilmeden. Kim de Allah’ın ve Rasulünün rızasına uygun düşmeyen bir dalalet bid’atı icad ederse onunla amel eden insanların günahları kadar o kimseye günah yükletilir, hem de günahlarından hiç bir şey eskitilmeden.” Tirmizi, Müslim, Ebu Davud. İşte bidatların ne derece tehlikeli olduğunu bu hadislerden kolayca anlayabiliriz. Bununla birlikte Cuma namazlarında hutbenin Türkçe olarak 1932 yılından beri okunmasından kimse rahatsızlık duymamaktadır. Çin’den tutun Hindistan’a kadar dünyanın her yerinde Arapça hutbe okunduğuna bizzat şahit oldum. Fakat ülkemizde sanki hutbe her toplumun lisanı neyse onunla okunur gibi yanlış bir algı oluşmuştur. Bunun bidat olduğunu dahi bilemeyen nice insanımız vardır. Bu konuda daha detaylı bilgi edinmek isteyenlerin “Kelam-ı Ezeli ve Hutbenin Arapça Okunması” başlıklı kitabımı okumasını tavsiye ederim. Kitapyurdunda yayınladığım din ve vicdan özgürlüğünü hiçe sayarak dinde uydurmaların yapıldığı bu konuya; tekrar girmeyeceğim. Fakat bunun yerine bazı siyasi liderlerin Arapça yerine niçin Türkçe okunmasını istediklerini izah etmeye çalışacağım… 1930’lu yıllarda dehşetli din düşmanları Kurân’a karşı suikastlarını tercümesiyle yapmaya çalışmışlardır. Demişlerdir ki: "Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin." Yani, “lüzumsuz tekrarları herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun” diye ahmakça bir işe girişmişlerdir. Fakat Bediüzzaman Said Nursi bu konuda yazmış olduğu eserlerle en aklı kıt insanın dahi anlayacağı şekilde izah etmiştir. Bunları kısaca şu şekilde açıklayalım: Kurân’ın hakikî tercümesinin mümkün değildir.Lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’ân’ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez.Herbir harfi, on adetten bine kadar sevap veren kelimât-ı Kur’âniyenin mucizâne ve cemiyetli tabirlerinin yerini, beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz.Kuran yerine meal veya tercümeler camilerde hutbe veya namaz gibi ibadetlerde okunamaz. İşte bu eserler sayesinde dinsizlerin bu dehşetli planları akim kalmıştır. Fakat bu İslam düşmanlarından ders alan münafıklar, yine şeytan hesabına Kurân güneşini üflemekle söndürmeye çalışan ahmak çocuklar gibi çalışmışlardır. Nitekim kitabımı yazdıktan sonra gönderdiğim bazı akademisyen ve ilahiyatçılar açıkça “hutbenin Türkçe okunması gerektiğini düşünüyorum” diye bizzat tarafıma söylemişlerdir. Allah ıslah etsin… Bu makalede anlamaya çalıştığımız Kuran’ın tekrarlarının ise çok hikmeti vardır. Burada sadece birkaç tanesini söyleyeceğiz ki Kuran’ın yerine hiçbir lisan yerini tutamaz ve ibadetlerde okunamaz: Her şeyden önce Kuran’ın tekrarı gerektiren bir dua, dâvet, zikir ve tevhid kitabı olduğunu bilmek gerekiyor. Güzel ve tatlı tekrarları ile bir tek cümlede ve bir tek kıssada ayrı ayrı çok mânâları, ayrı ayrı muhatap tabakalarına düşündüren Kuran’ın bu özelliği çok önemlidir. Koca kâinatı parça parça edip kıyamette şeklini değiştirerek, dünyayı kaldırıp onun yerine azametli âhireti kuracak ve zerrattan yıldızlara kadar bütün cüz’iyat ve külliyatın tek bir Zâtın elinde ve tasarrufunda bulunduğunu ispat edecek ve kâinatı ve arzı ve semavatı ve anâsırı kızdıran ve hiddete getiren nev-i beşerin zulümlerine, kâinatın netice-i hilkati hesabına gazab-ı İlâhîyi ve hiddet-i Rabbâniyeyi gösterecek hadsiz ve nihayetsiz ve dehşetli ve geniş bir inkılâbın tesisinde, binler netice kuvvetinde bazı cümleleri ve hadsiz delillerin neticesi olan bir kısım âyetleri tekrar etmek, değil bir kusur, belki gayet kuvvetli bir i’caz ve gayet yüksek bir belâgat ve mukteza-yı hâle gayet mutabık bir cezâlettir, bir fesâhattir. Örneğin birtek âyet olup yüz on dört defa tekrar edilen Bismillâhirrahmânirrahîm cümlesi, Arşı ferşe bağlayan ve kâinatı ışıklandıran ve her dakika herkes ona muhtaç olan öyle bir hakikattir ki, milyonlar defa tekrar edilse yine ihtiyaç vardır. Değil yalnız ekmek gibi her gün, belki hava ve ziya gibi her dakika ona ihtiyaç ve iştiyak vardır. İşte Kuran’ın tekrarları bunun gibi çok esaslara bakıyor. Hattâ bazen bir sayfada makamın gereği ve beyanın belagatı icap eder ki; tevhit yani Allah’ın birliği defalarca zikredilmesi gereklidir. Bu durum değil usanç, belki kuvvet ve şevk verir. Bu konu Bediüzzaman’ın eserlerinde işlenmiş olup konuyu derinlemesine anlamak isteyenlere tavsiye edilir. İşte Kurân, hem bir şeriat, ahkâm, hikmet kitabı olduğu gibi hem bir akîde, iman, zikir, fikir, dua ve dâvet kitabı olduğunu bu şekilde göstermektedir. Herbiri birer küçük Kur’ân olan ekser uzun sûre ve makamlarda yalnız iki üç maksat değil, hem bir kitab-ı zikir, iman ve fikir, hem bir kitab-ı şeriat, hikmet ve irşad gibi, çok kitapları ve ayrı ayrı dersleri içine aldığı bu şekilde anlaşılmış olur. Evet, hergün, her zaman, herkes için bir âlem gider, taze bir âlemin kapısı kendine açılmasından, geçici herbir âlemini nurlandırmak için ihtiyaç ve iştiyakla Lâ ilâhe illâllah cümlesini bin defa tekrar ile o değişen perdelerin herbirisine Lâ ilâhe illâllah’ı lâmba yapmak gerekiyor. İnsanlar Kurân’ı okumakla güzelliğini takdir etmek ve nefsinin tuğyanından kurtulmaya çalışmak hikmetiyle tekrar ederler. Bu derece kuvvet ve şiddet ve tekrarla tehdidat-ı Kur’âniyeyi hakikatsız tevehhüm etmekten, Şeytan bile kaçar. Onları dinlemeyen inkarcılara Cehennem azabı da tam bir adalettir, diye gösterir. Son sözüm şudur ki; kör adam, güneşin ışığını bilmez. Hasta ağız da suyun tadını alamaz. Bu yüzden Kuran’ın tekrarının hikmetini bilmeyenlere sadece acımak gerekir, vesselam… Dr. Vehbi KARA
Ekleme Tarihi: 04 Ağustos 2020 - Salı

