Dr. Vehbi Kara
Köşe Yazarı
Dr. Vehbi Kara
 

ASKER VATAN MENFAATİ UĞRUNA ÖLMEK İÇİN VARDIR.

ASKER VATAN MENFAATİ UĞRUNA ÖLMEK İÇİN VARDIR. Türk Silahlı Kuvvetleri halen 12 ülkede ülkemiz menfaatleri için görev yapmaktadır. Şimdi Meclisten geçen teskere kararı ile Libya’da da vatanımız için gitmektedir. Eğer Doğu Akdeniz’deki mavi vatanı elimizde tutmak istiyor isek Libya’da münhasır ekonomik bölge anlaşması imzaladığımız Ulusal Mutabakat Hükümetine (UMH) yardım etmek zorunda kalmış bulunuyoruz. Elbette askerimizin ayağına taş değsin istemeyiz. Lakin silahlı kuvvetler gerektiğinde canını vatan için seve seve feda edecek soylu bir meslektir. Ülkemiz için savaşırken hayatını veren askerler şehitlik mertebesine yükselir ki böyle bir vatan evladı insanlığın en yüksek makamlarından birine yükselmiş olacaktır. Osmanlı devletinin duraklama ve gerileme devrinde yeniçeriler sık sık kazan kaldırır “askeri seferleri istemezük” diyerek isyan ederlerdi. İstanbul’da “keyif ve zevkü safa içinde yaşamak varken nereden çıktı bu sefer” diyerek koca Osmanlıyı perişan etmişlerdir. Cumhuriyet döneminde de darbeci askerler her 8-10 yıl arasında isyan ederek halkın seçtiği yöneticileri alaşağı edip liderlerini Cumhurbaşkanlığı makamına getirmeyi alışkanlık edinmişlerdir. Öyle ki işi garantiye almak için zırhlı birlikleri İstanbul ve Ankara gibi şehir merkezlerine konuşlandırarak tereyağından kıl çeker gibi darbe yapmaktan bir türlü vazgeçmemişlerdir. Darbeciler en sonunda 15 Temmuz 2016 tarihinde halkımızdan öyle bir tokat yemişlerdir ki bir daha darbe yapmaya ve halkın seçtiği yöneticilere isyan etmeye mecalleri kalmamıştır. Lakin bu uğurda 250 şehit ve binlerce yaralı vererek ağır bir zayiata neden olmuşlardır. Şimdi ay yıldızlı bayrağımızı başka bir ay yıldızlı bayrağı olan Libya’da dalgalandıracaklar. UMH birliklerine destek olarak isyancı General Hafter birliklerine dünyayı dar etmek için yola çıkmaya hazırlanıyorlar. CHP’nin başını çektiği muhalefet partileri ise buna karşı çıkıyor. Sanki ordumuz yerine diplomat ve belediye temizlik işçilerimizi göndermemiz gerektiği anlamına gelen sözler sarf ederek asker göndermemizi istemiyorlar. Bu dangalaklara şu hususu hatırlatmak gerekiyor: “Asker vatan uğruna gerektiğinde ölmek dahi olsa mücadele etmek için vardır” Yıllarca verilen eğitim işte bugün içindir. Orduyu elli yıl beslersin fakat günü gelince o gün ucunda ölüm olsa bile savaşması icap eder.. Buna Meclisimiz karar vermektedir. Hiçbir Müslüman Türk askeri, ucunda gazilik veya şehitlik olan bir görevden asla kaçmaz. Fakat Ermeni, Rum ve Yahudi dönmeleri böyle görevlerden hoşlanmazlar. Onlar üniformayı giyip balolarda içki içip dans etmeyi isterler. Ordumuzun her an harbe hazır olması gerektiğini bildikleri halde kırk dereden su getirmek gibi ucuz bahanelerle askeri harekatlara karşı çıkarlar. İsyancı Yeniçeri askerlerine yakışan fakat asla Müslüman Türk askerine yakışmayan bu çirkin davranışı yapanlara ne kadar hakaret edilse azdır. Kahraman silahlı kuvvetlerimize Cenabı Allah’tan muvaffakiyetler diliyor burnu bile kanamadan vatana dönmeleri için dua ediyoruz. Bu vesile ile sık sık sorulan Libya’da ne arıyoruz? Sorusuna cevap vermeye çalışalım… Öncelikle Libya'daki çatışmaların iç savaş olarak görülmesi ve Hafter karşıtı UMH ‘nin radikal İslamcı olarak nitelenmesinin doğru olmadığından başlamak gerekiyor. Libya’nın son 10 yıllık tarihine bakar isek doğru cevapları bulabiliriz. 