Mehmet Bozkurt
Köşe Yazarı
Mehmet Bozkurt
 

■ TARİHİMİZİ VE EJDADIMIZ OSMANLI'YI TANIMIYORUZ!?

Müslümanlar için tarihte 3 büyük felaket! Haçlı seferleri İslam dünyasını sarstı. Bütün Hıristiyan dünyasının, İslam dünyasına 13 defa ortak saldırısıdır. 1. Kılıçarslan ve Selahaddin-i Eyyubi'nin imanında boğulmuşlardır. Moğol istilası Müslümanları perişan etti. Büyük bir tahribat yapmış, tarih, sanat ve mimari yok edilmiştir. Halifeliğin kaldırılmasıyla gerek Türkiye ve gerekse İslam dünyasının kafası koparıldı. Başsız kalan İslam dünyası darmadığın oldu. Bir türlü birlikte hareket etme şansını bir daha yakalayamadı! Konu ile ilgili bir hatıramı arz etmek istiyorum. 26. 12. 2016 tarihinde Kabe'de Suud-i Arabistanlı bir Üniversite hocasıyla, bugün İslam dünyasının yaşadığı durumu konuşurken; Türkiye için sevgi ve umut besleyen bu genç hoca bana dedi ki: "Halifelik, İslam dünyasının ortak makamıydı! Neden kaldırdınız? Kaldırırken neden bütün Müslümanlara sormadınız!?" Doğrusu çok şaşırdım! Tatmin edici bir cevap da bulamadım ve halifeliğin kaldırılması İslam dünyasını başsız bıraktığı inancına sahip olduğum için sadece dinledim. Ona göre; Türk ve İslam dünyası bir araya gelmedikçe ve birlikte hareket etmedikçe kan ve acı yaşayayacaktır! Bu durum Allah'ın büyük imtihanıdır. İnşaallah Türk ve İslam dünyası bu imtihanı kazanacak ve İslam ümmeti tekrar kıyam bulacaktır! ....Ve Libyalı İslam Tarihi Profesörü Ali Muhammed Sallabi diyor ki: "Tarih tekerrür ediyor, ders alın ey akıl sahipleri! Eğer Allah, sonra da Osmanlı Devleti olmasaydı Arap Yarımadası şimdi bir Portekiz ya da İspanya sömürgesi olurdu. Eğer Osmanlı Devleti olmasaydı, Kuzey Afrika şimdi bir Hıristiyan toprağı olurdu. Eğer Osmanlı Devleti ve onun şerefli, mücahid, yüce sultanları olmasaydı, Araplar şu anda Hıristiyan olurlardı. Bu geniş Arap toprakları muhtemelen Portekiz, İspanya, Fransa, Hollanda, İngiltere ve İtalya’ya bağlı silme Hıristiyan bölgeler ve eyaletler olurdu. Diğer bazı bölgeleri de İran’a ve Farslara bağlı vilayetler olurdu. Şunu bilelim ki, Osmanlı’nın; 1517 ile 1917 yılları arasında Portekiz, Hollanda ve İngiltere işgallerine karşı Yemen’i, Haremeyn’i Mekke’yi ve Medine’yi savunurken verdiği kayıplar ve şehitler onun Avrupa fetihlerine karşı verdiği şehitlerden ve kayıplardan çok daha fazladır." "Sonra da kalkıp Osmanlı Devletini haksızca ve iftira ederek Arap ülkelerini işgal etti, zenginliklerini sömürdü, Arapları köleleştirdi ve cahil bıraktı diye itham ediyorlar. Oysa bu doğru değildir. Şimdi şöyle bir soru soralım: Bunlar Osmanlı Devletini bu yalanlarla kim adına suçluyorlar? Osmanlı Devleti yıkılalı bir asır oldu, Araplar bu uzun süre içerisinde neyi başardılar?" "Hiçbir şey başaramadılar, sadece bu uzun süre boyunca Batı'nın sömürgesi oldular. Sonuçta Arap halklarını onlar fakirleştirdiler, cahil bıraktılar, sömürdüler, onları birbirleriyle boğazlaşan, birbirlerini öldüren, gruplara ve kabilelere ayırdılar. Oysa onlar Osmanlı Devleti sayesinde tek millet, tek toprak ve tek yürek idiler. Yapmayın! Osmanlı’nın cihatla, İslam bayrağını dalgalandırmakla geçen 500 yılını son 50 yıldan ibaret görmek haksızlık değil midir?" "Yapmayın! Yüz milyondan fazla insanın onlar sebebiyle İslam’ı seçmiş olmasını görmezden gelmemiz haksızlık olmaz mı? Yapmayın! Endülüs’ü savunan yegâne devlet olan ve kovulan pek çok Endülüslüyü kurtaran, Tunus ve Cezayir gibi ülkeleri İspanya işgalinden kurtaran Osmanlı’ya sövmemiz