Fehmi Demirbağ
Köşe Yazarı
Fehmi Demirbağ
 

THE AZRAİL

Kendimizi ne kadar tanıyoruz? Bağırsaklarımızı bağırtıp dururken sağlıklı kalabilmemiz mümkün mü? Gayta nakli nedir misal? Günümüzde bilim zirve yaptı diye konuşulurken en şüpheli durum tıp konusunda...  Sorular ve şüpheler bitmiyor. İlaç kullanımı neden bu kadar yaygın, yüksek tansiyon kaçınılmaz mı, kanser kemoterapisiz geriletilebilir mi, beslenmenin bağışıklık kazanmakla ilişkisi nasıl, kök ve filizler gorillere, fillere bile yeterken biz neden et yeme ihtiyacı duyuyoruz gibi soruların gölgesinden çıkılmaz oldu. Tıbbın gelir kaynağı olmasına olanak sağlayan bir kültür oluşturduğunu, bütünsel sağlığın anlaşılmasını zorlaştırdığını ve global sağlık endüstrisinin —örneğin insanları süt ve süt ürünlerinin aşırı tüketilmesiyle ilgili bilgilendirmektense tansiyon ilaçlarına bağımlı kılarak— piyasa hasadı yaptığını görmenin üzüntüsünü saklıyamıyoruz artık. Bedenin işleyişini çocuklarımıza anlatabileceğimiz basitlikte cümleler kuramıyoruz. Yıllar içinde bedenimizin, üzerinde sayısız ilaç denenen bir laboraturara dönüştüğünü, buna karşın doktorların beslenme konusunda neredeyse hiçbir eğitimi ve merakı olmayışını fark ediyoruz artık. Doktorların bulguları yönetmek üzere eğitildiklerini, hiçbir zaman gerçek şifacılar olamayacaklarını kabullenmeliyiz. İnsan vücudunun kalıtsal zekasıyla işbirliği yapan bir anlayışı yoktur günümüz tıbbının. Oysa biz haberdar olmasak ve doktorlar teşhis edememiş olsa bile, vücudumuz bilir. Biz yanında olursak düzeltmeye yönelik adımlar atacaktır. Bu basit ifade, ‘vücudun yanında olmak’ ve ona karşı şiddet –baskılayıcı ilaçlar- kullanmamak, vücuduyla ilişkisinin esaslarını tanımlamanın yanı sıra, kendi kendini sağaltabilmenin önkoşulu olan ruh halini de belirler. 1910’da tıpta standartlaşmayı hedefleyen Flexner Raporu’yla —yalnızca ilaç temelli müfredatı olan okulların onaylanıp diğerlerinin fonsuz bırakılmasıyla— hızlanan sürecin ardından 155 tıp fakültesinin ilaç ve ecza endüstrisine hizmetli yetiştirdiği karmaşık düzeneği unutmayalım. Sağlığın basitliğine geri dönelim. Akıl, ruh ve beden sağlığının bir bütün olduğuna... Yediğiniz en temel ilaçlarınızdır asında. ‘'Hücrelerde başlıca iki sıvı vardır: % 25 kan ve % 75 lenf. Kan, hücreleri besler; lenf, asitli hücresel atıkları dışarı taşır. Hücrelerin beslenmesi bir alkali, boşaltımı ise bir asit etkinliğidir. Meyve ve çiğ sebzeler alkali, proteinler ise asit üretici mineraller içerir. Sebzeler besin içermelerine rağmen zehirden arındırma kudretinden yoksundur. Bu yüzden tüketileceklerse beslenme düzeninde meyveden daha az bir yer almalılar.’' Aşağı yukarı her bölümde ‘hasta’lara, —hemen şimdi— ‘küçük taneli meyveler ve kavun, karpuz’ ve mono-beslenme diyeti tavsiyesi verebilmeliyiz. Bütün hücreler enerji için şeker kullandığına göre, difüzyon yoluyla hücre içinden geçen basit şekerin —insüline ihtiyaç duymaksızın— vücuda şifa için harcayacağı zamanı kazandıracağı düşüncesi; kliniğin meyve perhiziyle şeker hastalarından olağanüstü sonuçlar alması, şaşırtıcı derecede basit değil mi? Diri yiyecekler diriltir! Ortalama insanın, hücrelerinin dörtte üçünü görmezden gelen bir anlayışla yaşadığı bu zamanda, sorunlarımızın çeşitliliğinin, kan değerlerinin aksine lenf değerlerini göz ardı etmemizden kaynaklandığı ve popüler beslenme kültürüyle ‘hasta’ ya da ‘hasta adayı’ olarak topluca ilaç endüstrisinin çekim alanına girdiğimiz tartışılmaz olduğu için, devam ediyorum: ''Pişmiş sebze ve et, süt ürünleri ve tahıl içeren beslenme düzenlerinin