2011 Yılında Kaddafi’nin öldürülmesinden sonra ortaya çıkan karışıklıklar 2015 yılının Aralık ayında BM öncülüğünde yapılan görüşmeler ile durma noktasına gelmişti. Libya’da farklı grup ve aşiretler anlaşmaya varmışlardı. Trablus’taki eski yönetim bu anlaşmaya uygun olarak varlığına son vermiş ve yeni kurulan, uluslararası meşruiyeti bulunan bu hükümete tabi olmuştur. General Hafter güdümünde doğudaki ayrılıkçı yönetim ise, anlaşmayı imzalamış olmasına rağmen uygulamaktan kaçınmıştır. Uzlaşı sonrası kurulan bugünkü BM’nin tanıdığı meşru Trablus Yönetimi yani UMH Başkanı Sarrac, anlaşmadan önce karşı taraftaydı. O tarihte Hafter'in yanında ve denetiminde Tobruk'da faaliyet gösteren Meclisin bir üyesi idi. BM uyum anlaşmasıyla Hafter karşıtı Trablus güçleri, Hafter parlamentosunda aktif olarak çalışan bir vekile iktidarı devrederek iyi niyetlerini göstermişlerdi. Fakat dış müdahaleler sonucunda General Hafter, halkın yönetimini kabul etmeyerek anlaşmaya ihanet etmişti. Kaddafi devrildikten sonra Libya halkı da diğer Arap ülkeleri gibi hürriyeti esas alan bir rejim kurmaya çalışıyordu. Nitekim, 2011 yılında yapılan ilk serbest seçimler yapılmıştı. Radikal guruplar beklenen başarıyı gösterememiş sonuçta koalisyon hükümeti kurulmuştu. Koalisyon idaresinin yetersizlikleri, silahlı gurupların faaliyetleri ve dış müdahaleler sonucu işler kısa sürede çığırından çıkmış; hükümet ve meşru makamlar güç ve itibar kaybetmeye başlamıştı. Özellikle radikal guruplar Bingazi’de, eski rejimin uzantıları ile siyasi rakiplerini suikastlarla yok etmeye yönelmişlerdi. Ayrıca Bingazi’de ABD Büyükelçisi öldürülmüştü. General Hafter, radikal gurupların bu yıkıcı silahlı eylemlerine karşı duyulan nefret ve endişe sayesinde 2014 yılı Şubat ayında Libya'yı toparlamak ve teröristlerden temizlemek iddiasıyla Bingazi'de devlete el koyduğunu ilan etmişti. Bu durum resmen bir askeri darbeydi. Kaddafi döneminde etkili, itibarlı ve çıkar sahibi olan darbeci subay ve elitler, ülkedeki çatışma ve güvensizlik ortamından bıkan halkın desteğini de almıştı. İlave olarak Libya devrimini kendilerinin yaptığını düşünen ancak savaş sonrası iktidar kurumlarının Bingazi'den Trablus'a taşınmasıyla burukluk yaşayan doğu bölgesindeki kabileler de Hafter’e destek vermekteydi. Fakat işin garip tarafı darbeciler Kaddafi'nin eski ekibi ile koalisyon kurarak birlikte hareket ediyorlardı. 2014 Yazında Libya’da ikinci genel seçimler yapılmış katılım %15 ila 18 arası gibi çok düşük oranda kalmıştı. Seçilen milletvekillerinin bir kısmı Trablus’a giderken diğer bir bölümü Hafter'in kontrolündeki Tobruk'a gitmişlerdir. Böylece Libya'da iki meclisli iki yönetim ortaya çıkmıştı. Bu durum Aralık 2015'deki BM Ulusal Uyum Hükümeti anlaşmasına kadar devam etmiş sonunda uluslararası kamuoyu ve aktörler, Libya'nın meşru yönetimi olarak Trablus’taki hükümeti kabul etmişlerdir. Hafter ise bunu kabul etmediği gibi dış güçlerin yardımına başvurarak darbeci yapıyı muhafaza etmeye başlamıştır. En önemli dış desteği, Mısır'da 2013 yılında bir darbeyle iktidara gelen ve dikta rejimi kuran General Sisi’den almıştır. Hafter'in Sisi'yi örnek aldığı ve aynı rejimi Libya'da kurmak istediği bugün çok iyi bilinen bir gerçektir. General Sisi ve General Hafter'in darbe ve askeri güç kullanma yöntemleri, birbirinin aynısıdır. Bu koalisyona daha sonra Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile Suudi Arabistan’da katılmıştır. Çünkü yönetimin halka geçmesinden büyük bir