Dr. Vehbi Kara
Köşe Yazarı
Dr. Vehbi Kara
 

Sınıfsız Toplum İlkelliğin Temelidir

Sınıfsız Toplum İlkelliğin Temelidir Fransız devrimi ve sonrasında çıkan komünizm, eşitlik konusuna vurgu yaparak sınıfsız toplum hayali ile yeryüzünü kana bulamışlardır. Bu konuda İslami duyarlılıklara sahip birçok insan da kulağa hoş gelen “eşitlik” kavramından etkilenmiş komünistlerin süslü sözlerine aldanmışlardır. İnsanlar arasında eşitliği kutsayan sözler sarf etmek hatta insanları tarağın dişleri gibi görmek çok büyük bir yanılgıdır. Eşitlik eğer kanun önünde olursa bir anlam ifade eder. Peygamber efendimiz (ASM) kendi kızı Fatıma dahi suç işlese had cezasının verileceğini buyurmuştur. Bu hususu günümüze tatbik edersek kırmızı ışıkta geçen her sürücü aynı cezaya çarptırılacaktır. Buna “kanun önünde eşitlik” diyebiliriz. Fakat hukuk alanı dışında insanları eşit görmek insanlara yapılacak en büyük haksızlıklardan bir tanesidir. Örneğin ben Allah’a inanmayan birisi ile nasıl eşit olabilirim? Yaratılan her varlığı kendi kendine olmuş veya sebepler yapmış veya tabiat ana böyle dilemiş diyen bir ahmak insan ile kendimi nasıl eşit görebilirim? Bir edebiyatçıyı ele alalım. Yeryüzündeki güzellikleri kendi diline göre tasvir edip şiir şeklinde kağıda dökmüş bir kişi ile hayatında hiçbir kitabı okumamış edebiyattan haberdar olmayan bir insan nasıl eşit olur? Son bir örnek de sanat alanından olsun. Çocukluğundan beri çalışarak enfes ziyafetlere adını yazdıran usta bir aşçı ile soğanın cücüğünden başka lezzetli bir gıdayı tanımayan bir insanı eşit görmek gurmelik açısından haksızlık değil midir? Fransız devrimi ve komünizm sınıfsal ayrımları reddederek boş hayalin peşinde koşmuşlar ve bu uğurda milyonlarca masum insanın kanını akıtmışlardır. Bu amaçla hareket eden komünistler vahşet ve bedeviyet devrinin insanlarına özenmektedir. Bu ise çağlar boyunca güçlenerek gelişen insanın terakkisinden nasibi olmamanın bir göstergesidir. Marx, kapital isimli eserinde sınıfsız bir toplumun hayalini kurmaktadır. Medeniyetlerin henüz kurulmadığı insanların avcılık ve toplayıcılıkla hayatını idame ettiği bir döneme vurgu yapmaktadır. Kapitalizmden sonra geleceğini söylediği sosyalist-komünist dönemin en önemli özelliklerini insanlığın ilk dönemi olan “ilkel komünal dönem” adını verdiği dönemde aramaktadır. Vahşet ve bedeviyet devri veya Marx’ın ifadesi ile “İlkel Komünal Toplum” denilen bu devir; insanlığın ilkel durumdaki ilk yaşama safhasını teşkil etmektedir. Her ferdin kendi başına yaşadığı, sosyal bir kontrol, kaynaşma ve kamu otoritesinin görülmediği bir devirdir. Aile ve mülkiyet kavramları bu dönemde henüz gelişmemiştir. Toplum dağınık ve basit bir yapı arz etmektedir. İnsanlığın bu iptidai dönemine özenmek ve bunun hayalini kurmak olsa olsa diyalektik materyalimin tuzağına düşmüş zavallılara özgü bir durumdur. Bu durumu insanların ulvi ve yüksek duyguları ile ilişkilendirmek akla ziyan bir tasnif olsa gerektir. İlkel komünal dönem; iptidai ve ilkeldir. Çünkü yerleşik bir hayat tarzı henüz ortaya çıkmamıştır. Vahşi ve bedevi (göçebe) bir hayat tarzı hüküm sürmektedir. Birlikte yaşama bilinci ve toplumsallık duygusu yeterince gelişmemiştir. Keza isim verildiği üzere bu devir cebir ve şiddetin hâkim olduğu “vahşet” devridir. Bu devirde topluluklara; güç, otorite ve kuvvet sahipleri hükmetmektedir. Aynen günümüzün Batı anlayışı gibi; kuvvet hakta değildir. Kim kuvvetli ve güçlü ise işte o kişi haklı sayılıyordu. İnsanlığın bu primitif dönemi, Peygamberler ve dinlerin insanlara değer veren ilkeleri sayesinde bir parça gelişmiş ve yarı medeniyet denilen bir döneme ulaşılmıştır. İnsanlık bu sayede bir kamu otoritesine kavuşmuş vahşet ve bedevilikten bir parça kurtulmuştur. Bu toplumun ve sonrasında gelen köle toplumunun da en önemli özelliklerinden bir tanesi toplumun emniyeti ve selameti için fert ve şahıslar kolaylıkla feda edilebilmesidir. Öyle ki toplumun yani klan