elektromanyetik enerjiden yoksun olması ve vücudun bunları enerjiye dönüştürmek için ürettiği aşırı asitle bağlayıcı dokuların kalsiyum kaybetmesine yol açmaları ve lenfatik atıkların ortadan kaldırılamayacak hızda birikmesi ve tıkanmalar… hastalık gelişimlerinin nedeni aynıdır.'' ''Bu kadar çok hastalığın olduğu inancı, tıp sisteminin yarattığı bir yanılsamadır. Hangi sağlık konusu olursa olsun, altta yatan tek bir neden vardır: Yüksek asit seviyesi nedeniyle hasar görmüş hücreler. Bozulmanın derecesi ve yeri, doktorların vereceği hastalık ismini belirler.'' Vücudun şifaya hazırlanırken kullandığı zehirden arınma süreçlerinden en yaygını —nezle— sırasında bile hastalığa yatanlardansanız, Alzheimer, postpartum depresyon, reflü, fıtık, huzursuz bacak sendromu, aritmi, egzaman, kolesterol, katarakt, sistit, öfke gibi onlarca soruna basit yaklaşmak için tıbba bakış açınızı değiştirin. Ama aşağı yukarı hepimizin hayatında kocaman delikler açan kanser konusunu buraya taşımak zorundayım.    ''Bir insan yüksek proteinli, fosfor ve sülfür bakımından zengin yiyecekler tüketerek sağlıklı bir yaşam sürdüremez çünkü bu beslenme düzeni kandaki asit oranını yükseltir; bağ dokulardaki kalsiyumu çalar ve salgı bezleriyle organları zayıflatır. Adrenal bezleri güçten düşerse böbrekler işlevsel etkinliğini kaybeder çünkü talimatları adrenallerden alırlar. Bu olursa, her bir böbrekte nefron adı verilen yaklaşık bir milyon arıtma tüpü sıkışıklıktan tıkanır ve lenfatik atıkları temizleyemez, asit enkazı bütün vücuda geri döner.  Tümörler, vücudun başka bölgelerine zarar vermelerini önleyecek şekilde dolaşımdan çıkmaları için asitleri kuşatmak ve zapt etmek için kullanılır. Buna karşılık asitlerin tümörler içinde fazla kalmaları halinde hücreler zarar görür ve mutasyona uğrayarak kanser haline gelirler. Vücut lenfatik atıkları belirli bölgelerde ne kadar uzun süre alıkoyarsa o kadar çok tıkanır, dokular için kullanılabilir oksijen o ölçüde azalır. Aşırı durumlarda kansere yol açan budur. Kanser bir hastalık değil, asitten zarar görmüş hücrelerdir.'' Öyle görünüyor ki etrafımızdaki atık enflasyonu, içimizdekinin yansıması.  Vücudumuz bir kimya işlemcisi, tıpkı yeryüzü gibi aşırı derecede akıllı bir şifa üstadı ama bir sihirbaz değil. Sürekli istismar ve ihmale dayanamaz ve çöpü altına dönüştüremiyor. Bugün ne hastalıklar azalıyor, ne hastaneler eskisinden daha boş. Fakat kendi sağlığımıza sahip olabileceğimiz, kendi doktorumuz olacağımız gerçeğini farkedelim artık. Moral ve motivasyonun da iyileştirici etkisini bilelim.  'Vücudumuzun yanında' olan —örneğin arı sütü, üzüm, karpuz, pancar, limon gibi— süper yiyeceklerle, vücudu yenileyen kök hücrelerin salınmasına yol açan oruç türleriyle ilgili  bilgilerin tedavüle sokulması gerekiyor artık. Şahsen tıkanmış bir beden ve tıka basa atıkla dolu bir gezegen yaratmanın sorumluluğunu hissettiğim için bana göre beslenme, iklim krizi kadar acil ilgi bekliyor. Bizi olsa olsa bireysel çabalarımızın dönüştürücü etkisi kurtaracak.  Ey iman edenler, bir kez daha iman edin diyor ya rabbimiz... Doğru sorularla doğru cevaplara ulaşabiliriz ancak. Tıbbi Nebeviden habersiz Müslümanlar nasıl sorgulayabikir ki batı tıbbını? Avecianna olmuşken İbni Sina; bu adlada hospital açılmışken memlekette... Medicine... Medikal park... Hızır acil ambulance olmuşken... Ha gayret The Azrail diyeceğiz ölüm meleğinin adına da... Bu pandemiden çıkarımlar ve ibretler elde etmediysek... Ne diyeyim ki?
Ekleme Tarihi: 12 Nisan 2022 - Salı

THE AZRAİL

Kendimizi ne kadar tanıyoruz?

