Modern dünyanın hızla değişen dinamikleri, sadece iş hayatını değil, özel yaşamlarımızı da köklü biçimde dönüştürüyor. Son yıllarda giderek daha fazla duyduğumuz bir kavram var: “proje.” Bir dönem sadece inşaat sektörüyle, teknolojiyle ya da büyük yatırımlarla ilişkilendirdiğimiz bu kavram, bugün yaşamın her alanına sızmış durumda. Proje bazlı işler, proje bazlı eğitimler, proje ilişkiler, hatta proje dostluklar… Artık hiçbir şey kalıcı değil, hiçbir yapı uzun vadeli değil, her şey geçici. Toplum olarak bir “proje hayat” yaşamaya başladığımızı fark etmemiz gerek.
İş dünyasındaki dönüşüm, bu kültürel kaymanın en görünür yüzü. Özellikle genç kuşaklar için “bir şirkette 20 yıl çalışmak” gibi fikirler neredeyse anakronik bir hal aldı. Kariyerler, uzun vadeli taahhütlerden çok, proje süresiyle sınırlı kontratlar etrafında şekilleniyor. Freelance çalışma, gig economy, mevsimlik işler ve dönemsel pozisyonlar… Hepsi birer “geçici organizasyon.” Bir proje başlıyor, insanlar bir araya geliyor, hedefe ulaşılıyor ve ekip dağılıyor. Peki ya geriye ne kalıyor?
Bu geçicilik hali sadece profesyonel yaşamla sınırlı değil. Özel ilişkilerimizde de benzer bir kırılma yaşanıyor. Flörtler, arkadaşlıklar, hatta evlilikler bile bir “proje mantığı” ile yürütülüyor. Taraflar bir tür ‘iş birliği’ modeli geliştiriyor, anlaşamazlarsa “proje sonlandırılıyor.” Oysa ilişkiler, sabır, emek ve zaman isteyen organik süreçlerdir; proje gibi yönetilemezler. Yine de çağın mantığı, bireyleri daha hesapçı, daha mesafeli, daha çabuk vazgeçer hale getiriyor.
Eğitim sistemimiz bile bu düşünceye hizmet ediyor. Öğrencilere uzun vadeli düşünmeyi değil, kısa sürede maksimum çıktıyı almayı öğretiyoruz. Ödev değil proje veriyoruz. Ezber yerine sunumla ölçüyoruz. Ne yazık ki bu da bilgi birikimi yerine “görev tamamlama” refleksi geliştiriyor. Öğrenci, dersi bitirdiğinde bilgiyi de bırakıyor. Tıpkı işe giren ama şirket kültürünü hiç tanımadan ayrılan çalışanlar gibi…
Toplumsal düzeyde baktığımızda, bu geçicilik hali yalnızlaştırıyor. Bir yere ait olmak, bir kimlik hissi geliştirmek zorlaşıyor. Mahalle kültürü dağılırken, insanlar aynı apartmanda birbirine yabancı yaşıyor. Aidiyet yerini anlık performansa bırakıyor. Herkes, bir sonraki projede nerede olacağını düşünüyor. Birlikte yaşamanın sürekliliği yerine, beraberliğin verimliliği önem kazanıyor.
Elbette zaman değişiyor, koşullar farklılaşıyor. Bu değişimi yargılamak yerine anlamaya çalışmalıyız. Ancak her şeyin geçici olduğu bir hayatta, insanın ruhu kalıcılığa, bir yere ait olmaya, uzun vadeli bağlar kurmaya muhtaç. Hayat sadece tamamlanan görevler, biten projeler, kutucuklara konulan başarılar değildir. İnsan dediğin, sadece çıktısı ölçülen bir üretim birimi değil, aynı zamanda duyguları, ilişkileri ve değerleri olan bir varlıktır.
Belki de yeniden hatırlamamız gereken şey şu: Bazı şeyler proje gibi yönetilemez. Aşk, dostluk, hayal kurmak, ait hissetmek, kök salmak… Bunlar geçici değil, sürekli olursa anlamlı. Geçiciliği yönetmeyi değil, kalıcılığı inşa etmeyi de öğrenmeliyiz. Çünkü proje biter, ama hayat devam eder.