veya kabilenin menfaati için şahısların hukuku nazara alınmaz. Bu devirde suç işlemiş bir tek insan yüzünden diğer kabile ve topluluğun tamamı öldürülüp yok edilebilmektedir. Bu döneme “Vahşet ve Bedeviyet Devri” denilmesinin en önemli nedenlerinden bir tanesi bu olsa gerektir. Fert hukukunun olmaması ve yok denecek kadar önemsiz kabul edilmesi insanlığın içine düştüğü en berbat seviyelerden bir tanesidir. Marx’a göre bu dönemde insanlar hayatlarını sürdürebilmek için gerekli olan şeyleri taştan yapılmış aletler aracılığı ile sağlıyorlardı. Sosyal üretim ilişkileri de bu son derece ilkel üretim güçleri ile uyum halinde idi. Fakat bu dönemde iş araçlarının yeterliliği insana tek başına tüm ihtiyaçlarını karşılama imkânı vermiyordu. İlkel toplumun tüm üyelerinin güçlerini birleştirmeleri ile ancak gerekli olan ihtiyaçlar sağlanabiliyordu. İlkel topluluklarda üretim ilişkilerinin dayandığı temel dinamik, toplumsal mülkiyetti. Komünizm düşüncesinin özel mülkiyeti reddetmesi ve toplumsal mülkiyeti esas alması insanlığın bu ilkel çağlarına özentiden başka bir şey değildir. Ekim Devriminde Rusya’da malı mülkü olan her yer yağmalanmış namuslu insanların karısı, çoluğu çocuğu; işsiz güçsüz serserilere peşkeş çekilmiştir. Stalin bu faciayı görerek bir takım iyileştirmelere yol açacak kanunlar çıkarmış ve Sovyetler Birliğinin sanayileşmesinde önemli roller üstlenmiştir. Fakat Stalin’in köylüleri işçi haline sokarken uyguladığı acımasız ve sert önlemler tarihe acımasız katillerden birisi olarak geçmesini önleyememiştir. Öyle ki Bolşevik devriminden bile daha kötü şartları yaşayan Rus halkı, bu durumu edebi metinlerle dile getirerek insanoğlunun ne derece acımasız ve zalim olduğunu ortaya koymuşlardır. Komünistlerin hayalini kurduğu ilkel komünal toplumlarda devlet diye tanımlanabilecek kurumsal bir yapılanma söz konusu değildir. Özel mülkiyet yerine ortak mülkiyet anlayışı tercih edildiği bu toplumsal yapıda, üretim araçları toplumun ortak malı olarak kabul edilmektedir. Miras hakkı yoktur. Yıllarca emek vererek çocuklarına güzel bir gelecek kurmak isteyen insanların hayalleri tamamen yıkılmıştır. İnsanlık; devlet mekanizmasının kurulmasından önce tabii durum olarak tasvir edilen bir ortamda yaşamaktaydı. İnsanların mülkiyet paylaşımı ve kendi eylemlerinin tanziminde yalnızca tabii hukuka bağlı oldukları ve sadece ona uygun düşündükleri bir özgürlük durumudur. Tabii ki bu durum aynı zamanda tüm otorite ve yargılama hakkının karşılıklı olarak herkese ait olduğu ve kimsenin kimse üzerinde herhangi bir egemenlik hakkının bulunmadığı bir ilişki de söz konusudur. Bu devirde ortak çalışma ve üretim araçlarının kolektif mülkiyeti söz konusu idi. Toplumun her üyesinin üretim araçları ile ilişkisi aynıdır ve özel mülkiyet yoktur. Yani hiç kimsenin üretim araçlarını diğerlerinin aleyhine kendi mülkiyetine geçirme imkânı yoktur. İş verimliliği son derece düşük olduğundan üretilen değerler insanların ancak yaşayabilmesi için zorunlu olanı sağlayabiliyordu. İhtiyaçtan fazlası üretilmediği için kimsenin bir artı değere el koyması söz konusu değildi. Evet, İlkel Komünal dönemde günümüzdeki gibi bir sömürü olayı yoktu ve bu sebeple de bir siyasi organizasyona ihtiyaç duyulmuyordu. Fakat insanların mutlu oldukları ve kendilerini güvende hissetmeleri de düşünülemezdi. İşte bu vahşi ve karanlık dönemin sonu; peygamberler vasıtası ile inanç sisteminin daha sağlam temellere oturması sayesinde sona ermiştir. Dinler insanlar arasında örgütlenmeyi, toplumsal bağların gelişmesini, kardeşlik duygusunu pekiştirmeyi, üretim güçlerinin gelişmesini sağlamış ve bu karanlık dönemi sona erdirmiştir. Marx’ın niçin din için “afyon” tabirini kullandığını ve komünistlerin neden dine düşman olduklarını umarım anlatabilmişimdir, vesselam… Dr. Vehbi KARA  Windows 10 için Posta ile gönderildi Samsung Galaxy akıllı telefonumdan gönderildi.
Ekleme Tarihi: 24 Haziran 2020 - Çarşamba