Dinsizler Kuran’ın Tercümesini Niçin İstiyorlar?

 Dinsizler Kuran’ın Tercümesini Niçin İstiyorlar?

20. Yüzyıl İslam aleminde büyük çöküşlerin yaşandığı korkunç bir çağ olmuştur. Dinimizi ortadan kaldırmak için akla gelmedik münafıklıklar yapılmış kutsal saydığımız bütün değerlere hücum edilmiştir.

Hangi birini anlatalım. Saymakla bitmez ki! Harf inkılabından tutun Halifeliğin kaldırılıp İslam’ın başsız kalmasına kadar din ve vicdan özgürlüğünün katledildiği acımasız tek parti sultasını yaşadık. Cami minarelerinden ezan yerine tangır tungur şarkı sözlerine benzeyen nidaların yapıldığı acı günler yetmemiş gibi namazın dahi Türkçe okunması için çalışmalar yapıldığına şahit olduk.

24 Temmuz 2020 tarihi bu tahribatlardan bir tanesinin daha ortadan kaldırıldığı önemli bir gündü. Ayasofya camisinde yeniden namaz kılmaya başladık. Bu aziz vatanın evlatları ile beraber bütün İslam alemini sevince boğan bu güzel günü yaşattığı için Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

Tahrip kolay tamir zordur. İlki yılda yapılan bir gemiyi bir denizci kolayca batırabilir. Bu nedenle o kadar çok tahribat yapıldı ki bunları tamir etmek oldukça uzun zaman alıyor. İşte Ezan-ı Muhammedi 16 sene sonra 1950 yılında ancak düzeltilebildi. Keza Ayasofya tam 89 yıl sonra yeniden camiye döndürülebildi. Fakat yapılan tahribatlar bunlarla sınırlı değil ki…

1932 Yılından beri bu vatanda Cuma hutbesi Türkçe okunuyor. Halbuki 4 mezhebe göre hutbenin Arapça okunması gereklidir. Lakin dindar insanlar dahi bu bidatin içimize sokulduğundan habersizdir. İşte 1400 yıldan beri Arapça okunan hutbe aynı vaazlardaki gibi Türkçe okunmaya başlamıştır.

