Mahir Adıbeş
Köşe Yazarı
Mahir Adıbeş
 

Bizim Mahallenin İnsanları: FIRINCI SELAHATTİN YİĞİT

Bizim Mahallenin İnsanları:  FIRINCI SELAHATTİN YİĞİT Somun Pişirmek Maharet İster: Fırıncılık insanlık tarihinde çok eski bir meslek. Şehirlerde oturan insanlar hemen her gün kapısından içeri bir kere girer. Türk Milleti’nin beslenme alışkanlıkları arasında ekmek çok önemli yer tutar. Çoğu insan ekmekte seçicidir; kullanılan buğday, öğüten değirmen, hamuru hazırlayıp pişiren usta önemsenir. Köprünün başındaki fırında sürekli radyosu açık olurdu. Kapının önünden geçenler bile açansa kulak kabartırdı. Sokaktakiler türkü dinlerdi. Her tarafı un olmuş kocaman bir radyo rafta dururdu. Genellikle hamuru yoğurup pişiren fırıncılar alçak gönüllü, tevazulu, güzel düşünen, hoş görülü, sabırlı insanlardır. Sebebini sorduğumda; “Fırıncı, hamurla yoğrulur, kazanda mayalanır, fırında pişip olgunlaşır,” dediler. Fırıncı Selahattin Yiğit, İzmir Çiğli Köyiçi mahallesinde odun fırını çalıştırıyor. Ekmek konusunda iddialı sözler söyledi. Fırıncılığı çok sevdiğini onunla konuşunca anlıyorsun. Kendi deyimiyle, “Ben bu işi aşk ile yapıyorum,” diyor. “Somun pişirmek sanattır, marifettir, hüner ister,” diyerek, ekmekler pişerken sohbete başlıyoruz... Pirimiz Somuncu Baba: Selahattin Yiğit on altı yaşında Erzurum’un İspir kazasından İzmir’e gelmiş. Burada akrabalarının yanında ekmek fırınında çalışmaya başlamış. Usta olunca bir ara işini İstanbul’da yapmaya karar vermiş; on yıl orada kalmış. Sonra tekrar İzmir’e dönmüş. Fırıncılığa İzmir’de devam etmeye kara verince İzmir Çiğli Köyiçi Mahallesinde fırın açmış. Hamurları fırına atarken yanına gittim. Bir yandan hamurları fırına yerleştirdi bir yandan pişenleri çıkardı. Boş vakti yoktu. İşini aksatmamaya çalışarak konuşmalarını defterime not ettim. Selahattin Yiğit, İspir’de 1978 de doğmuş. İlk, orta, liseyi memleketinde okumuş. Köyde büyük baş hayvancılık işinde küçük yaşta babasına yardım edermiş. 1994 yılında daha çocuk yaşta doğduğu topraklardan ayrılmış. Laf arasında “İş için çıktım,” dedi. “Çocuk yaşta mı İş için çıktın?” diye sordum. “Çocuk değildim, on altı yaşındaydım,” diye de itiraz etti. Bu söze gülünce arkasından ekliyor; “Ekmeğimin peşinde geldim, akrabalar beni buraya çektiler,” diyor. Yirmi dört yıldır fırıncılık yapıyormuş Uzun zamandır İspir’e gidememiş. “Özledin mi?” diye soruyorum. “Özlemez olur muyum…” deyip başını önüne eğdi… Selahattin Yiğit, çocuk yaştan bu yana ekmek fırınında çırak olmuş, işçi olmuş, usta olmuş. Bu işi çok severek yaptığını söylüyor. Aslında onu seyrederken bu işten ne kadar keyif aldığını fark ediyoruz. Hani bu işte ben en iyisiyim, der gibiydi. Severek mi yapıyorsun işini?” diye sorduğumda, yüzüme sert bir bakış fırlattı; “Ben bu işe aşığım,” deyip sustu. Konuşmaya başladığımızda çok fazla konuşmuyordu. Sadece sorulara kısa kısa cevaplar veriyordu. Sohbet ilerledikçe açıldı. “Somuncu Baba’yı bilir misin?” diye sordum. “Bilmem mi? Meslekte pirimiz. Bursa’da ekmek yaptığı semtte gezersen hâlâ onun yaptığı ekmeklerin kokusu burnuna gelir,” diye anlattı. Yaptığı işin kutsallığını anlatmaya çalışıyordu. İşini Severek Yapıyor: “İşine aşkla sarılacak, severek yapacaksın. Ustalık marifetini ortaya koyacaksın. Laf olsun diye yaparsan her gün çiftlik