Bülent Civan
Köşe Yazarı
Bülent Civan
 

ANADOLU RUHUNU YENİDEN İNŞAYA MEMURUZ

Bulunduğumuz coğrafyanın stratejik açıdan öneme haiz olduğu aşikârdır. Bu husus derinlemesine tetkik edildiğinde; ruh coğrafyamız, Anadolu’nun kültürel etkileşim alanları, enerji yatağı ve transferi açısından ehemmiyeti ilk bakışta dikkati çeken temel unsurlardır. Asırlardır inanç haritamızla sorunu olan oryantalizm, emperyalizmin öncü kolu olarak, sahaya inmiş ve bizi biz yapan tüm kıymetlere karşı taarruz başlatmıştır. Bu taarruzların akabinde güçlü müdafaa hatları oluşturamadığımız için anlayışta farklılıklar oluşmaya başladı. Ne hazin tecellidir ki Hira Dağı’nın çocukları olarak kendi gök kubbemizde kaybettiğimiz hakikati, Olympos Dağı çocuklarının seküler uygarlığındaki materyalist bilgi evreninde arama gafletine düştük. Materyalist bir havzada deveran eden bu uygarlık arızîdir. İlk medeniyet mecrasını açan, ilk insan ve Peygamber olan Hz. Âdem (as)’dir. Bu mecra hakikat medeniyetinin mecrasıdır. Gelen bütün Peygamberler bu mecrayı beslemişlerdir. Anadolu’nun ruh kökü İslam’dır Dünya haritasının merkezinde yer alan Anadolu’nun içten dışa bakışında; dünyadaki mevcut gerçekliği müşahede etmek zorundayız. Mevcut gerçekliği okuyamadığımızda savrulmalar kaçınılmaz hale gelir. Dünyanın mevcut gerçekliğini tetkik ettikten sonra, mefkûremiz açısından dünyanın okunmasına sıra gelir. Tabii ki “İ’lâ-yi Kelimetullah için Nizam-ı Âlem” davasına gönül vermiş insanların Kızıl Elma’sı dünya ile de sınırlı kalmaz, ötelere kadar uzanır. Dünya coğrafyasında Anadolu küçük bir yer kaplamasına rağmen, taşıdığı mana açısından Anadolu nazarında dünya fazla bir yer etmez. Çünkü Anadolu bir mefkûredir, ruh kökü İslam’dır. Kumaşını İslam dokumuştur. Meselemiz ötelerden nefes alarak dünya gerçekliğine ruh üfleyecek bir fikriyatın inşasını gerçekleştirebilmek, zamanın Fatihliğine talip olmaktır. Anadolu özünde İslam ruhunun merkezîleştiği yerdir. Kadim medeniyetimiz, bu ruhun tecessüm etmiş halidir. Son açılım olan Osmanlı, aynı zamanda bir medeniyet devletiydi. Kurduğu müesses nizam hem kendi insanını yaşatmaya hem de insanlığı yaşatmaya matuf bir ruhu taşıyordu. Bugün, Anadolu’nun periferine (çevre) bakıldığında ne söylemek istediğimiz anlaşılır. Anadolu coğrafyasında mukim olan insanlar olarak küllî bir mirasın üzerinde oturuyoruz. Dünya gerçekliğini mefkûre merkezli okumaya tabii tuttuğumuzda şu mevcut halin bir netice olduğunu müşahede ederiz. Mevcut gerçeklik bizim ruhumuzun tezahür etmiş hali değildir; bu gerçeklik Batı’nın zihinsel ve epistemolojik işgali sonucu oluşmuş bir durumdur. Biz bu gerçekliğe teslim olamayız. Bizim teslimiyetimiz, sadece Allah ve Resulü’nedir. Kendi ruhumuzun gerçekliğini inşaya memuruz. Onun içinde istiklalin ön şartı olarak kendi bilgi evrenimize dönmek zarurettir. Madde planında verilen mücadele zaferle neticelendi; fakat manevi planda yerlerde sürünüyoruz. Bilginin ve kültürün istiklali olmadan bir medeniyet tasavvurundan bahsetmek ham hayalden öteye gidemez. Çare kendi mecramıza dönmektir İstiklal, medeniyet inşasının