Fehmi Demirbağ
Köşe Yazarı
Fehmi Demirbağ
 

DOĞUMUMDAN ÖNCE

Annemle babamın yedikleri, genetiği değiştirilmiş ve fruktozlu besinler yüzünden, benim ve kardeşimin dünyaya gelmesi için "Tüp Bebek Tedavisi" aldıklarını sonradan öğrenecektim. Annemin, babamın hatta dede ve ninelerimin hikayelerinin benim ve kardeşimin hikayeme karışacağından da henüz haberim yoktu. Nasıl bir dünyaya geleceğimden de haberim yoktu. Annemin karnında iki kardeş gül gibi geçinip gidiyorduk. Yer biraz dardı ama bizim kıpraşmalarımızdan ailemin mutluluğundan da haberdardık.  Biz doğmazdan önce ailem önce odamızın tefrişat işlemlerine başladılar. Odayı iki ayrı renge boyadılar. Benim bölümüm maviye, kardeşimin ki pembeye boyandı. Ayrıca odanın duvarlarına çizgifilm karakterlerinin resimleri bezendi. Henüz doğmadığım için soramadım; anne neden odamın süslemesini Mickey Mause kahramanlarının resimleriyle doldurdunuz ki? Zıbınım, battaniyem, ağzıma tıkıştırılacak emziğim de hep aynı farenin çizimleri vardı. Akrabalar bize hediye getirmek için yarış halindeydiler. Odamıza doldurulan bütün hediyelerde aynı farenin ve arkadaşlarının resimleri vardı. Hatta odanın tavanında bile onlar...  Bir de hatırladığım, aile büyüklerimizin bizlere koyacakları isimler hususunda yaptıkları tartışmalardı.  Uzun tartışmalar neticesinde benim ismimin Muhammed, kardeşimin isminin de Meryem olmasına karar kıldılar. Muhammed ismi peygamberimizin ismiymiş. Onun ismi geçtiğinde salavat getirmeliymişiz. İkinci isim olarakta Fehmi ismini koydular. Yani anlayışlı olmakmış bu ismin manası da. Yani bir müslüman kendisini başkasının yerine koymalıymış bir fiil yaptığında. İsimler çocuğun anne babası üzerinde bir hakmış. Meryem de bir başka peygamber olan İsa'nın annesinin ismiymiş. Ben annemin karnının dışındaki dünyayı çok merak ediyordum. Meryem ise buradan ayrılmayı pek istemiyordu. Burada meleklerle olan arkadaşlıktan çok hoşlanıyordu. Bu konuda kardeşimle pek anlaşamıyorduk. "Meryem duymadın galiba öğretmen meleğin bize söylediklerini. Biz yaratılmışların en şereflileriyiz. Çünkü Rabbim bizi ancak kendisine ibadet yapalım, ona kul olalım diye yarattı. Buradan çıktığımızda bize ömür denilen bir nimet verilecek. Sonrasında da bizler Rabbimize kavuşacağız. Eğer O'nun rızasına uygun bir ömür sürersek Rabbimiz bizi ödüllendirecek. Ben ona bir an evvel kavuşmak için hemen doğmak istiyorum." O ise dünyadan endişe ediyordu. Annemizin bize verdiği güveni dışarda bulamayacağımızdan dolayı korkuyordu.  "Saçmalama" diye ona çıkıştığımı hatırlıyorum. "Biz Rabbimizin talimatlarıyla hareket edersek korkmamıza gerek yok. Esirgeyen ve bağışlayan rabbimizin adıyla hareket edersek neden korkalım ki?" “Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak’ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir.” Müminun Suresi'nde belirtildiği gibi anne karnında da bir süre için bulunacaktık. Burada fiziksel gelişimimiz tamamlanacaktı. Ayrıca ruhsal gelişimimizde, kişisel özelliklerimizde önemli oranda burada geçireceğimiz süre içerisinde bir şekil alacaktı. İnsanın gelişiminde anne babaya ait olan genetik özellikler varlığımızın % 30'luk bölümünü oluşturuyordu. Bir diğer % 30'luk bölümü de annemizin halet-i ruhiyesi ile ilgiliydi.  Hatırlıyorum da bir gün babam bir nedenden dolayı anneme fena halde sinirlenmiş, uzun süren tartışmadan sonra bir de şiddet uygulamıştı. Sanırım bir tokat atmıştı. Olan biteni endişe içinde takip eden ben ve kardeşim oldukça korkmuştuk. Şükür bir daha tekrarlanmadı bu durum ama kardeşim hep bir korku içinde yaşayan, kaygılı bir hale dönmüştü . "Ya babam annemi bir daha döverse?"  