Bağırsaklarımızı bağırtıp dururken sağlıklı kalabilmemiz mümkün mü?
Gayta nakli nedir misal?

Günümüzde bilim zirve yaptı diye konuşulurken en şüpheli durum tıp konusunda... 

Sorular ve şüpheler bitmiyor. İlaç kullanımı neden bu kadar yaygın, yüksek tansiyon kaçınılmaz mı, kanser kemoterapisiz geriletilebilir mi, beslenmenin bağışıklık kazanmakla ilişkisi nasıl, kök ve filizler gorillere, fillere bile yeterken biz neden et yeme ihtiyacı duyuyoruz gibi soruların gölgesinden çıkılmaz oldu.

Tıbbın gelir kaynağı olmasına olanak sağlayan bir kültür oluşturduğunu, bütünsel sağlığın anlaşılmasını zorlaştırdığını ve global sağlık endüstrisinin —örneğin insanları süt ve süt ürünlerinin aşırı tüketilmesiyle ilgili bilgilendirmektense tansiyon ilaçlarına bağımlı kılarak— piyasa hasadı yaptığını görmenin üzüntüsünü saklıyamıyoruz artık.

Bedenin işleyişini çocuklarımıza anlatabileceğimiz basitlikte cümleler kuramıyoruz.

Yıllar içinde bedenimizin, üzerinde sayısız ilaç denenen bir laboraturara dönüştüğünü, buna karşın doktorların beslenme konusunda neredeyse hiçbir eğitimi ve merakı olmayışını fark ediyoruz artık.

Doktorların bulguları yönetmek üzere eğitildiklerini, hiçbir zaman gerçek şifacılar olamayacaklarını kabullenmeliyiz.

İnsan vücudunun kalıtsal zekasıyla işbirliği yapan bir anlayışı yoktur günümüz tıbbının.

Oysa biz haberdar olmasak ve doktorlar teşhis edememiş olsa bile, vücudumuz bilir. Biz yanında olursak düzeltmeye yönelik adımlar atacaktır.
Bu basit ifade, ‘vücudun yanında olmak’ ve ona karşı şiddet –baskılayıcı ilaçlar- kullanmamak, vücuduyla ilişkisinin esaslarını tanımlamanın yanı sıra, kendi kendini sağaltabilmenin önkoşulu olan ruh halini de belirler.

1910’da tıpta standartlaşmayı hedefleyen Flexner Raporu’yla —yalnızca ilaç temelli müfredatı olan okulların onaylanıp diğerlerinin fonsuz bırakılmasıyla— hızlanan sürecin ardından 155 tıp fakültesinin ilaç ve ecza endüstrisine hizmetli yetiştirdiği karmaşık düzeneği unutmayalım. Sağlığın basitliğine geri dönelim. Akıl, ruh ve beden sağlığının bir bütün olduğuna...
Yediğiniz en temel ilaçlarınızdır asında.

‘'Hücrelerde başlıca iki sıvı vardır: % 25 kan ve % 75 lenf. Kan, hücreleri besler; lenf, asitli hücresel atıkları dışarı taşır. Hücrelerin beslenmesi bir alkali, boşaltımı ise bir asit etkinliğidir. Meyve ve çiğ sebzeler alkali, proteinler ise asit üretici mineraller içerir. Sebzeler besin içermelerine rağmen zehirden arındırma kudretinden yoksundur. Bu yüzden tüketileceklerse beslenme düzeninde meyveden daha az bir yer almalılar.’'

Aşağı yukarı her bölümde ‘hasta’lara, —hemen şimdi— ‘küçük taneli meyveler ve kavun, karpuz’ ve mono-beslenme diyeti tavsiyesi verebilmeliyiz. Bütün hücreler enerji için şeker kullandığına göre, difüzyon yoluyla hücre içinden geçen basit şekerin —insüline ihtiyaç duymaksızın— vücuda şifa için harcayacağı zamanı kazandıracağı düşüncesi; kliniğin meyve perhiziyle şeker hastalarından olağanüstü sonuçlar alması, şaşırtıcı derecede basit değil mi? Diri yiyecekler diriltir!