vazgeçilmez unsurudur. İstiklalini yitirmiş bir milletin medeniyet inşa ettiği görülmemiştir. “Nazari vatanını” kaybeden bir millet işgal altındadır. Zihin ve ruh dünyaları; estetik, sanat ve şehir tasavvurlarını kaybeden, ekonomi kaynakları ve eğitim sistemleri sömürgeleştirilen milletler kendi medeniyetlerine yabancılaşır, yok olmaya mahkûm olurlar. İstikbale sözü olanlar, önce istiklallerini kazanmak zorundadır. Millet olarak içinde yer aldığımız medeniyet yatağından; Tanzimat’la beraber farklı bir medeniyet yatağına sürülmüş, kırgın bir hale gelmişiz. Anadolu coğrafyasında mündemiç olan ruhu tekrar aslî mecrasına matuf hale getirecek külli bir fikriyata ihtiyaç hat safhadadır. Coğrafyamızdaki sancıların asıl sebebi, kendi ruh mecramıza dönemediğimizden kaynaklanmaktadır. Bunun gerçekleşmesi de ancak hâl muhasebesi yaparak, istikbal tasavvurumuzu bir dünya görüşüne perçinli bir şekilde örgütleştirmekle mümkündür. Bizim medeniyetimizin insan telakkisi ruh merkezlidir. Ruh insanın derinlerindedir, nefis onu perdeler. Ruha ulaşmak için nasıl bir tedrisat süreci mevcutsa; aynı şekilde Anadolu’da mündemiç olan tohum (Ruh) ne kadar küllenmiş, müdahalelere uğramışsa da, yeniden insanlığa umut olacak “insanlığın son adası “olarak ifade edilen o ruhun tekrar tezahürüne imkân tanıyacak güzergâhın inşa edilmesi hayatî öneme haizdir. O ruhun dirilişi, ruh coğrafyamızın ve insanlığın dirilişine mukaddem olacaktır. Bir köke bağlı ağacın dal dal inşası ve ruh coğrafyamıza doğru kanalların açılması zaruri bir husustur. Bizim dünya tasavvurunuz Nizam-ı Âlemdir; büyük bir davadır. Dünya çapında tefekkür cehdi ister. Sürekli olarak bir medeniyet tasavvurundan bahsedilmekte; fakat bunun güzergâh haritası nasıl olmalı, aşamaların birbiriyle münasebet ağı nasıl örgüleştirmeli? Nihaî hedef; ara hedef, menziller arasındaki irtibat ağı nasıl olmalı? Bunlar hayati önem arz eden fikirlere muhtaçtır. Medeniyet tasavvuru, her sahada dal dal örgüleşen bir ağaç gibidir. Ağacın dallarından bahsedip kökünden, yani ruhundan, tohumundan bahsetmemek olmaz. O ruhta ne ağaçlar gizlidir. Mesele onu dışarı çıkartarak dal ve yapraklarına doğru can suyunu yürütebilmekte. Tüm cehdimiz eşya ve hadiselere tesir edecek ruhî istidatlarımızı harekete geçirebilmektir. Materyalist, pozitivist telakkinin kurduğu çağ, başka türlü nasıl aşılacak? Mevcut seküler uygarlığa karşı duracak ve mücadele edecek tüm nazarî kaynaklar bizim medeniyetimizde mevcuttur. Merkez Türkiye’dir Dünya çapında tasavvura sahip olmak, bir merkezi zarurî kılmaktadır. Merkez, Türkiye’dir. Merkez telakki ettiğimiz Anadolu’nun içinde taşıdığı tohuma ulaşmak, kendi özümüze dönmektir. Bunun içinde nazarî vatanımızı işgalden kurtarmak gerekir. Kendi bilgi evrenimize avdet ederek bir anlayış mihrakı oluşturmak ve tüm meselelere o zaviyeden bakmak gerekir. Akabinde tüm yolların açıldığı görülecektir. Bu zaviyeden bakıldığında, içe doğru bir oluş sürecinden sonrada dışa doğru fikriyatımızın tamimleşmesi süreci gelir. Bunlar tabii ki bir dünya görüşüne bağlı bir şekilde gerçekleşecektir. Coğrafî