hayvanlarına çuval çuval ekmek verirsin. Ekmekten, fırından anlayacaksın. Bizim fırın meşe odunuyla ısıtılıyor. Elektrik, doğalgaz da olsa fark etmez. Ekmeği ekmek yapan, işçidir, ustadır…” Ekmek iyi olması için buğday seçimi çok önemli yani unun kalitesi… Buğdayı Mardin’den alıp, Konya’da öğüttürüyormuş. Bunu duyunca işin hassasiyetini anladık. Biz ekmeği sadece sofrada görüyoruz. Selahattin Ustanın bu hassasiyetinin farkına varsak ekmek israfı çok az olur, diye düşünüyorum. “Peki, şu lezzetli köy ekmeğinin sırrını açıklayacak mısın?” dediğimizde başını önüne eğip güldü. “On dört saat hamurun beklemesi yani mayalanma. Hamuru kazandan çıkardıktan bir saat sona mayalanır. Ben yedi saat sonra hamuru işliyorum. Yani hamur yoğrulmaya başladıktan on dört saat sonra ekmek oluyor. Normalde bu süre üç-dört saattir. Ekmeği yapmana değecek. Hakkını vereceksin. İnsanlar yediği ekmekten memnun olacak,” diyor. Demekki sadece bu işte buğdayın-unun kalitesi yetmiyor, işin içinde ustalık var. Yalnız Selahattin Usta bu konuyu bize tam olarak anlatmadığının farkındayım. Selahattin Usta, raftan hamur tahtasını alıyor, boş tahtaları yerine koyuyor. Uzun tahta kürekle fırına hamurları sürüyor, pişenleri tezgâhın üzerine çıkarıyor. Bir ara verip yan taraftaki külhana meşe odunlarını atıyor. Külhanın içini bana yakından gösteriyor, odunlardan alevler yükseliyor, içerisi çok sıcak. Fırıncıların Sosyal Hayatı Yok: İşin zorluklarını soruyorum. Bu işte çalışanların sosyal hayatı yok. Kendine zaman ayıramazsın. Aile hayatınız sıkıntıya girer. Çocuklarınız sensiz büyürler. Bu çok zor bir durumdur.  Fırınlarda tatil olmadığından kimse çalışmak istemiyor. “Bu sektörde arkamızdan gelen yok,” diyor Usta.  İstirahat, uyku sınırlı, gece beş, altı saat uykuyla yetiniyoruz. Hafta sonları tatil olması gerekir, hiç değilse haftada bir gün. Yedek usta olmadığından dinlenmek mümkün olmuyor. Hafta sonu tatil olsa ekmek israfı da azalır. Çalışanlar da dinlenmiş olurlar. “Geliri, Allah’a şükür memnunuz, yalnız iş zor,” diyor. Yaz, kış sıcağın karşısında insanın sağlığı bozuluyor. Sürekli ayaktasın, meslek hastalığı denilen dolaşım bozuklukları ortaya çıkıyor. Hastahaneye gidecek vakit yok. Hamur seni beklemez; zamanında fırına girmesi gerekir. Biz orada konuşurken bir kişi Mavişehir’den, bir kişi Karşıyaka’dan gelip ekmek aldılar. Her zaman bu fırına geliyorlarmış. Bu on kilometre yol demektir. Bornova’dan da gelenler varmış. Sordum, “Bu fırının ekmeği farklı,” dediler. Selahattin Usta belli ki işini gerçekten severek yapıyor. Her gün gece dörtte kalkıp fırına geliyormuş. Hamurları kontrol ediyor, fırını yakıyor. Etrafı temizliyor. Çalışanlar yavaş yavaş sonradan geliyorlarmış. Sabaha ekmek yetişecek. Francalar, çavdar ekmekleri, arkasından pideler fırına atılıyor. Öğlen on ikiden sonra köy ekmeğinin zamanı gelmiş oluyor… Biz eskiden “somun” derdik, pide hariç hepsine. Şimdi somun da çeşitlenmiş… İnsanlar ekmeğin çıkış saatini biliyorlar. Bir anda kuyruk oluşuyor. Fırıncı Selahattin Yiğit gülümseyerek işini yapıyor. Bir yandan ekmek hamurlarını fırına atıyor, diğer yandan pişen ekmekleri fırından çıkarıyor… Bizi unutmuş gibi, işine dalıyor… Mahir ADIBEŞ  Samsung Galaxy akıllı telefonumdan gönderildi.
Ekleme Tarihi: 23 Nisan 2020 - Perşembe