rahatsızlık duymaktaydılar. Kendileri gibi petrol zengini bir Arap ülkesinde kurulacak hürriyet rejiminin başarılı olmasını istemiyorlardı. Zaten Hafter’e ilk dış askeri desteği organize ve finanse eden BAE'dir. Bu amaçla muazzam bir fon oluşturmuştur Dünya piyasasından her türlü silahı alıp göndermektedir. Hafter güçlerinin Nisan 2019’da Tajura'da uğradığı bozgunda ele geçen ABD’ye ait silah, bomba ve güdümlü mermiler, ilk anda şaşkınlığa yol açmıştır. Son teknoloji ürünü ABD silahlarını, BAE'nin, ABD'den başka amaç göstererek temin ettiği bu şekilde ortaya çıkmıştır. Ayrıca BAE'nin Çin'den de gelişmiş silahlı ve silahsız hava araçları alıp Libya'ya aktardığı ve “Wagner” adı verilen özel paralı askerleri finanse ettiği ortaya çıkmıştır. BAE savaş uçakları, hala Trablus’u ve diğer yerleşim yerlerini bombalamaya devam etmektedir. Hafter'in ABD bağlantısı da dikkat çekicidir. Kaddafi'nin üst düzey komutanı olarak 1987 Çad savaşında yenilmesi ve yüzlerce askeriyle birlikte esir düşmesi sonucunda Kaddafi'den korkarak ülkesine dönememiş ABD'ye sığınmıştır. ABD'de 20 yıl sürgün kalmış ancak Kaddafi'ye karşı ayaklanma başladıktan sonra 2011 yılında Libya'ya dönerek Kaddafi'ye karşı savaşa katılmıştır. Hafter’in aradığı desteği veren diğer bir ülke ise Fransa’dır. İlginçtir devrimin başında Bingazi'ye yönelik Kaddafi’nin tank saldırısını Fransız savaş uçakları durdurmuştu. Fakat daha sonra Türkiye'nin nüfuzunun artmasından rahatsız olarak saf değiştirmiş Hafter’i desteklemeye başlamıştır. Son zamanlarda Fransa, silah sevkiyatından başka Libya'daki bazı çatışmalarda Hafter'e hava desteği vererek UMH mevzilerini bombalamıştır. Halen Hafter saflarında danışmanlık yapan askeri personeli mevcuttur. 2019 yılı Nisan ayında BM Genel Sekreterinin barış çabaları için Trablus’ta bulunduğu sırada, Hafter’in Trablus'a saldırı başlatması dünya kamuoyunda çok çirkin görülmüştü. Bu maksatla Hafter’in BM Güvenlik Konseyi ve AB Başkanlık Konseyinde kınanmasını ABD ve Fransa engellemiştir. ABD ve Fransa’nın ikiyüzlülüğü Hafter’in son Trablus saldırısını başladığında iyice gün yüzüne çıkmıştır. ABD Başkanı Trump, Hafter’i telefonla arayarak, kınamak yerine teröre karşı işbirliği yani onama mesajı vermekten çekinmemiştir. Hafter'in, kara gücü zayıflığını gidermek üzere, Sudan ve Rusya'dan paralı asker getirme yoluna gittiği de görülmektedir. Bu kapsamda, Sudan'dan Darfur'da iç savaşta aşırılıklarıyla tanınan özel kuvvetlerden 3000 asker ile Rusya'dan içlerinde keskin nişancıların bulunduğu çok sayıda Wagner adı verilen özel savaşçı kiraladığı ortaya çıkmıştır. Hafter'in Trablus tarafıyla görüşmelerinde samimi olmadığı, esas amacının Libya'yı tek başına diktayla yönetmek olduğu bugün çok açık bir şekilde görülmektedir. Uluslararası baskı karşısında, 2015 Aralık ayında Ulusal Uyum Hükümeti anlaşmasını kabul etmiş, ancak uygulamamıştır. 2017 yılında Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un öncülüğünde Temmuz 2017'de Paris’te Saraç’la görüşmesinde ateşkesi ve seçimlere gidilmesini kabul etmiş, bilahare seçim öncesinde silahlı birliklerini Trablus'a alınması şartını ileri sürmüştür. Seçimlerde kendisinin seçilememesi durumunda geçerli saymayacağını açıkça ortaya koymuştur. Hafter son olarak Şubat 2019'da Abu Dabi'de BM öncülüğünde Saraç’la görüşmesinde yine ateşkesi ve seçimleri kabul etmiş, bu amaçla Almanya'da bir konferans yapılması planlanırken ve BM Genel Sekreteri konuyu Trablus'ta yerinde ele