Kimliğimizin % 30'luk kısmını da doğumumuzdan 6 yaşına kadar ki yaşayacağımız olaylar belirleyecek. Geriye kalan % 10' luk kısmını ise hayat içerisinde tamamlayacağız. Okul hayatımız, alacağımız talim-terbiye bu kısmın belirlenmesinde rol oynayacaklar. Doğumumuza henüz bir ay var. Buradaki ömrümüzün 9 ay 10 gün olduğunu söyledi melekler.  Hatırlıyorum da ne kadar da uzun bir süredir buradayız. Ruhumuz üflenmeden önce cenin halindeydik. Tıpkı bitkide olduğu gibi gelişme ve beslenme hareketimiz vardı. Bu gelişme ve beslenme hareketi, irademize dayalı değildi. Ruh üflenince ancak, bu gelişme ve beslenme hareketimize, hissetme ve irade hareketi de eklendi. Bırakın döllenmiş hücre halimizi, sperm halimizde bile hayat vardı. Şu kadar var ki yumurta ile birleşme olmaksızın onda hayatını sürdürme ve gelişme yeteneği yoktu. Aynı şekilde yumurtada da hayat vardır. Ancak o da döllenme olmaksızın varlığını sürdürme yeteneğine sahip değildir. Döllenme tamamlandığı zaman ise, varlığını sürdürmeye ve gelişmeye elverişli ilk insan hücresi olarak ortaya çıktık.  Meleklerin söylediğine göre  ruh üflenmeden önce nasıl ki ceninde hayat varsa, ruh çıktıktan sonra da cesette hayat kalır. Bu organdan organa değişir. Bazısında hayat, ölümden sonra yalnızca dakikalarla ifade edilebilecek kadar bir süre devam ederken, bazısında saatlerce sürebilir. Bu organlar bitkin düşüp duruncaya kadar görevlerini yapmaya devam eder. Hatta böbrek, kalp ve başka organ nakillerinde olduğu gibi, insan organlarından bir çoğunu, hayatını muhafaza ederek insandan ayırmak, sonra da onu bir başka bedene nakletmek mümkün hale gelmiştir. Uyku halindeki kişi de, hiç şüphesiz hayattadır. Vücudunun sistemleri çalışmaktadır. Solunum yapar, kalbi atar ve diğer hayat belirtileri kendini gösterir. Fakat onda ruh var mıdır?  "Allah (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır." diyen Rabbime Hamd ederim. Buna göre Allah ölüm esnasında ve uyku esnasında ruhları alıyor; ölümüne hükmedilmiş olanların ruhları tekrar cesetlerine gönderilmiyor, ölümüne hükmedilmemiş olanların cesetleri ise uykuda alındıktan sonra tekrar bedenlerine gönderiliyor.Unutmayalım ki uyku ölümün kardeşidir. Annemle babamın birlikteliğinden sonra bir parça olan su olan bana...Annemin rahminde bekleyişimin üzerinden kırk-kırkbeş gün geçtikten sonra Allah bana bir melek gönderdi. Melek bana şekil verdi; kulağımı, gözümü, cildimi, etimi ve kemiklerimi yarattı. Sonra Melek benim için:'Ya Rabbi, erkek mi olacak, dişi mi?' diye sordu. Rabbim dilediğince hükmedince, melek de yazdı. Sonra: 'Ya Rabbi eceli?' diye sordu. Rabbim dilediğini söyledi. Melek yine yazdı. Sonra: 'Rızkı?' dedi. Rabbin yine dilediğince hükmetti. Melek yine yazdı. Sonra melek, yazılan sayfa elinde olduğu halde çıktı. O melek ki emrolunduğunun üzerine hiçbir ekleme yapamaz ve ondan hiçbir şey eksiltemez. Dünya yılına göre sene 1978' di. Aylardan Şubat. Sanırım 1 mart gibi dünyaya teşrif edeceğiz.  Dışarda ne olup bittiğinin farkındayız. Anneme sevgi dolu yaklaşınca babam biz iki kardeş teskin oluyoruz. Kuran tilaveti dinlediğinde de güzel bir müzik parçası dinlediğinde de yine aynı sakinliğe ve huzura kavuşuyoruz. Hele bir de babam bizle konuşmaya başlayınca değmeyin keyfimize. "Benim oğlum büyüyecek doktor olacak!" "Ya kızımız" diye kardeşim Meryem'i işaret ettiğinde annem babam nedense kem küm etmeye başlıyor.  Kardeşimin hüzünlenmesi ise benimde moralimi bozmuyor değil. Bir gün babam yanağını annemin karnına dayamıştı. Yanağı tam kardeşimin ayakları hizasındaydı. Bir tekme savurduğunu hatırlıyorum kardeşimin. Dışardan gelen babamın sesi bana komik gelmişti: "Tekmeledi hatun tekmeledi!" FEHMİ DEMİRBAĞ
Ekleme Tarihi: 13 Şubat 2020 - Perşembe