unsur, içe doğru oluş ve tamimleşme münasebeti aynı zamanda jeopolitiğimizin ipuçlarını vermektedir. Bunlar büyük fikirlere ihtiyaç duyulan süreçlerdir. Anadolu ruhu dirildiğinde, onun dışında kalan kültür coğrafyamızın da muharrik gücü haline gelmesi kaçınılmaz olur. Batı’nın asırları aşan işgalinin neticeleri bugün net bir şekilde görülmektedir. Tüm kültürler işgale uğramıştır. İşgale tek direnebilen, mukavemet gösteren “İslam” olmuştur. Bundan dolayıdır ki birçok cihetten kuşatılmış durumdayız. Kuşatma, tek cihetten yapılan bir kuşatma değildir. Fikrî, siyasî, kültürel, iktisadî vb. gibi çok yönlü bir kuşatmadır. Bu kuşatmayı yaracak huruç (çıkış) hareketi başlatmalıyız. Tüm cepheler birbiriyle irtibatlı olmak üzere bir dünya görüşüne bağlı olarak, o dünya görüşünün bilgi evreninden beslenerek hurucumuzu gerçekleştirmek tarihi borcumuzdur. Tüm cephelerdeki taarruzu durdurmak, her mevziinin şartlarına göre güçlü fikirler üretecek kadroların varlığıyla gerçekleşebilir. Bir dünya görüşüne perçinli, dünyayı kendi merkezinden okuyacak bir fikir aristokrasisine ihtiyaç had safhadadır. Öncelikle, yerli ve milli bir “münevveran” hareketi başlatmamız gerekmektedir. Nasıl ki Türkler, Abbasilerin has ordusu, İslam’ın kılıcı olarak tarihte yerlerini aldılarsa; yaşadığımız zaman diliminde İslam’ın fikir kılıcını kuşanacak, milli münevveranın tarih yapmak için zamanın fethine soyunması zaruridir. Tüm gayemiz, O’nun sancağının yere düşmemesidir. O, bizim varoluş gayemizdir. (Fikirname) Bülent CİVAN
Ekleme Tarihi: 05 Ağustos 2022 - Cuma

ANADOLU RUHUNU YENİDEN İNŞAYA MEMURUZ

Bulunduğumuz coğrafyanın stratejik açıdan öneme haiz olduğu aşikârdır. Bu husus derinlemesine tetkik edildiğinde; ruh coğrafyamız, Anadolu’nun kültürel etkileşim alanları, enerji yatağı ve transferi açısından ehemmiyeti ilk bakışta dikkati çeken temel unsurlardır. Asırlardır inanç haritamızla sorunu olan oryantalizm, emperyalizmin öncü kolu olarak, sahaya inmiş ve bizi biz yapan tüm kıymetlere karşı taarruz başlatmıştır. Bu taarruzların akabinde güçlü müdafaa hatları oluşturamadığımız için anlayışta farklılıklar oluşmaya başladı. Ne hazin tecellidir ki Hira Dağı’nın çocukları olarak kendi gök kubbemizde kaybettiğimiz hakikati, Olympos Dağı çocuklarının seküler uygarlığındaki materyalist bilgi evreninde arama gafletine düştük. Materyalist bir havzada deveran eden bu uygarlık arızîdir. İlk medeniyet mecrasını açan, ilk insan ve Peygamber olan Hz. Âdem (as)’dir. Bu mecra hakikat medeniyetinin mecrasıdır. Gelen bütün Peygamberler bu mecrayı beslemişlerdir. Anadolu’nun ruh kökü İslam’dır Dünya haritasının merkezinde yer alan Anadolu’nun içten dışa bakışında; dünyadaki mevcut gerçekliği müşahede etmek zorundayız. Mevcut gerçekliği okuyamadığımızda savrulmalar kaçınılmaz hale gelir. Dünyanın mevcut gerçekliğini tetkik ettikten sonra, mefkûremiz açısından dünyanın okunmasına sıra gelir. Tabii ki “İ’lâ-yi Kelimetullah için Nizam-ı Âlem” davasına gönül vermiş insanların Kızıl Elma’sı dünya ile de sınırlı kalmaz, ötelere kadar uzanır. Dünya coğrafyasında Anadolu küçük