Cuma hutbesi okunurken birisine “sus, konuşma” dahi denilmez. Aynı namaz kılarken denilmeyeceği gibi. Fakat hutbede yapılan uydurmalar yani bidatlar o kadar çoktur ki bu nedenle zuhuru ahir namazının kılındığını bile bilmiyoruz. İmam-ı Azam Ebu Hanefi bazı hükümdarların bidatlarından dolayı namaza şüphe gelmemesi için öğle namazının da kılınması gerektiği konusunda fetva vermiştir.

Halbuki bütün bidatlar ve dinde uydurma işler bizzat hz. Muhammed Aleyhissalatü Vesselam tarafından yasaklanmıştır. Bu konuda sadece üç hadis nakletmekle yetinelim:

Rasulullah (asm) şöyle buyurmuştur:

“Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi muhdes olanlardır. Dine sonradan sokulan her şey bid’attır, her bid’at dalalettir ve her dalalet ateştedir.”(Muhdes: Dinden olmayan şeyin din adına çıkarılmasıdır) Müslim 867, Nesei 3/188.

“…Yolun en faziletlisi Muhammed’in yoludur. En kötü iş ise sonradan icat edilenlerdir. Her bid’at dalalettir.” Buhari, İtisam, 16.

“Hakikat şu ki; kim benden sonra terk edilmiş bir sünnetimi ihya ederse, onunla amel eden herkesin ecri kadar o kimseye sevap verilir, hem de onların sevabından hiçbir şey eksilmeden. Kim de Allah’ın ve Rasulünün rızasına uygun düşmeyen bir dalalet bid’atı icad ederse onunla amel eden insanların günahları kadar o kimseye günah yükletilir, hem de günahlarından hiç bir şey eskitilmeden.” Tirmizi, Müslim, Ebu Davud.

İşte bidatların ne derece tehlikeli olduğunu bu hadislerden kolayca anlayabiliriz. Bununla birlikte Cuma namazlarında hutbenin Türkçe olarak 1932 yılından beri okunmasından kimse rahatsızlık duymamaktadır.

Çin’den tutun Hindistan’a kadar dünyanın her yerinde Arapça hutbe okunduğuna bizzat şahit oldum. Fakat ülkemizde sanki hutbe her toplumun lisanı neyse onunla okunur gibi yanlış bir algı oluşmuştur. Bunun bidat olduğunu dahi bilemeyen nice insanımız vardır.

Bu konuda daha detaylı bilgi edinmek isteyenlerin “Kelam-ı Ezeli ve Hutbenin Arapça Okunması” başlıklı kitabımı okumasını tavsiye ederim. Kitapyurdunda yayınladığım din ve vicdan özgürlüğünü hiçe sayarak dinde uydurmaların yapıldığı bu konuya; tekrar girmeyeceğim. Fakat bunun yerine bazı siyasi liderlerin Arapça yerine niçin Türkçe okunmasını istediklerini izah etmeye çalışacağım…

1930’lu yıllarda dehşetli din düşmanları Kurân’a karşı suikastlarını tercümesiyle yapmaya çalışmışlardır. Demişlerdir ki: "Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin." Yani, “lüzumsuz tekrarları herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun” diye ahmakça bir işe girişmişlerdir.

Fakat Bediüzzaman Said Nursi bu konuda yazmış olduğu eserlerle en aklı kıt insanın dahi anlayacağı şekilde izah etmiştir. Bunları kısaca şu şekilde açıklayalım:

Kurân’ın hakikî tercümesinin mümkün değildir.Lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’ân’ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez.Herbir harfi, on adetten bine kadar sevap veren kelimât-ı Kur’âniyenin mucizâne ve cemiyetli tabirlerinin yerini, beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz.Kuran yerine meal veya tercümeler camilerde hutbe veya namaz gibi ibadetlerde okunamaz.