Sınıfsız Toplum İlkelliğin Temelidir

Sınıfsız Toplum İlkelliğin Temelidir

Fransız devrimi ve sonrasında çıkan komünizm, eşitlik konusuna vurgu yaparak sınıfsız toplum hayali ile yeryüzünü kana bulamışlardır. Bu konuda İslami duyarlılıklara sahip birçok insan da kulağa hoş gelen “eşitlik” kavramından etkilenmiş komünistlerin süslü sözlerine aldanmışlardır.

İnsanlar arasında eşitliği kutsayan sözler sarf etmek hatta insanları tarağın dişleri gibi görmek çok büyük bir yanılgıdır. Eşitlik eğer kanun önünde olursa bir anlam ifade eder. Peygamber efendimiz (ASM) kendi kızı Fatıma dahi suç işlese had cezasının verileceğini buyurmuştur.

Bu hususu günümüze tatbik edersek kırmızı ışıkta geçen her sürücü aynı cezaya çarptırılacaktır. Buna “kanun önünde eşitlik” diyebiliriz. Fakat hukuk alanı dışında insanları eşit görmek insanlara yapılacak en büyük haksızlıklardan bir tanesidir.

Örneğin ben Allah’a inanmayan birisi ile nasıl eşit olabilirim? Yaratılan her varlığı kendi kendine olmuş veya sebepler yapmış veya tabiat ana böyle dilemiş diyen bir ahmak insan ile kendimi nasıl eşit görebilirim?

Bir edebiyatçıyı ele alalım. Yeryüzündeki güzellikleri kendi diline göre tasvir edip şiir şeklinde kağıda dökmüş bir kişi ile hayatında hiçbir kitabı okumamış edebiyattan haberdar olmayan bir insan nasıl eşit olur?

Son bir örnek de sanat alanından olsun. Çocukluğundan beri çalışarak enfes ziyafetlere adını yazdıran usta bir aşçı ile soğanın cücüğünden başka lezzetli bir gıdayı tanımayan bir insanı eşit görmek gurmelik açısından haksızlık değil midir?