almaktayken kente saldırı başlatmıştır. Bu tavırların anlaşılmıştır ki; Trablus’ta bulunan UMH ile görüşmelerde samimi değildir. İktidara ve ülkeye tamamen kendisinin sahip olması için her türlü gurupla işbirliği yapmaktan çekinmediği açıktır. Bingazi ve Tobruk’ta yaşayan Osmanlı’dan kalma Türklere karşı nefret dili kullanması ve etnik temizliğe başvurması ülkemiz açısından kabul edilemez bir durumdur. Yağma, öldürme ve tehditler sonucu Türk asıllı bir çok insan bölgeyi terk etmiştir. Bu yolla Bingazi'den göç ettirilenlerin sayısının 100 bine vardığı söylenmektedir. Hafter, bu siyasetini açıkça Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına karşı söylemiş bazı denizcileri tutuklama yoluna gitmiştir. Türkiye'ye bağlı meşru UMH’nin ve sivil halkın dışarıdan yönlendirilen Hafter emrindeki askeri saldırı ve hava bombardımanına karşı korunması zorunluluk haline gelmiştir. Türkiye’ye bağlı meşru bir yönetim ağır saldırılarla yok edilme tehdidi altındadır ve Türkiye’den medet ummaktadır. Trablus yönetiminin ana gücünü oluşturan Misrata devrimcilerinin ellerinde az sayıda Kaddafi döneminden kalma ağır silah ve tank bulunmaktadır. Ancak hava güçleri ve dış destekleri yoktur. Kayda değer dış desteği sadece Türkiye ve Katar vermektedir. Türkiye  ne yazık ki uzun süre kendinden yana olanlar ile karşı olanları bir tutmuş ve UMH’ne dişe dokunur bir yardım yapmamıştır. UMH, THY uçuşlarının tehdit edilmesi karşısında Türkiye’den hava savunma sistemleri istemiş ancak bu destek sağlanamamıştır. Nihayet 2019 Nisan ayında Trablus'a yönelik son Hafter saldırısının başlamasıyla tutumumuz değişmiş verilen Kirpi isimli zırhlı araçlar sayesinde Hafter saldırıları püskürtülebilmiştir. Son tahlilde Trablus’taki hükümet, BM gözetiminde, her iki tarafın uzlaşması ve katılımıyla kurulmuş bir ulusal uyum idaresidir ve Libya'nın uluslararası tanınırlığı olan meşru yönetimi olup darbecilerin silahlı saldırısına uğramıştır. Hafter saldırgan ve UMH mağdur durumdadır. BM Şartına göre saldırıya uğrayana savunma yardımında bulunmak meşrudur. Uluslararası Adalet Divani 1986 Nikaragua Kararıyla, meşru bir devlet yönetiminin silahlı saldırıya uğradığını ilanla askeri yardım istemesi halinde, müşterek savunmanın gerekli ve geçerli olduğunu teyit etmiştir. Bu durum simdi Libya örneğinde gerçekleştirilmektedir. Hafter güçleri, karşı tarafın hava gücü ve savunma sistemi olmamasından istifadeyle, sürekli kentleri bombalamaktadır. Şehirlerin bombalanması ve sivillerin ayrımsız hedef alınması bir savaş suçudur. Uluslararası toplumun ve diğer ülkelerin sivilleri koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Türkiye’ye karşı düşmanca tavrı kesinleşen saldırgan Hafter'in dengelenmesi şarttır. Bölgesel güçlerin Libya'yı ele geçirmesinin önlenmesi için Trablus’taki meşru yönetime savunma yardımı yapmak zorunluluk haline gelmiştir. Ayrıca Trablus’taki sivil halkın korunması için askeri destek gereklidir. Trablus Hükümeti tarafında yeterli savaşçı vardır fakat silahları yoktur. Savunma malzemesi ve eğitimine ihtiyaç bulunmaktadır. Mevcut durum Kıbrıs’taki 1974 Barış Harekâtına çok benzemektedir. Eğer Türkiye, Libya’da gerekli askeri desteği sağlayamaz ise Doğu Akdeniz ve mavi vatan suları elimizden çıkacaktır. Yetmedi Akdeniz’deki gücümüz ve itibarımız aşındığı gibi güvenilirliğimiz de tehlikeye düşecektir, vesselam…   Dr. Vehbi KARA 
Ekleme Tarihi: 07 Ocak 2020 - Salı

ASKER VATAN MENFAATİ UĞRUNA ÖLMEK İÇİN VARDIR.