haksızlık olmaz mı? Yapmayın! İslam Dünyasına karşı düzenlenen yirmi beşten fazla Haçlı Seferine tek başına karşı koyan, onları geri püskürten ve nihayet Tunus gibi Cezayir gibi ülkeleri İspanya işgalinden kurtaran Osmanlı’ya sövmemiz haksızlık olmaz mı? Yapmayın! En son Sultanı Filistin’in korunmasının bedeli olarak tahtını veren ve onu Yahudilere bırakmayan Osmanlı’ya sövmemiz haksızlık olmaz mı? Yapmayın! Arap eğitim programlarının Bayezid’i, Selim’i, Abdülhamid’i, Kanuni’yi zikretmemeleri, üstüne üstlük, öğrencilerimizin Osmanlı'yı sömürgeci olarak bilmeleri haksızlık olmaz mı? Yapmayın! Programlarımızda çocuklarımıza Fransa’nın ve İngiltere’nin faziletlerini öğretirken, Osmanlı’nın olumsuzluklarını anlatmamız haksızlık olmaz mı? Allah, Abdülhamid’e rahmet eylesin, ne demişti? Arap ülkelerini kast ederek: Eğer biz bu topraklardan çekilirsek, oralar gelecek yüz yıl boyunca İslam’ı da, istikrarı da tanıyamazlar… Dediği gibi olmadı mı? Allah ümmetin izzetini ve dinini koruyan Sultan Abdülhamit Han’a ve diğer İslam önderlerine rahmet eylesin. Biz kesin olarak inanıyoruz ki, Osmanlı Hilafeti, İslam Hilafetinin bir devamıdır. Bazılarında görülen hatalar bireysel tasarruflardır ve bunlar asla ümmeti de, Hz. Ebubekir’den Sultan Abdülhamit’e herhangi bir İslam Hilafetini de lekelemez." .... Ve İnsanlık tarihinin en büyük soykırımı!? Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü. Bu askerlerden bir kısmı da Mısır'ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı'na hapsedildi. Kampın tam adı, "Seydibeşir Kuveysna Osmani Useray-ı Harbiye Kampı" idi. Bu kampta,1918 yılında Filistin Cephesinde esir düşen 16. Tümen'in 48. Alayı'na bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu. 12 Haziran 1920 yılına kadar İki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaretler ve aşağılamaya maruz kaldılar. İnsanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi! Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kampların İngiliz komutanları, azılı Türk düşmanı haline gelmişlerdi. Savaş bitmişti. Ancak, Kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, İngilizlerin işine gelmiyordu. Çünkü, olası yeni bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti. Çözüm, toplu katliamdı! Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin çok üzerinde "krizol" maddesi katılmıştı! Mehmetçik, suya daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyordu. Ancak İngiliz askerleri, dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı. Mehmetçikler, bellerine kadar gelen suya başlarını sokmak istemediler. Ancak bu kez İngilizler havaya (başlarının üzerine) ateş etmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için, çömelerek  başlarını suya soktular. Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Çünkü gözleri yanmıştı! Kör olmuşlardı. Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu. Bu vahşet, 25 Mayıs 1921 tarihinde TBMM'de  görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler, bir önerge vererek, Mısır'da esirlerin Krizol banyosuna sokularak, 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili  olan İngiliz doktor, garnizon komutanı ve askerlerin cezalandırılması için, TBMM'nin teşebbüse geçmesini istediler. Ancak ağır sorunlarla uğraşan TBMM'de bu hesap sorma işi unutuldu gitti. Ama onlar unutmuyorlar! Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna sunuyorlar ihanet eden Ermeniler! En üzücü olanı da malum birilerinin, bu karalama kampanyalarına çanak tutmasıdır! Kaynak: TBMM ve Genel Kurmay Başkanlığı arşivi. .... Ve Tarihimizde büyuk bir utanç! Son Osmanlı hükümdarı Sultan Vahideddin Han’ın yurt dışına "zorla" gönderilmesinden sonra TBMM tarafından seçilen Halife Abdülmecid Efendi’nin, 23 Ağustos 1944 tarihinde Paris’te vefat etmişti. 1 Kasım 1922 tarihinde bin küsur senelik saltanat kültürüne son veren ve Osmanlı saltanatını ortadan kaldıran Saltanatın kaldırılması kanunun meclisten geçmesini müteakip 3 mart 1924 tarihinde de bu yüce milletin şerefle yüzyıllar boyu taşıdığı, uğrunda öldüğü Hilafet makamı bir kanunla kaldırıldı! Ve halifelik makamı kaldırılarak İslam dünyasının kafası koparıldı! Osmanlı hanedani; kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk, bebek tam 155 insandı. TBMM’nin, 3 Mart 1924 tarihinde kabul ettiği 431 sayılı kanun gereği apar topar beş parasız Türkiye dışına çıkartıldılar. Şehzadelere 24 ile 72 saat, kadınlara bir haftayla 10 gün arasında önem sırasına göre değişen süreler tanınmıştı. 4 Mart 1924 gecesi, İstanbul Valisi Haydar Bey ve İstanbul Polis Müdürü, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 3 Mart 1924 günü kabul ettiği kanun maddesi gereği Dolmabahçe Sarayına gelerek Abdülmecid Efendiye durumu bildirdiler. O gece sarayda ne kadar insan varsa hepsini arabalara bindirip Sirkeci tren garından İsviçre’ye kadar bütün Avrupa’yı dolaşan “SİMPLON” isimli trene bindirildiler. Sürgüne gönderilen hanedan mensuplarının Türk vatandaşlıkları ellerinden alındı. Türkiye’ye girmeleri, Türkiye’den hava yolları dahil transit geçmeleri ve Türk topraklarında gayrimenkul edinmeleri yasaklandı. Mal varlıklarının tasfiyesine karar verildi. Sürgün, hanedanın kadın mensupları için 28, erkekleri için 50 sene bu yasak sürdü. Kadınlara 16 Haziran 1952 tarihinde Adnan Menderes döneminde çıkartılan bir kanunla hakları iade edildi. Erkekler ise bu haklara ancak 1974 tarihindeki genel af yasasıyla kavuşabildiler. Padişah torunlarının bir kısmı Türkiye’ye döndü, bir kısmı dönecek imkan bulamadıkları için yerleştikleri ülkelerde kaldılar. Osmanlı hanedanının sürgün dönemi son derece maceralı geçti. Çoğu hayatını çok zor şartlar altında sürdürdü. Beş parasız, yurtsuz, apartmanların bodrum katlarında, soğuk ve yağmurlu caddelerin kaldırımlarında, duvarlarından şarıl şarıl suların aktığı rutubetli odalarda can verdiler. İtildiler kakıldılar horlandılar, aç kaldılar. Buz gibi havalarda kamyon kasalarının içlerinde donarak öldüler, ama asla Türkiye aleyhinde en küçük bir söz söylemediler. Hamallık yaptılar, mezar bekçiliği yaptılar, inşaatlarda kum taşıdılar, lağım temizlediler, suikastlara kurban gittiler, açlıktan öldüler ama asla kimseye el açmadılar. Bugün pek çoğu, kimsesiz, mezarlarda yatmaktadır... ..... Ve Osmanlıda 10 incelik! Osmanlı'da şehirler kurulurken, nasıl ki, bir suya taş attığınızda halkalar merkezden başlayarak dalga dalga dağılır. Şehirler kurarken de ilk önce bir Camii, Mescid yapılır, daha sonra etrafına halka halka evler ve işyerleri yapılırdı! Eğer bir evin camında sarı çiçek varsa, benim evimde hasta var. Buradan geçerken yüksek sesle bağırmayın demekti. Eğer bir evin camında kırmızı çiçek varsa, bu evde evlilik çağına gelmiş genç kız vardır. Buradan geçerken konuşmalarına dikkat edin, ölçülü konuşun anlamına geliyordu! Burası bir imtihan dünyası ve hayat geçiçiydi. Yüzyıllar boyu bu evlere sahip olamazlardı. Evlerin duvarlarına; "Ya Malik'ül-Mülk" yazarlardı. "Ey