bir yer kaplamasına rağmen, taşıdığı mana açısından Anadolu nazarında dünya fazla bir yer etmez. Çünkü Anadolu bir mefkûredir, ruh kökü İslam’dır. Kumaşını İslam dokumuştur. Meselemiz ötelerden nefes alarak dünya gerçekliğine ruh üfleyecek bir fikriyatın inşasını gerçekleştirebilmek, zamanın Fatihliğine talip olmaktır. Anadolu özünde İslam ruhunun merkezîleştiği yerdir. Kadim medeniyetimiz, bu ruhun tecessüm etmiş halidir. Son açılım olan Osmanlı, aynı zamanda bir medeniyet devletiydi. Kurduğu müesses nizam hem kendi insanını yaşatmaya hem de insanlığı yaşatmaya matuf bir ruhu taşıyordu. Bugün, Anadolu’nun periferine (çevre) bakıldığında ne söylemek istediğimiz anlaşılır. Anadolu coğrafyasında mukim olan insanlar olarak küllî bir mirasın üzerinde oturuyoruz. Dünya gerçekliğini mefkûre merkezli okumaya tabii tuttuğumuzda şu mevcut halin bir netice olduğunu müşahede ederiz. Mevcut gerçeklik bizim ruhumuzun tezahür etmiş hali değildir; bu gerçeklik Batı’nın zihinsel ve epistemolojik işgali sonucu oluşmuş bir durumdur. Biz bu gerçekliğe teslim olamayız. Bizim teslimiyetimiz, sadece Allah ve Resulü’nedir. Kendi ruhumuzun gerçekliğini inşaya memuruz. Onun içinde istiklalin ön şartı olarak kendi bilgi evrenimize dönmek zarurettir. Madde planında verilen mücadele zaferle neticelendi; fakat manevi planda yerlerde sürünüyoruz. Bilginin ve kültürün istiklali olmadan bir medeniyet tasavvurundan bahsetmek ham hayalden öteye gidemez. Çare kendi mecramıza dönmektir İstiklal, medeniyet inşasının vazgeçilmez unsurudur. İstiklalini yitirmiş bir milletin medeniyet inşa ettiği görülmemiştir. “Nazari vatanını” kaybeden bir millet işgal altındadır. Zihin ve ruh dünyaları; estetik, sanat ve şehir tasavvurlarını kaybeden, ekonomi kaynakları ve eğitim sistemleri sömürgeleştirilen milletler kendi medeniyetlerine yabancılaşır, yok olmaya mahkûm olurlar. İstikbale sözü olanlar, önce istiklallerini kazanmak zorundadır. Millet olarak içinde yer aldığımız medeniyet yatağından; Tanzimat’la beraber farklı bir medeniyet yatağına sürülmüş, kırgın bir hale gelmişiz. Anadolu coğrafyasında mündemiç olan ruhu tekrar aslî mecrasına matuf hale getirecek külli bir fikriyata ihtiyaç hat safhadadır. Coğrafyamızdaki sancıların asıl sebebi, kendi ruh mecramıza dönemediğimizden kaynaklanmaktadır. Bunun gerçekleşmesi de ancak hâl muhasebesi yaparak, istikbal tasavvurumuzu bir dünya görüşüne perçinli bir şekilde örgütleştirmekle mümkündür. Bizim medeniyetimizin insan telakkisi ruh merkezlidir. Ruh insanın derinlerindedir, nefis onu perdeler. Ruha ulaşmak için nasıl bir tedrisat süreci mevcutsa; aynı şekilde Anadolu’da mündemiç olan tohum (Ruh) ne kadar küllenmiş, müdahalelere uğramışsa da, yeniden insanlığa umut olacak “insanlığın son adası “olarak ifade edilen o ruhun tekrar tezahürüne imkân tanıyacak güzergâhın inşa edilmesi hayatî öneme haizdir. O ruhun dirilişi, ruh coğrafyamızın ve insanlığın dirilişine mukaddem olacaktır. Bir köke bağlı ağacın dal dal inşası ve ruh coğrafyamıza doğru kanalların açılması zaruri bir husustur. Bizim dünya tasavvurunuz Nizam-ı