ASKER VATAN MENFAATİ UĞRUNA ÖLMEK İÇİN VARDIR.

Türk Silahlı Kuvvetleri halen 12 ülkede ülkemiz menfaatleri için görev yapmaktadır. Şimdi Meclisten geçen teskere kararı ile Libya’da da vatanımız için gitmektedir. Eğer Doğu Akdeniz’deki mavi vatanı elimizde tutmak istiyor isek Libya’da münhasır ekonomik bölge anlaşması imzaladığımız Ulusal Mutabakat Hükümetine (UMH) yardım etmek zorunda kalmış bulunuyoruz.
Elbette askerimizin ayağına taş değsin istemeyiz. Lakin silahlı kuvvetler gerektiğinde canını vatan için seve seve feda edecek soylu bir meslektir. Ülkemiz için savaşırken hayatını veren askerler şehitlik mertebesine yükselir ki böyle bir vatan evladı insanlığın en yüksek makamlarından birine yükselmiş olacaktır.
Osmanlı devletinin duraklama ve gerileme devrinde yeniçeriler sık sık kazan kaldırır “askeri seferleri istemezük” diyerek isyan ederlerdi. İstanbul’da “keyif ve zevkü safa içinde yaşamak varken nereden çıktı bu sefer” diyerek koca Osmanlıyı perişan etmişlerdir.
Cumhuriyet döneminde de darbeci askerler her 8-10 yıl arasında isyan ederek halkın seçtiği yöneticileri alaşağı edip liderlerini Cumhurbaşkanlığı makamına getirmeyi alışkanlık edinmişlerdir. Öyle ki işi garantiye almak için zırhlı birlikleri İstanbul ve Ankara gibi şehir merkezlerine konuşlandırarak tereyağından kıl çeker gibi darbe yapmaktan bir türlü vazgeçmemişlerdir.
Darbeciler en sonunda 15 Temmuz 2016 tarihinde halkımızdan öyle bir tokat yemişlerdir ki bir daha darbe yapmaya ve halkın seçtiği yöneticilere isyan etmeye mecalleri kalmamıştır. Lakin bu uğurda 250 şehit ve binlerce yaralı vererek ağır bir zayiata neden olmuşlardır.
Şimdi ay yıldızlı bayrağımızı başka bir ay yıldızlı bayrağı olan Libya’da dalgalandıracaklar. UMH birliklerine destek olarak isyancı General Hafter birliklerine dünyayı dar etmek için yola çıkmaya hazırlanıyorlar.
CHP’nin başını çektiği muhalefet partileri ise buna karşı çıkıyor. Sanki ordumuz yerine diplomat ve belediye temizlik işçilerimizi göndermemiz gerektiği anlamına gelen sözler sarf ederek asker göndermemizi istemiyorlar. Bu dangalaklara şu hususu hatırlatmak gerekiyor:
“Asker vatan uğruna gerektiğinde ölmek dahi olsa mücadele etmek için vardır” Yıllarca verilen eğitim işte bugün içindir. Orduyu elli yıl beslersin fakat günü gelince o gün ucunda ölüm olsa bile savaşması icap eder.. Buna Meclisimiz karar vermektedir. Hiçbir Müslüman Türk askeri, ucunda gazilik veya şehitlik olan bir görevden asla kaçmaz.
Fakat Ermeni, Rum ve Yahudi dönmeleri böyle görevlerden hoşlanmazlar. Onlar üniformayı giyip balolarda içki içip dans etmeyi isterler. Ordumuzun her an harbe hazır olması gerektiğini bildikleri halde kırk dereden su getirmek gibi ucuz bahanelerle askeri harekatlara karşı çıkarlar. İsyancı Yeniçeri askerlerine yakışan fakat asla Müslüman Türk askerine yakışmayan bu çirkin davranışı yapanlara ne kadar hakaret edilse azdır.
Kahraman silahlı kuvvetlerimize Cenabı Allah’tan muvaffakiyetler diliyor burnu bile kanamadan vatana dönmeleri için dua ediyoruz. Bu vesile ile sık sık sorulan Libya’da ne arıyoruz? Sorusuna cevap vermeye çalışalım…
Öncelikle Libya'daki çatışmaların iç savaş olarak görülmesi ve Hafter karşıtı UMH ‘nin radikal İslamcı olarak nitelenmesinin doğru olmadığından başlamak gerekiyor. Libya’nın son 10 yıllık tarihine bakar isek doğru cevapları bulabiliriz.