Fransız devrimi ve komünizm sınıfsal ayrımları reddederek boş hayalin peşinde koşmuşlar ve bu uğurda milyonlarca masum insanın kanını akıtmışlardır. Bu amaçla hareket eden komünistler vahşet ve bedeviyet devrinin insanlarına özenmektedir. Bu ise çağlar boyunca güçlenerek gelişen insanın terakkisinden nasibi olmamanın bir göstergesidir.

Marx, kapital isimli eserinde sınıfsız bir toplumun hayalini kurmaktadır. Medeniyetlerin henüz kurulmadığı insanların avcılık ve toplayıcılıkla hayatını idame ettiği bir döneme vurgu yapmaktadır. Kapitalizmden sonra geleceğini söylediği sosyalist-komünist dönemin en önemli özelliklerini insanlığın ilk dönemi olan “ilkel komünal dönem” adını verdiği dönemde aramaktadır.

Vahşet ve bedeviyet devri veya Marx’ın ifadesi ile “İlkel Komünal Toplum” denilen bu devir; insanlığın ilkel durumdaki ilk yaşama safhasını teşkil etmektedir. Her ferdin kendi başına yaşadığı, sosyal bir kontrol, kaynaşma ve kamu otoritesinin görülmediği bir devirdir.

Aile ve mülkiyet kavramları bu dönemde henüz gelişmemiştir. Toplum dağınık ve basit bir yapı arz etmektedir. İnsanlığın bu iptidai dönemine özenmek ve bunun hayalini kurmak olsa olsa diyalektik materyalimin tuzağına düşmüş zavallılara özgü bir durumdur. Bu durumu insanların ulvi ve yüksek duyguları ile ilişkilendirmek akla ziyan bir tasnif olsa gerektir.

İlkel komünal dönem; iptidai ve ilkeldir. Çünkü yerleşik bir hayat tarzı henüz ortaya çıkmamıştır. Vahşi ve bedevi (göçebe) bir hayat tarzı hüküm sürmektedir. Birlikte yaşama bilinci ve toplumsallık duygusu yeterince gelişmemiştir. Keza isim verildiği üzere bu devir cebir ve şiddetin hâkim olduğu “vahşet” devridir.

Bu devirde topluluklara; güç, otorite ve kuvvet sahipleri hükmetmektedir. Aynen günümüzün Batı anlayışı gibi; kuvvet hakta değildir. Kim kuvvetli ve güçlü ise işte o kişi haklı sayılıyordu.

İnsanlığın bu primitif dönemi, Peygamberler ve dinlerin insanlara değer veren ilkeleri sayesinde bir parça gelişmiş ve yarı medeniyet denilen bir döneme ulaşılmıştır. İnsanlık bu sayede bir kamu otoritesine kavuşmuş vahşet ve bedevilikten bir parça kurtulmuştur.

Bu toplumun ve sonrasında gelen köle toplumunun da en önemli özelliklerinden bir tanesi toplumun emniyeti ve selameti için fert ve şahıslar kolaylıkla feda edilebilmesidir. Öyle ki toplumun yani klan veya kabilenin menfaati için şahısların hukuku nazara alınmaz.

Bu devirde suç işlemiş bir tek insan yüzünden diğer kabile ve topluluğun tamamı öldürülüp yok edilebilmektedir. Bu döneme “Vahşet ve Bedeviyet Devri” denilmesinin en önemli nedenlerinden bir tanesi bu olsa gerektir. Fert hukukunun olmaması ve yok denecek kadar önemsiz kabul edilmesi insanlığın içine düştüğü en berbat seviyelerden bir tanesidir.

Marx’a göre bu dönemde insanlar hayatlarını sürdürebilmek için gerekli olan şeyleri taştan yapılmış aletler aracılığı ile sağlıyorlardı. Sosyal üretim ilişkileri de bu son derece ilkel üretim güçleri ile uyum halinde idi.