Âlemdir; büyük bir davadır. Dünya çapında tefekkür cehdi ister. Sürekli olarak bir medeniyet tasavvurundan bahsedilmekte; fakat bunun güzergâh haritası nasıl olmalı, aşamaların birbiriyle münasebet ağı nasıl örgüleştirmeli? Nihaî hedef; ara hedef, menziller arasındaki irtibat ağı nasıl olmalı? Bunlar hayati önem arz eden fikirlere muhtaçtır. Medeniyet tasavvuru, her sahada dal dal örgüleşen bir ağaç gibidir. Ağacın dallarından bahsedip kökünden, yani ruhundan, tohumundan bahsetmemek olmaz. O ruhta ne ağaçlar gizlidir. Mesele onu dışarı çıkartarak dal ve yapraklarına doğru can suyunu yürütebilmekte. Tüm cehdimiz eşya ve hadiselere tesir edecek ruhî istidatlarımızı harekete geçirebilmektir. Materyalist, pozitivist telakkinin kurduğu çağ, başka türlü nasıl aşılacak? Mevcut seküler uygarlığa karşı duracak ve mücadele edecek tüm nazarî kaynaklar bizim medeniyetimizde mevcuttur. Merkez Türkiye’dir Dünya çapında tasavvura sahip olmak, bir merkezi zarurî kılmaktadır. Merkez, Türkiye’dir. Merkez telakki ettiğimiz Anadolu’nun içinde taşıdığı tohuma ulaşmak, kendi özümüze dönmektir. Bunun içinde nazarî vatanımızı işgalden kurtarmak gerekir. Kendi bilgi evrenimize avdet ederek bir anlayış mihrakı oluşturmak ve tüm meselelere o zaviyeden bakmak gerekir. Akabinde tüm yolların açıldığı görülecektir. Bu zaviyeden bakıldığında, içe doğru bir oluş sürecinden sonrada dışa doğru fikriyatımızın tamimleşmesi süreci gelir. Bunlar tabii ki bir dünya görüşüne bağlı bir şekilde gerçekleşecektir. Coğrafî unsur, içe doğru oluş ve tamimleşme münasebeti aynı zamanda jeopolitiğimizin ipuçlarını vermektedir. Bunlar büyük fikirlere ihtiyaç duyulan süreçlerdir. Anadolu ruhu dirildiğinde, onun dışında kalan kültür coğrafyamızın da muharrik gücü haline gelmesi kaçınılmaz olur. Batı’nın asırları aşan işgalinin neticeleri bugün net bir şekilde görülmektedir. Tüm kültürler işgale uğramıştır. İşgale tek direnebilen, mukavemet gösteren “İslam” olmuştur. Bundan dolayıdır ki birçok cihetten kuşatılmış durumdayız. Kuşatma, tek cihetten yapılan bir kuşatma değildir. Fikrî, siyasî, kültürel, iktisadî vb. gibi çok yönlü bir kuşatmadır. Bu kuşatmayı yaracak huruç (çıkış) hareketi başlatmalıyız. Tüm cepheler birbiriyle irtibatlı olmak üzere bir dünya görüşüne bağlı olarak, o dünya görüşünün bilgi evreninden beslenerek hurucumuzu gerçekleştirmek tarihi borcumuzdur. Tüm cephelerdeki taarruzu durdurmak, her mevziinin şartlarına göre güçlü fikirler üretecek kadroların varlığıyla gerçekleşebilir. Bir dünya görüşüne perçinli, dünyayı kendi merkezinden okuyacak bir fikir aristokrasisine ihtiyaç had safhadadır. Öncelikle, yerli ve milli bir “münevveran” hareketi başlatmamız gerekmektedir. Nasıl ki Türkler, Abbasilerin has ordusu, İslam’ın kılıcı olarak tarihte yerlerini aldılarsa; yaşadığımız zaman diliminde İslam’ın fikir kılıcını kuşanacak, milli münevveranın tarih yapmak için zamanın fethine soyunması zaruridir. Tüm gayemiz, O’nun sancağının yere düşmemesidir. O, bizim varoluş gayemizdir. (Fikirname) Bülent CİVAN
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.