Allah’ım bütün mülk senindir." anlamına gelmekteydi. Kapı tokmağında; ”Ya Fettah" yazılıydı. Bu bütün kapıları açan, sıkıntıları ve dertleri gideren anlamlarına gelmekteydi. Şimdi ise birçok işyerlerinde, "itiniz" yazıyor. Bu da medeniyetimizin geldiği son noktayı gösteriyor! İnsanlar, edeplerindeki incelikten dolayı "Işığı yak" demezlerdi. Çünkü yakmak olumsuz bir kelime olduğu için onun yerine "Işığı uyandır” denilirdi! Gece yatacakları zaman ise; "Işığı (mumu) söndür" demezlerdi. Çünkü söndürmek olumsuzluk çağrıştırdığı için, "Işığı dinlendir" denilirdi! Eve misafir geldiği zaman, misafirlerin ayakkabılarının burunlarını dışarıya dönük değil de içeriye dönük yaparlardı. Bunun anlamı ise, "biz sizin misafirliğinizden memnun kaldık, evimizi tekrardan şereflendirmenizi bekleriz. anlamındadır! Misafire kahvenin yanında su ikram ederlerdi. Eğer misafir aç ise; ilk önce suyu, tok ise kahveyi alırdı. Eğer suyu almışsa ev sahibi hemen misafiri yermeyecek ve utandırmayacak bir şekilde mütevazi bir sofra hazırlardı. Misafirin karnını doyururdu! Kapı tokmakları aslan başlı ve çiçek motifli 2 tokmaktan oluşurdu. Aslan başlı kalın ses, çiçek motifli ise ince ses çıkartırdı. Böylece eve kimin geldiği anlaşılır. Misafir erkek ise kapıyı erkek açar, misafir bayan ise kapıyı bayan açardı! Evde kimse ayakta yemek yemezdi. Çocuklar bile. Önce eller yıkanır, sofraya hep birlikte oturulurdu. Evin en büyüğü yemeğe başlamadan kimse başlamazdı. Evin en büyüğü yemeğe başlarken, herkesin hatırlaması için yüksek sesle besmele çekerdi. Sofradan kalkerken; "Hayırların fethi, şerlerin def edilmesi için" Fatiha suresi okunurdu! Mehmet Bozkurt, Eğitimci İlahiyatçı Araştırmacı Yazar
Ekleme Tarihi: 18 Nisan 2022 - Pazartesi

■ TARİHİMİZİ VE EJDADIMIZ OSMANLI'YI TANIMIYORUZ!?

Müslümanlar için tarihte 3 büyük felaket! Haçlı seferleri İslam dünyasını sarstı. Bütün Hıristiyan dünyasının, İslam dünyasına 13 defa ortak saldırısıdır. 1. Kılıçarslan ve Selahaddin-i Eyyubi'nin imanında boğulmuşlardır. Moğol istilası Müslümanları perişan etti. Büyük bir tahribat yapmış, tarih, sanat ve mimari yok edilmiştir. Halifeliğin kaldırılmasıyla gerek Türkiye ve gerekse İslam dünyasının kafası koparıldı. Başsız kalan İslam dünyası darmadığın oldu. Bir türlü birlikte hareket etme şansını bir daha yakalayamadı! Konu ile ilgili bir hatıramı arz etmek istiyorum. 26. 12. 2016 tarihinde Kabe'de Suud-i Arabistanlı bir Üniversite hocasıyla, bugün İslam dünyasının yaşadığı durumu konuşurken; Türkiye için sevgi ve umut besleyen bu genç hoca bana dedi ki: "Halifelik, İslam dünyasının ortak makamıydı! Neden kaldırdınız? Kaldırırken neden bütün Müslümanlara sormadınız!?" Doğrusu çok şaşırdım! Tatmin edici bir cevap da bulamadım ve halifeliğin kaldırılması İslam dünyasını başsız bıraktığı inancına sahip olduğum için sadece dinledim. Ona göre; Türk ve İslam dünyası bir araya gelmedikçe ve birlikte hareket etmedikçe kan ve acı yaşayayacaktır! Bu durum Allah'ın büyük imtihanıdır. İnşaallah Türk ve İslam dünyası bu imtihanı kazanacak ve İslam ümmeti tekrar kıyam bulacaktır! ....Ve Libyalı İslam Tarihi Profesörü Ali Muhammed Sallabi diyor ki: "Tarih tekerrür ediyor, ders alın ey akıl sahipleri! Eğer Allah, sonra da Osmanlı Devleti olmasaydı Arap Yarımadası şimdi bir Portekiz ya da İspanya sömürgesi olurdu. Eğer Osmanlı Devleti olmasaydı, Kuzey Afrika şimdi bir Hıristiyan toprağı olurdu. Eğer Osmanlı Devleti ve onun şerefli, mücahid, yüce