2011 Yılında Kaddafi’nin öldürülmesinden sonra ortaya çıkan karışıklıklar 2015 yılının Aralık ayında BM öncülüğünde yapılan görüşmeler ile durma noktasına gelmişti. Libya’da farklı grup ve aşiretler anlaşmaya varmışlardı. Trablus’taki eski yönetim bu anlaşmaya uygun olarak varlığına son vermiş ve yeni kurulan, uluslararası meşruiyeti bulunan bu hükümete tabi olmuştur. General Hafter güdümünde doğudaki ayrılıkçı yönetim ise, anlaşmayı imzalamış olmasına rağmen uygulamaktan kaçınmıştır.
Uzlaşı sonrası kurulan bugünkü BM’nin tanıdığı meşru Trablus Yönetimi yani UMH Başkanı Sarrac, anlaşmadan önce karşı taraftaydı. O tarihte Hafter'in yanında ve denetiminde Tobruk'da faaliyet gösteren Meclisin bir üyesi idi. BM uyum anlaşmasıyla Hafter karşıtı Trablus güçleri, Hafter parlamentosunda aktif olarak çalışan bir vekile iktidarı devrederek iyi niyetlerini göstermişlerdi. Fakat dış müdahaleler sonucunda General Hafter, halkın yönetimini kabul etmeyerek anlaşmaya ihanet etmişti.
Kaddafi devrildikten sonra Libya halkı da diğer Arap ülkeleri gibi hürriyeti esas alan bir rejim kurmaya çalışıyordu. Nitekim, 2011 yılında yapılan ilk serbest seçimler yapılmıştı. Radikal guruplar beklenen başarıyı gösterememiş sonuçta koalisyon hükümeti kurulmuştu.
Koalisyon idaresinin yetersizlikleri, silahlı gurupların faaliyetleri ve dış müdahaleler sonucu işler kısa sürede çığırından çıkmış; hükümet ve meşru makamlar güç ve itibar kaybetmeye başlamıştı. Özellikle radikal guruplar Bingazi’de, eski rejimin uzantıları ile siyasi rakiplerini suikastlarla yok etmeye yönelmişlerdi. Ayrıca Bingazi’de ABD Büyükelçisi öldürülmüştü.
General Hafter, radikal gurupların bu yıkıcı silahlı eylemlerine karşı duyulan nefret ve endişe sayesinde 2014 yılı Şubat ayında Libya'yı toparlamak ve teröristlerden temizlemek iddiasıyla Bingazi'de devlete el koyduğunu ilan etmişti. Bu durum resmen bir askeri darbeydi.
Kaddafi döneminde etkili, itibarlı ve çıkar sahibi olan darbeci subay ve elitler, ülkedeki çatışma ve güvensizlik ortamından bıkan halkın desteğini de almıştı. İlave olarak Libya devrimini kendilerinin yaptığını düşünen ancak savaş sonrası iktidar kurumlarının Bingazi'den Trablus'a taşınmasıyla burukluk yaşayan doğu bölgesindeki kabileler de Hafter’e destek vermekteydi. Fakat işin garip tarafı darbeciler Kaddafi'nin eski ekibi ile koalisyon kurarak birlikte hareket ediyorlardı.
2014 Yazında Libya’da ikinci genel seçimler yapılmış katılım %15 ila 18 arası gibi çok düşük oranda kalmıştı. Seçilen milletvekillerinin bir kısmı Trablus’a giderken diğer bir bölümü Hafter'in kontrolündeki Tobruk'a gitmişlerdir. Böylece Libya'da iki meclisli iki yönetim ortaya çıkmıştı.
Bu durum Aralık 2015'deki BM Ulusal Uyum Hükümeti anlaşmasına kadar devam etmiş sonunda uluslararası kamuoyu ve aktörler, Libya'nın meşru yönetimi olarak Trablus’taki hükümeti kabul etmişlerdir.
Hafter ise bunu kabul etmediği gibi dış güçlerin yardımına başvurarak darbeci yapıyı muhafaza etmeye başlamıştır. En önemli dış desteği, Mısır'da 2013 yılında bir darbeyle iktidara gelen ve dikta rejimi kuran General Sisi’den almıştır. Hafter'in Sisi'yi örnek aldığı ve aynı rejimi Libya'da kurmak istediği bugün çok iyi bilinen bir gerçektir.