Fakat bu dönemde iş araçlarının yeterliliği insana tek başına tüm ihtiyaçlarını karşılama imkânı vermiyordu. İlkel toplumun tüm üyelerinin güçlerini birleştirmeleri ile ancak gerekli olan ihtiyaçlar sağlanabiliyordu. İlkel topluluklarda üretim ilişkilerinin dayandığı temel dinamik, toplumsal mülkiyetti.

Komünizm düşüncesinin özel mülkiyeti reddetmesi ve toplumsal mülkiyeti esas alması insanlığın bu ilkel çağlarına özentiden başka bir şey değildir. Ekim Devriminde Rusya’da malı mülkü olan her yer yağmalanmış namuslu insanların karısı, çoluğu çocuğu; işsiz güçsüz serserilere peşkeş çekilmiştir. Stalin bu faciayı görerek bir takım iyileştirmelere yol açacak kanunlar çıkarmış ve Sovyetler Birliğinin sanayileşmesinde önemli roller üstlenmiştir.

Fakat Stalin’in köylüleri işçi haline sokarken uyguladığı acımasız ve sert önlemler tarihe acımasız katillerden birisi olarak geçmesini önleyememiştir. Öyle ki Bolşevik devriminden bile daha kötü şartları yaşayan Rus halkı, bu durumu edebi metinlerle dile getirerek insanoğlunun ne derece acımasız ve zalim olduğunu ortaya koymuşlardır.

Komünistlerin hayalini kurduğu ilkel komünal toplumlarda devlet diye tanımlanabilecek kurumsal bir yapılanma söz konusu değildir. Özel mülkiyet yerine ortak mülkiyet anlayışı tercih edildiği bu toplumsal yapıda, üretim araçları toplumun ortak malı olarak kabul edilmektedir. Miras hakkı yoktur. Yıllarca emek vererek çocuklarına güzel bir gelecek kurmak isteyen insanların hayalleri tamamen yıkılmıştır.

İnsanlık; devlet mekanizmasının kurulmasından önce tabii durum olarak tasvir edilen bir ortamda yaşamaktaydı. İnsanların mülkiyet paylaşımı ve kendi eylemlerinin tanziminde yalnızca tabii hukuka bağlı oldukları ve sadece ona uygun düşündükleri bir özgürlük durumudur. Tabii ki bu durum aynı zamanda tüm otorite ve yargılama hakkının karşılıklı olarak herkese ait olduğu ve kimsenin kimse üzerinde herhangi bir egemenlik hakkının bulunmadığı bir ilişki de söz konusudur.

Bu devirde ortak çalışma ve üretim araçlarının kolektif mülkiyeti söz konusu idi. Toplumun her üyesinin üretim araçları ile ilişkisi aynıdır ve özel mülkiyet yoktur. Yani hiç kimsenin üretim araçlarını diğerlerinin aleyhine kendi mülkiyetine geçirme imkânı yoktur.

İş verimliliği son derece düşük olduğundan üretilen değerler insanların ancak yaşayabilmesi için zorunlu olanı sağlayabiliyordu. İhtiyaçtan fazlası üretilmediği için kimsenin bir artı değere el koyması söz konusu değildi.

Evet, İlkel Komünal dönemde günümüzdeki gibi bir sömürü olayı yoktu ve bu sebeple de bir siyasi organizasyona ihtiyaç duyulmuyordu. Fakat insanların mutlu oldukları ve kendilerini güvende hissetmeleri de düşünülemezdi.

İşte bu vahşi ve karanlık dönemin sonu; peygamberler vasıtası ile inanç sisteminin daha sağlam temellere oturması sayesinde sona ermiştir. Dinler insanlar arasında örgütlenmeyi, toplumsal bağların gelişmesini, kardeşlik duygusunu pekiştirmeyi, üretim güçlerinin gelişmesini sağlamış ve bu karanlık dönemi sona erdirmiştir.

Marx’ın niçin din için “afyon” tabirini kullandığını ve komünistlerin neden dine düşman olduklarını umarım anlatabilmişimdir, vesselam…

Dr. Vehbi KARA 

Windows 10 için Posta ile gönderildi

Samsung Galaxy akıllı telefonumdan gönderildi.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.