sultanları olmasaydı, Araplar şu anda Hıristiyan olurlardı. Bu geniş Arap toprakları muhtemelen Portekiz, İspanya, Fransa, Hollanda, İngiltere ve İtalya’ya bağlı silme Hıristiyan bölgeler ve eyaletler olurdu. Diğer bazı bölgeleri de İran’a ve Farslara bağlı vilayetler olurdu. Şunu bilelim ki, Osmanlı’nın; 1517 ile 1917 yılları arasında Portekiz, Hollanda ve İngiltere işgallerine karşı Yemen’i, Haremeyn’i Mekke’yi ve Medine’yi savunurken verdiği kayıplar ve şehitler onun Avrupa fetihlerine karşı verdiği şehitlerden ve kayıplardan çok daha fazladır." "Sonra da kalkıp Osmanlı Devletini haksızca ve iftira ederek Arap ülkelerini işgal etti, zenginliklerini sömürdü, Arapları köleleştirdi ve cahil bıraktı diye itham ediyorlar. Oysa bu doğru değildir. Şimdi şöyle bir soru soralım: Bunlar Osmanlı Devletini bu yalanlarla kim adına suçluyorlar? Osmanlı Devleti yıkılalı bir asır oldu, Araplar bu uzun süre içerisinde neyi başardılar?" "Hiçbir şey başaramadılar, sadece bu uzun süre boyunca Batı'nın sömürgesi oldular. Sonuçta Arap halklarını onlar fakirleştirdiler, cahil bıraktılar, sömürdüler, onları birbirleriyle boğazlaşan, birbirlerini öldüren, gruplara ve kabilelere ayırdılar. Oysa onlar Osmanlı Devleti sayesinde tek millet, tek toprak ve tek yürek idiler. Yapmayın! Osmanlı’nın cihatla, İslam bayrağını dalgalandırmakla geçen 500 yılını son 50 yıldan ibaret görmek haksızlık değil midir?" "Yapmayın! Yüz milyondan fazla insanın onlar sebebiyle İslam’ı seçmiş olmasını görmezden gelmemiz haksızlık olmaz mı? Yapmayın! Endülüs’ü savunan yegâne devlet olan ve kovulan pek çok Endülüslüyü kurtaran, Tunus ve Cezayir gibi ülkeleri İspanya işgalinden kurtaran Osmanlı’ya sövmemiz haksızlık olmaz mı? Yapmayın! İslam Dünyasına karşı düzenlenen yirmi beşten fazla Haçlı Seferine tek başına karşı koyan, onları geri püskürten ve nihayet Tunus gibi Cezayir gibi ülkeleri İspanya işgalinden kurtaran Osmanlı’ya sövmemiz haksızlık olmaz mı? Yapmayın! En son Sultanı Filistin’in korunmasının bedeli olarak tahtını veren ve onu Yahudilere bırakmayan Osmanlı’ya sövmemiz haksızlık olmaz mı? Yapmayın! Arap eğitim programlarının Bayezid’i, Selim’i, Abdülhamid’i, Kanuni’yi zikretmemeleri, üstüne üstlük, öğrencilerimizin Osmanlı'yı sömürgeci olarak bilmeleri haksızlık olmaz mı? Yapmayın! Programlarımızda çocuklarımıza Fransa’nın ve İngiltere’nin faziletlerini öğretirken, Osmanlı’nın olumsuzluklarını anlatmamız haksızlık olmaz mı? Allah, Abdülhamid’e rahmet eylesin, ne demişti? Arap ülkelerini kast ederek: Eğer biz bu topraklardan çekilirsek, oralar gelecek yüz yıl boyunca İslam’ı da, istikrarı da tanıyamazlar… Dediği gibi olmadı mı? Allah ümmetin izzetini ve dinini koruyan Sultan Abdülhamit Han’a ve diğer İslam önderlerine rahmet eylesin. Biz kesin olarak inanıyoruz ki, Osmanlı Hilafeti, İslam Hilafetinin bir devamıdır. Bazılarında görülen hatalar bireysel tasarruflardır ve bunlar asla ümmeti de, Hz. Ebubekir’den Sultan Abdülhamit’e herhangi bir İslam Hilafetini de lekelemez." .... Ve İnsanlık tarihinin en büyük soykırımı!? Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü. Bu askerlerden bir kısmı da Mısır'ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı'na hapsedildi. Kampın tam adı, "Seydibeşir Kuveysna Osmani Useray-ı Harbiye Kampı" idi. Bu kampta,1918 yılında Filistin Cephesinde esir düşen 16. Tümen'in 48. Alayı'na bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu. 12 Haziran 1920 yılına kadar İki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaretler ve aşağılamaya maruz kaldılar. İnsanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi! Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kampların İngiliz komutanları, azılı Türk düşmanı haline gelmişlerdi. Savaş bitmişti. Ancak, Kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, İngilizlerin işine gelmiyordu. Çünkü, olası yeni bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti. Çözüm, toplu katliamdı! Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin çok üzerinde "krizol" maddesi katılmıştı! Mehmetçik, suya daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyordu. Ancak İngiliz askerleri, dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı. Mehmetçikler, bellerine kadar gelen suya başlarını sokmak istemediler. Ancak bu kez İngilizler havaya (başlarının üzerine) ateş etmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için, çömelerek  başlarını suya soktular. Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Çünkü gözleri yanmıştı! Kör olmuşlardı. Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu. Bu vahşet, 25 Mayıs 1921 tarihinde TBMM'de  görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler, bir önerge vererek, Mısır'da esirlerin Krizol banyosuna sokularak, 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili  olan İngiliz doktor, garnizon komutanı ve askerlerin cezalandırılması için, TBMM'nin teşebbüse geçmesini istediler. Ancak ağır sorunlarla uğraşan TBMM'de bu hesap sorma işi unutuldu gitti. Ama onlar unutmuyorlar! Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna sunuyorlar ihanet eden Ermeniler! En üzücü olanı da malum birilerinin, bu karalama kampanyalarına çanak tutmasıdır! Kaynak: TBMM ve Genel Kurmay Başkanlığı arşivi. .... Ve Tarihimizde büyuk bir utanç! Son Osmanlı hükümdarı Sultan Vahideddin Han’ın yurt dışına "zorla" gönderilmesinden sonra TBMM tarafından seçilen Halife Abdülmecid Efendi’nin, 23 Ağustos 1944 tarihinde Paris’te vefat etmişti. 1 Kasım 1922 tarihinde bin küsur senelik saltanat kültürüne son veren ve Osmanlı saltanatını ortadan kaldıran Saltanatın kaldırılması kanunun meclisten geçmesini müteakip 3 mart 1924 tarihinde de bu yüce milletin şerefle yüzyıllar boyu taşıdığı, uğrunda öldüğü Hilafet makamı bir kanunla kaldırıldı! Ve halifelik makamı kaldırılarak İslam dünyasının kafası koparıldı! Osmanlı hanedani; kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk, bebek tam 155 insandı. TBMM’nin, 3 Mart 1924 tarihinde kabul ettiği 431 sayılı kanun gereği apar topar beş parasız Türkiye dışına çıkartıldılar. Şehzadelere 24 ile 72 saat, kadınlara bir haftayla 10 gün arasında önem sırasına göre değişen süreler tanınmıştı. 4 Mart 1924 gecesi, İstanbul Valisi Haydar Bey ve İstanbul Polis Müdürü, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 3 Mart 1924 günü kabul ettiği kanun maddesi gereği Dolmabahçe Sarayına gelerek Abdülmecid Efendiye durumu bildirdiler. O gece sarayda ne kadar insan varsa hepsini arabalara bindirip Sirkeci tren garından İsviçre’ye kadar bütün Avrupa’yı dolaşan “SİMPLON” isimli trene bindirildiler. Sürgüne gönderilen hanedan mensuplarının Türk vatandaşlıkları ellerinden alındı. Türkiye’ye girmeleri, Türkiye’den hava yolları dahil transit geçmeleri ve Türk topraklarında gayrimenkul edinmeleri yasaklandı. Mal varlıklarının tasfiyesine karar verildi. Sürgün, hanedanın kadın mensupları için 28, erkekleri için 50 sene