General Sisi ve General Hafter'in darbe ve askeri güç kullanma yöntemleri, birbirinin aynısıdır. Bu koalisyona daha sonra Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile Suudi Arabistan’da katılmıştır. Çünkü yönetimin halka geçmesinden büyük bir rahatsızlık duymaktaydılar. Kendileri gibi petrol zengini bir Arap ülkesinde kurulacak hürriyet rejiminin başarılı olmasını istemiyorlardı.
Zaten Hafter’e ilk dış askeri desteği organize ve finanse eden BAE'dir. Bu amaçla muazzam bir fon oluşturmuştur Dünya piyasasından her türlü silahı alıp göndermektedir. Hafter güçlerinin Nisan 2019’da Tajura'da uğradığı bozgunda ele geçen ABD’ye ait silah, bomba ve güdümlü mermiler, ilk anda şaşkınlığa yol açmıştır. Son teknoloji ürünü ABD silahlarını, BAE'nin, ABD'den başka amaç göstererek temin ettiği bu şekilde ortaya çıkmıştır.
Ayrıca BAE'nin Çin'den de gelişmiş silahlı ve silahsız hava araçları alıp Libya'ya aktardığı ve “Wagner” adı verilen özel paralı askerleri finanse ettiği ortaya çıkmıştır. BAE savaş uçakları, hala Trablus’u ve diğer yerleşim yerlerini bombalamaya devam etmektedir.
Hafter'in ABD bağlantısı da dikkat çekicidir. Kaddafi'nin üst düzey komutanı olarak 1987 Çad savaşında yenilmesi ve yüzlerce askeriyle birlikte esir düşmesi sonucunda Kaddafi'den korkarak ülkesine dönememiş ABD'ye sığınmıştır. ABD'de 20 yıl sürgün kalmış ancak Kaddafi'ye karşı ayaklanma başladıktan sonra 2011 yılında Libya'ya dönerek Kaddafi'ye karşı savaşa katılmıştır.
Hafter’in aradığı desteği veren diğer bir ülke ise Fransa’dır. İlginçtir devrimin başında Bingazi'ye yönelik Kaddafi’nin tank saldırısını Fransız savaş uçakları durdurmuştu. Fakat daha sonra Türkiye'nin nüfuzunun artmasından rahatsız olarak saf değiştirmiş Hafter’i desteklemeye başlamıştır. Son zamanlarda Fransa, silah sevkiyatından başka Libya'daki bazı çatışmalarda Hafter'e hava desteği vererek UMH mevzilerini bombalamıştır. Halen Hafter saflarında danışmanlık yapan askeri personeli mevcuttur.
2019 yılı Nisan ayında BM Genel Sekreterinin barış çabaları için Trablus’ta bulunduğu sırada, Hafter’in Trablus'a saldırı başlatması dünya kamuoyunda çok çirkin görülmüştü. Bu maksatla Hafter’in BM Güvenlik Konseyi ve AB Başkanlık Konseyinde kınanmasını ABD ve Fransa engellemiştir.
ABD ve Fransa’nın ikiyüzlülüğü Hafter’in son Trablus saldırısını başladığında iyice gün yüzüne çıkmıştır. ABD Başkanı Trump, Hafter’i telefonla arayarak, kınamak yerine teröre karşı işbirliği yani onama mesajı vermekten çekinmemiştir.
Hafter'in, kara gücü zayıflığını gidermek üzere, Sudan ve Rusya'dan paralı asker getirme yoluna gittiği de görülmektedir. Bu kapsamda, Sudan'dan Darfur'da iç savaşta aşırılıklarıyla tanınan özel kuvvetlerden 3000 asker ile Rusya'dan içlerinde keskin nişancıların bulunduğu çok sayıda Wagner adı verilen özel savaşçı kiraladığı ortaya çıkmıştır.
Hafter'in Trablus tarafıyla görüşmelerinde samimi olmadığı, esas amacının Libya'yı tek başına diktayla yönetmek olduğu bugün çok açık bir şekilde görülmektedir. Uluslararası baskı karşısında, 2015 Aralık ayında Ulusal Uyum Hükümeti anlaşmasını kabul etmiş, ancak uygulamamıştır. 2017 yılında Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un öncülüğünde Temmuz 2017'de Paris’te Saraç’la görüşmesinde ateşkesi ve seçimlere gidilmesini kabul etmiş, bilahare seçim öncesinde silahlı birliklerini Trablus'a alınması şartını ileri sürmüştür. Seçimlerde kendisinin seçilememesi durumunda geçerli saymayacağını açıkça ortaya koymuştur.