DOĞUMUMDAN ÖNCE

Annemle babamın yedikleri, genetiği değiştirilmiş ve fruktozlu besinler yüzünden, benim ve kardeşimin dünyaya gelmesi için "Tüp Bebek Tedavisi" aldıklarını sonradan öğrenecektim. Annemin, babamın hatta dede ve ninelerimin hikayelerinin benim ve kardeşimin hikayeme karışacağından da henüz haberim yoktu. Nasıl bir dünyaya geleceğimden de haberim yoktu. Annemin karnında iki kardeş gül gibi geçinip gidiyorduk. Yer biraz dardı ama bizim kıpraşmalarımızdan ailemin mutluluğundan da haberdardık. 
Biz doğmazdan önce ailem önce odamızın tefrişat işlemlerine başladılar. Odayı iki ayrı renge boyadılar. Benim bölümüm maviye, kardeşimin ki pembeye boyandı. Ayrıca odanın duvarlarına çizgifilm karakterlerinin resimleri bezendi. Henüz doğmadığım için soramadım; anne neden odamın süslemesini Mickey Mause kahramanlarının resimleriyle doldurdunuz ki? Zıbınım, battaniyem, ağzıma tıkıştırılacak emziğim de hep aynı farenin çizimleri vardı. Akrabalar bize hediye getirmek için yarış halindeydiler. Odamıza doldurulan bütün hediyelerde aynı farenin ve arkadaşlarının resimleri vardı. Hatta odanın tavanında bile onlar... 
Bir de hatırladığım, aile büyüklerimizin bizlere koyacakları isimler hususunda yaptıkları tartışmalardı. 
Uzun tartışmalar neticesinde benim ismimin Muhammed, kardeşimin isminin de Meryem olmasına karar kıldılar.
Muhammed ismi peygamberimizin ismiymiş. Onun ismi geçtiğinde salavat getirmeliymişiz. İkinci isim olarakta Fehmi ismini koydular. Yani anlayışlı olmakmış bu ismin manası da. Yani bir müslüman kendisini başkasının yerine koymalıymış bir fiil yaptığında. İsimler çocuğun anne babası üzerinde bir hakmış. Meryem de bir başka peygamber olan İsa'nın annesinin ismiymiş.
Ben annemin karnının dışındaki dünyayı çok merak ediyordum. Meryem ise buradan ayrılmayı pek istemiyordu. Burada meleklerle olan arkadaşlıktan çok hoşlanıyordu. Bu konuda kardeşimle pek anlaşamıyorduk.
"Meryem duymadın galiba öğretmen meleğin bize söylediklerini. Biz yaratılmışların en şereflileriyiz. Çünkü Rabbim bizi ancak kendisine ibadet yapalım, ona kul olalım diye yarattı. Buradan çıktığımızda bize ömür denilen bir nimet verilecek. Sonrasında da bizler Rabbimize kavuşacağız. Eğer O'nun rızasına uygun bir ömür sürersek Rabbimiz bizi ödüllendirecek. Ben ona bir an evvel kavuşmak için hemen doğmak istiyorum."
O ise dünyadan endişe ediyordu. Annemizin bize verdiği güveni dışarda bulamayacağımızdan dolayı korkuyordu. 
"Saçmalama" diye ona çıkıştığımı hatırlıyorum. "Biz Rabbimizin talimatlarıyla hareket edersek korkmamıza gerek yok. Esirgeyen ve bağışlayan rabbimizin adıyla hareket edersek neden korkalım ki?"
“Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak’ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir.” Müminun Suresi'nde belirtildiği gibi anne karnında da bir süre için bulunacaktık. Burada fiziksel gelişimimiz tamamlanacaktı. Ayrıca ruhsal gelişimimizde, kişisel özelliklerimizde önemli oranda burada geçireceğimiz süre içerisinde bir şekil alacaktı. İnsanın gelişiminde anne babaya ait olan genetik özellikler varlığımızın % 30'luk bölümünü oluşturuyordu. Bir diğer % 30'luk bölümü de annemizin halet-i ruhiyesi ile ilgiliydi. 
Hatırlıyorum da bir gün babam bir nedenden dolayı anneme fena halde sinirlenmiş, uzun süren tartışmadan sonra bir de şiddet uygulamıştı. Sanırım bir tokat atmıştı. Olan biteni endişe içinde takip eden ben ve kardeşim oldukça korkmuştuk. Şükür bir daha tekrarlanmadı bu durum ama kardeşim hep bir korku içinde yaşayan, kaygılı bir hale dönmüştü . "Ya babam annemi bir daha döverse?" 
Kimliğimizin % 30'luk kısmını da doğumumuzdan 6 yaşına kadar ki yaşayacağımız olaylar belirleyecek. Geriye kalan % 10' luk kısmını ise hayat içerisinde tamamlayacağız. Okul hayatımız, alacağımız talim-terbiye bu kısmın belirlenmesinde rol oynayacaklar.