bu yasak sürdü. Kadınlara 16 Haziran 1952 tarihinde Adnan Menderes döneminde çıkartılan bir kanunla hakları iade edildi. Erkekler ise bu haklara ancak 1974 tarihindeki genel af yasasıyla kavuşabildiler. Padişah torunlarının bir kısmı Türkiye’ye döndü, bir kısmı dönecek imkan bulamadıkları için yerleştikleri ülkelerde kaldılar. Osmanlı hanedanının sürgün dönemi son derece maceralı geçti. Çoğu hayatını çok zor şartlar altında sürdürdü. Beş parasız, yurtsuz, apartmanların bodrum katlarında, soğuk ve yağmurlu caddelerin kaldırımlarında, duvarlarından şarıl şarıl suların aktığı rutubetli odalarda can verdiler. İtildiler kakıldılar horlandılar, aç kaldılar. Buz gibi havalarda kamyon kasalarının içlerinde donarak öldüler, ama asla Türkiye aleyhinde en küçük bir söz söylemediler. Hamallık yaptılar, mezar bekçiliği yaptılar, inşaatlarda kum taşıdılar, lağım temizlediler, suikastlara kurban gittiler, açlıktan öldüler ama asla kimseye el açmadılar. Bugün pek çoğu, kimsesiz, mezarlarda yatmaktadır... ..... Ve Osmanlıda 10 incelik! Osmanlı'da şehirler kurulurken, nasıl ki, bir suya taş attığınızda halkalar merkezden başlayarak dalga dalga dağılır. Şehirler kurarken de ilk önce bir Camii, Mescid yapılır, daha sonra etrafına halka halka evler ve işyerleri yapılırdı! Eğer bir evin camında sarı çiçek varsa, benim evimde hasta var. Buradan geçerken yüksek sesle bağırmayın demekti. Eğer bir evin camında kırmızı çiçek varsa, bu evde evlilik çağına gelmiş genç kız vardır. Buradan geçerken konuşmalarına dikkat edin, ölçülü konuşun anlamına geliyordu! Burası bir imtihan dünyası ve hayat geçiçiydi. Yüzyıllar boyu bu evlere sahip olamazlardı. Evlerin duvarlarına; "Ya Malik'ül-Mülk" yazarlardı. "Ey Allah’ım bütün mülk senindir." anlamına gelmekteydi. Kapı tokmağında; ”Ya Fettah" yazılıydı. Bu bütün kapıları açan, sıkıntıları ve dertleri gideren anlamlarına gelmekteydi. Şimdi ise birçok işyerlerinde, "itiniz" yazıyor. Bu da medeniyetimizin geldiği son noktayı gösteriyor! İnsanlar, edeplerindeki incelikten dolayı "Işığı yak" demezlerdi. Çünkü yakmak olumsuz bir kelime olduğu için onun yerine "Işığı uyandır” denilirdi! Gece yatacakları zaman ise; "Işığı (mumu) söndür" demezlerdi. Çünkü söndürmek olumsuzluk çağrıştırdığı için, "Işığı dinlendir" denilirdi! Eve misafir geldiği zaman, misafirlerin ayakkabılarının burunlarını dışarıya dönük değil de içeriye dönük yaparlardı. Bunun anlamı ise, "biz sizin misafirliğinizden memnun kaldık, evimizi tekrardan şereflendirmenizi bekleriz. anlamındadır! Misafire kahvenin yanında su ikram ederlerdi. Eğer misafir aç ise; ilk önce suyu, tok ise kahveyi alırdı. Eğer suyu almışsa ev sahibi hemen misafiri yermeyecek ve utandırmayacak bir şekilde mütevazi bir sofra hazırlardı. Misafirin karnını doyururdu! Kapı tokmakları aslan başlı ve çiçek motifli 2 tokmaktan oluşurdu. Aslan başlı kalın ses, çiçek motifli ise ince ses çıkartırdı. Böylece eve kimin geldiği anlaşılır. Misafir erkek ise kapıyı erkek açar, misafir bayan ise kapıyı bayan açardı! Evde kimse ayakta yemek yemezdi. Çocuklar bile. Önce eller yıkanır, sofraya hep birlikte oturulurdu. Evin en büyüğü yemeğe başlamadan kimse başlamazdı. Evin en büyüğü yemeğe başlarken, herkesin hatırlaması için yüksek sesle besmele çekerdi. Sofradan kalkerken; "Hayırların fethi, şerlerin def edilmesi için" Fatiha suresi okunurdu! Mehmet Bozkurt, Eğitimci İlahiyatçı Araştırmacı Yazar
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.