İşte bu eserler sayesinde dinsizlerin bu dehşetli planları akim kalmıştır. Fakat bu İslam düşmanlarından ders alan münafıklar, yine şeytan hesabına Kurân güneşini üflemekle söndürmeye çalışan ahmak çocuklar gibi çalışmışlardır. Nitekim kitabımı yazdıktan sonra gönderdiğim bazı akademisyen ve ilahiyatçılar açıkça “hutbenin Türkçe okunması gerektiğini düşünüyorum” diye bizzat tarafıma söylemişlerdir. Allah ıslah etsin…

Bu makalede anlamaya çalıştığımız Kuran’ın tekrarlarının ise çok hikmeti vardır. Burada sadece birkaç tanesini söyleyeceğiz ki Kuran’ın yerine hiçbir lisan yerini tutamaz ve ibadetlerde okunamaz:

Her şeyden önce Kuran’ın tekrarı gerektiren bir dua, dâvet, zikir ve tevhid kitabı olduğunu bilmek gerekiyor. Güzel ve tatlı tekrarları ile bir tek cümlede ve bir tek kıssada ayrı ayrı çok mânâları, ayrı ayrı muhatap tabakalarına düşündüren Kuran’ın bu özelliği çok önemlidir.

Koca kâinatı parça parça edip kıyamette şeklini değiştirerek, dünyayı kaldırıp onun yerine azametli âhireti kuracak ve zerrattan yıldızlara kadar bütün cüz’iyat ve külliyatın tek bir Zâtın elinde ve tasarrufunda bulunduğunu ispat edecek ve kâinatı ve arzı ve semavatı ve anâsırı kızdıran ve hiddete getiren nev-i beşerin zulümlerine, kâinatın netice-i hilkati hesabına gazab-ı İlâhîyi ve hiddet-i Rabbâniyeyi gösterecek hadsiz ve nihayetsiz ve dehşetli ve geniş bir inkılâbın tesisinde, binler netice kuvvetinde bazı cümleleri ve hadsiz delillerin neticesi olan bir kısım âyetleri tekrar etmek, değil bir kusur, belki gayet kuvvetli bir i’caz ve gayet yüksek bir belâgat ve mukteza-yı hâle gayet mutabık bir cezâlettir, bir fesâhattir.

Örneğin birtek âyet olup yüz on dört defa tekrar edilen Bismillâhirrahmânirrahîm cümlesi, Arşı ferşe bağlayan ve kâinatı ışıklandıran ve her dakika herkes ona muhtaç olan öyle bir hakikattir ki, milyonlar defa tekrar edilse yine ihtiyaç vardır. Değil yalnız ekmek gibi her gün, belki hava ve ziya gibi her dakika ona ihtiyaç ve iştiyak vardır.

İşte Kuran’ın tekrarları bunun gibi çok esaslara bakıyor. Hattâ bazen bir sayfada makamın gereği ve beyanın belagatı icap eder ki; tevhit yani Allah’ın birliği defalarca zikredilmesi gereklidir. Bu durum değil usanç, belki kuvvet ve şevk verir.

Bu konu Bediüzzaman’ın eserlerinde işlenmiş olup konuyu derinlemesine anlamak isteyenlere tavsiye edilir.

İşte Kurân, hem bir şeriat, ahkâm, hikmet kitabı olduğu gibi hem bir akîde, iman, zikir, fikir, dua ve dâvet kitabı olduğunu bu şekilde göstermektedir. Herbiri birer küçük Kur’ân olan ekser uzun sûre ve makamlarda yalnız iki üç maksat değil, hem bir kitab-ı zikir, iman ve fikir, hem bir kitab-ı şeriat, hikmet ve irşad gibi, çok kitapları ve ayrı ayrı dersleri içine aldığı bu şekilde anlaşılmış olur.

Evet, hergün, her zaman, herkes için bir âlem gider, taze bir âlemin kapısı kendine açılmasından, geçici herbir âlemini nurlandırmak için ihtiyaç ve iştiyakla Lâ ilâhe illâllah cümlesini bin defa tekrar ile o değişen perdelerin herbirisine Lâ ilâhe illâllah’ı lâmba yapmak gerekiyor.

İnsanlar Kurân’ı okumakla güzelliğini takdir etmek ve nefsinin tuğyanından kurtulmaya çalışmak hikmetiyle tekrar ederler. Bu derece kuvvet ve şiddet ve tekrarla tehdidat-ı Kur’âniyeyi hakikatsız tevehhüm etmekten, Şeytan bile kaçar. Onları dinlemeyen inkarcılara Cehennem azabı da tam bir adalettir, diye gösterir.

Son sözüm şudur ki; kör adam, güneşin ışığını bilmez. Hasta ağız da suyun tadını alamaz. Bu yüzden Kuran’ın tekrarının hikmetini bilmeyenlere sadece acımak gerekir, vesselam…

Dr. Vehbi KARA

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.