Doğumumuza henüz bir ay var. Buradaki ömrümüzün 9 ay 10 gün olduğunu söyledi melekler. 
Hatırlıyorum da ne kadar da uzun bir süredir buradayız. Ruhumuz üflenmeden önce cenin halindeydik. Tıpkı bitkide olduğu gibi gelişme ve beslenme hareketimiz vardı. Bu gelişme ve beslenme hareketi, irademize dayalı değildi. Ruh üflenince ancak, bu gelişme ve beslenme hareketimize, hissetme ve irade hareketi de eklendi.
Bırakın döllenmiş hücre halimizi, sperm halimizde bile hayat vardı. Şu kadar var ki yumurta ile birleşme olmaksızın onda hayatını sürdürme ve gelişme yeteneği yoktu. Aynı şekilde yumurtada da hayat vardır. Ancak o da döllenme olmaksızın varlığını sürdürme yeteneğine sahip değildir. Döllenme tamamlandığı zaman ise, varlığını sürdürmeye ve gelişmeye elverişli ilk insan hücresi olarak ortaya çıktık. 
Meleklerin söylediğine göre  ruh üflenmeden önce nasıl ki ceninde hayat varsa, ruh çıktıktan sonra da cesette hayat kalır. Bu organdan organa değişir. Bazısında hayat, ölümden sonra yalnızca dakikalarla ifade edilebilecek kadar bir süre devam ederken, bazısında saatlerce sürebilir. Bu organlar bitkin düşüp duruncaya kadar görevlerini yapmaya devam eder. Hatta böbrek, kalp ve başka organ nakillerinde olduğu gibi, insan organlarından bir çoğunu, hayatını muhafaza ederek insandan ayırmak, sonra da onu bir başka bedene nakletmek mümkün hale gelmiştir.

Uyku halindeki kişi de, hiç şüphesiz hayattadır. Vücudunun sistemleri çalışmaktadır. Solunum yapar, kalbi atar ve diğer hayat belirtileri kendini gösterir. Fakat onda ruh var mıdır? 
"Allah (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır." diyen Rabbime Hamd ederim.
Buna göre Allah ölüm esnasında ve uyku esnasında ruhları alıyor; ölümüne hükmedilmiş olanların ruhları tekrar cesetlerine gönderilmiyor, ölümüne hükmedilmemiş olanların cesetleri ise uykuda alındıktan sonra tekrar bedenlerine gönderiliyor.Unutmayalım ki uyku ölümün kardeşidir.

Annemle babamın birlikteliğinden sonra bir parça olan su olan bana...Annemin rahminde bekleyişimin üzerinden kırk-kırkbeş gün geçtikten sonra Allah bana bir melek gönderdi. Melek bana şekil verdi; kulağımı, gözümü, cildimi, etimi ve kemiklerimi yarattı. Sonra Melek benim için:'Ya Rabbi, erkek mi olacak, dişi mi?' diye sordu. Rabbim dilediğince hükmedince, melek de yazdı. Sonra: 'Ya Rabbi eceli?' diye sordu. Rabbim dilediğini söyledi. Melek yine yazdı. Sonra: 'Rızkı?' dedi. Rabbin yine dilediğince hükmetti. Melek yine yazdı. Sonra melek, yazılan sayfa elinde olduğu halde çıktı. O melek ki emrolunduğunun üzerine hiçbir ekleme yapamaz ve ondan hiçbir şey eksiltemez.
Dünya yılına göre sene 1978' di. Aylardan Şubat. Sanırım 1 mart gibi dünyaya teşrif edeceğiz. 
Dışarda ne olup bittiğinin farkındayız. Anneme sevgi dolu yaklaşınca babam biz iki kardeş teskin oluyoruz. Kuran tilaveti dinlediğinde de güzel bir müzik parçası dinlediğinde de yine aynı sakinliğe ve huzura kavuşuyoruz. Hele bir de babam bizle konuşmaya başlayınca değmeyin keyfimize.
"Benim oğlum büyüyecek doktor olacak!"
"Ya kızımız" diye kardeşim Meryem'i işaret ettiğinde annem babam nedense kem küm etmeye başlıyor. 
Kardeşimin hüzünlenmesi ise benimde moralimi bozmuyor değil. Bir gün babam yanağını annemin karnına dayamıştı. Yanağı tam kardeşimin ayakları hizasındaydı. Bir tekme savurduğunu hatırlıyorum kardeşimin. Dışardan gelen babamın sesi bana komik gelmişti:
"Tekmeledi hatun tekmeledi!"

FEHMİ DEMİRBAĞ

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.