Hafter son olarak Şubat 2019'da Abu Dabi'de BM öncülüğünde Saraç’la görüşmesinde yine ateşkesi ve seçimleri kabul etmiş, bu amaçla Almanya'da bir konferans yapılması planlanırken ve BM Genel Sekreteri konuyu Trablus'ta yerinde ele almaktayken kente saldırı başlatmıştır. Bu tavırların anlaşılmıştır ki; Trablus’ta bulunan UMH ile görüşmelerde samimi değildir. İktidara ve ülkeye tamamen kendisinin sahip olması için her türlü gurupla işbirliği yapmaktan çekinmediği açıktır.
Bingazi ve Tobruk’ta yaşayan Osmanlı’dan kalma Türklere karşı nefret dili kullanması ve etnik temizliğe başvurması ülkemiz açısından kabul edilemez bir durumdur. Yağma, öldürme ve tehditler sonucu Türk asıllı bir çok insan bölgeyi terk etmiştir. Bu yolla Bingazi'den göç ettirilenlerin sayısının 100 bine vardığı söylenmektedir. Hafter, bu siyasetini açıkça Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına karşı söylemiş bazı denizcileri tutuklama yoluna gitmiştir.
Türkiye'ye bağlı meşru UMH’nin ve sivil halkın dışarıdan yönlendirilen Hafter emrindeki askeri saldırı ve hava bombardımanına karşı korunması zorunluluk haline gelmiştir. Türkiye’ye bağlı meşru bir yönetim ağır saldırılarla yok edilme tehdidi altındadır ve Türkiye’den medet ummaktadır.
Trablus yönetiminin ana gücünü oluşturan Misrata devrimcilerinin ellerinde az sayıda Kaddafi döneminden kalma ağır silah ve tank bulunmaktadır. Ancak hava güçleri ve dış destekleri yoktur. Kayda değer dış desteği sadece Türkiye ve Katar vermektedir.
Türkiye  ne yazık ki uzun süre kendinden yana olanlar ile karşı olanları bir tutmuş ve UMH’ne dişe dokunur bir yardım yapmamıştır. UMH, THY uçuşlarının tehdit edilmesi karşısında Türkiye’den hava savunma sistemleri istemiş ancak bu destek sağlanamamıştır. Nihayet 2019 Nisan ayında Trablus'a yönelik son Hafter saldırısının başlamasıyla tutumumuz değişmiş verilen Kirpi isimli zırhlı araçlar sayesinde Hafter saldırıları püskürtülebilmiştir.
Son tahlilde Trablus’taki hükümet, BM gözetiminde, her iki tarafın uzlaşması ve katılımıyla kurulmuş bir ulusal uyum idaresidir ve Libya'nın uluslararası tanınırlığı olan meşru yönetimi olup darbecilerin silahlı saldırısına uğramıştır. Hafter saldırgan ve UMH mağdur durumdadır.
BM Şartına göre saldırıya uğrayana savunma yardımında bulunmak meşrudur. Uluslararası Adalet Divani 1986 Nikaragua Kararıyla, meşru bir devlet yönetiminin silahlı saldırıya uğradığını ilanla askeri yardım istemesi halinde, müşterek savunmanın gerekli ve geçerli olduğunu teyit etmiştir. Bu durum simdi Libya örneğinde gerçekleştirilmektedir.

Hafter güçleri, karşı tarafın hava gücü ve savunma sistemi olmamasından istifadeyle, sürekli kentleri bombalamaktadır. Şehirlerin bombalanması ve sivillerin ayrımsız hedef alınması bir savaş suçudur. Uluslararası toplumun ve diğer ülkelerin sivilleri koruma yükümlülüğü bulunmaktadır.
Türkiye’ye karşı düşmanca tavrı kesinleşen saldırgan Hafter'in dengelenmesi şarttır. Bölgesel güçlerin Libya'yı ele geçirmesinin önlenmesi için Trablus’taki meşru yönetime savunma yardımı yapmak zorunluluk haline gelmiştir. Ayrıca Trablus’taki sivil halkın korunması için askeri destek gereklidir.
Trablus Hükümeti tarafında yeterli savaşçı vardır fakat silahları yoktur. Savunma malzemesi ve eğitimine ihtiyaç bulunmaktadır. Mevcut durum Kıbrıs’taki 1974 Barış Harekâtına çok benzemektedir. Eğer Türkiye, Libya’da gerekli askeri desteği sağlayamaz ise Doğu Akdeniz ve mavi vatan suları elimizden çıkacaktır. Yetmedi Akdeniz’deki gücümüz ve itibarımız aşındığı gibi güvenilirliğimiz de tehlikeye düşecektir, vesselam…
 

Dr. Vehbi KARA 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.