Ortalama insanın, hücrelerinin dörtte üçünü görmezden gelen bir anlayışla yaşadığı bu zamanda, sorunlarımızın çeşitliliğinin, kan değerlerinin aksine lenf değerlerini göz ardı etmemizden kaynaklandığı ve popüler beslenme kültürüyle ‘hasta’ ya da ‘hasta adayı’ olarak topluca ilaç endüstrisinin çekim alanına girdiğimiz tartışılmaz olduğu için, devam ediyorum:
''Pişmiş sebze ve et, süt ürünleri ve tahıl içeren beslenme düzenlerinin elektromanyetik enerjiden yoksun olması ve vücudun bunları enerjiye dönüştürmek için ürettiği aşırı asitle bağlayıcı dokuların kalsiyum kaybetmesine yol açmaları ve lenfatik atıkların ortadan kaldırılamayacak hızda birikmesi ve tıkanmalar… hastalık gelişimlerinin nedeni aynıdır.''


''Bu kadar çok hastalığın olduğu inancı, tıp sisteminin yarattığı bir yanılsamadır. Hangi sağlık konusu olursa olsun, altta yatan tek bir neden vardır: Yüksek asit seviyesi nedeniyle hasar görmüş hücreler. Bozulmanın derecesi ve yeri, doktorların vereceği hastalık ismini belirler.''

Vücudun şifaya hazırlanırken kullandığı zehirden arınma süreçlerinden en yaygını —nezle— sırasında bile hastalığa yatanlardansanız, Alzheimer, postpartum depresyon, reflü, fıtık, huzursuz bacak sendromu, aritmi, egzaman, kolesterol, katarakt, sistit, öfke gibi onlarca soruna basit yaklaşmak için tıbba bakış açınızı değiştirin.

Ama aşağı yukarı hepimizin hayatında kocaman delikler açan kanser konusunu buraya taşımak zorundayım.   

''Bir insan yüksek proteinli, fosfor ve sülfür bakımından zengin yiyecekler tüketerek sağlıklı bir yaşam sürdüremez çünkü bu beslenme düzeni kandaki asit oranını yükseltir; bağ dokulardaki kalsiyumu çalar ve salgı bezleriyle organları zayıflatır. Adrenal bezleri güçten düşerse böbrekler işlevsel etkinliğini kaybeder çünkü talimatları adrenallerden alırlar. Bu olursa, her bir böbrekte nefron adı verilen yaklaşık bir milyon arıtma tüpü sıkışıklıktan tıkanır ve lenfatik atıkları temizleyemez, asit enkazı bütün vücuda geri döner. 

Tümörler, vücudun başka bölgelerine zarar vermelerini önleyecek şekilde dolaşımdan çıkmaları için asitleri kuşatmak ve zapt etmek için kullanılır. Buna karşılık asitlerin tümörler içinde fazla kalmaları halinde hücreler zarar görür ve mutasyona uğrayarak kanser haline gelirler.
Vücut lenfatik atıkları belirli bölgelerde ne kadar uzun süre alıkoyarsa o kadar çok tıkanır, dokular için kullanılabilir oksijen o ölçüde azalır. Aşırı durumlarda kansere yol açan budur. Kanser bir hastalık değil, asitten zarar görmüş hücrelerdir.''

Öyle görünüyor ki etrafımızdaki atık enflasyonu, içimizdekinin yansıması.

 Vücudumuz bir kimya işlemcisi, tıpkı yeryüzü gibi aşırı derecede akıllı bir şifa üstadı ama bir sihirbaz değil. Sürekli istismar ve ihmale dayanamaz ve çöpü altına dönüştüremiyor. Bugün ne hastalıklar azalıyor, ne hastaneler eskisinden daha boş. Fakat kendi sağlığımıza sahip olabileceğimiz, kendi doktorumuz olacağımız gerçeğini farkedelim artık.
Moral ve motivasyonun da iyileştirici etkisini bilelim.

 'Vücudumuzun yanında' olan —örneğin arı sütü, üzüm, karpuz, pancar, limon gibi— süper yiyeceklerle, vücudu yenileyen kök hücrelerin salınmasına yol açan oruç türleriyle ilgili  bilgilerin tedavüle sokulması gerekiyor artık.

Şahsen tıkanmış bir beden ve tıka basa atıkla dolu bir gezegen yaratmanın sorumluluğunu hissettiğim için bana göre beslenme, iklim krizi kadar acil ilgi bekliyor. Bizi olsa olsa bireysel çabalarımızın dönüştürücü etkisi kurtaracak. 
Ey iman edenler, bir kez daha iman edin diyor ya rabbimiz...
Doğru sorularla doğru cevaplara ulaşabiliriz ancak.
Tıbbi Nebeviden habersiz Müslümanlar nasıl sorgulayabikir ki batı tıbbını?

Avecianna olmuşken İbni Sina; bu adlada hospital açılmışken memlekette...
Medicine... Medikal park...
Hızır acil ambulance olmuşken...
Ha gayret The Azrail diyeceğiz ölüm meleğinin adına da...

Bu pandemiden çıkarımlar ve ibretler elde etmediysek...
Ne diyeyim ki?

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.