Bizim Mahallenin İnsanları: FIRINCI SELAHATTİN YİĞİT

Bizim Mahallenin İnsanları: 
FIRINCI SELAHATTİN YİĞİT

Somun Pişirmek Maharet İster:
Fırıncılık insanlık tarihinde çok eski bir meslek. Şehirlerde oturan insanlar hemen her gün kapısından içeri bir kere girer. Türk Milleti’nin beslenme alışkanlıkları arasında ekmek çok önemli yer tutar. Çoğu insan ekmekte seçicidir; kullanılan buğday, öğüten değirmen, hamuru hazırlayıp pişiren usta önemsenir.
Köprünün başındaki fırında sürekli radyosu açık olurdu. Kapının önünden geçenler bile açansa kulak kabartırdı. Sokaktakiler türkü dinlerdi. Her tarafı un olmuş kocaman bir radyo rafta dururdu.
Genellikle hamuru yoğurup pişiren fırıncılar alçak gönüllü, tevazulu, güzel düşünen, hoş görülü, sabırlı insanlardır. Sebebini sorduğumda; “Fırıncı, hamurla yoğrulur, kazanda mayalanır, fırında pişip olgunlaşır,” dediler.
Fırıncı Selahattin Yiğit, İzmir Çiğli Köyiçi mahallesinde odun fırını çalıştırıyor. Ekmek konusunda iddialı sözler söyledi. Fırıncılığı çok sevdiğini onunla konuşunca anlıyorsun. Kendi deyimiyle, “Ben bu işi aşk ile yapıyorum,” diyor.
“Somun pişirmek sanattır, marifettir, hüner ister,” diyerek, ekmekler pişerken sohbete başlıyoruz...

Pirimiz Somuncu Baba:
Selahattin Yiğit on altı yaşında Erzurum’un İspir kazasından İzmir’e gelmiş. Burada akrabalarının yanında ekmek fırınında çalışmaya başlamış. Usta olunca bir ara işini İstanbul’da yapmaya karar vermiş; on yıl orada kalmış. Sonra tekrar İzmir’e dönmüş. Fırıncılığa İzmir’de devam etmeye kara verince İzmir Çiğli Köyiçi Mahallesinde fırın açmış.
Hamurları fırına atarken yanına gittim. Bir yandan hamurları fırına yerleştirdi bir yandan pişenleri çıkardı. Boş vakti yoktu. İşini aksatmamaya çalışarak konuşmalarını defterime not ettim.
Selahattin Yiğit, İspir’de 1978 de doğmuş. İlk, orta, liseyi memleketinde okumuş. Köyde büyük baş hayvancılık işinde küçük yaşta babasına yardım edermiş. 1994 yılında daha çocuk yaşta doğduğu topraklardan ayrılmış. Laf arasında “İş için çıktım,” dedi. “Çocuk yaşta mı İş için çıktın?” diye sordum. “Çocuk değildim, on altı yaşındaydım,” diye de itiraz etti. Bu söze gülünce arkasından ekliyor; “Ekmeğimin peşinde geldim, akrabalar beni buraya çektiler,” diyor. Yirmi dört yıldır fırıncılık yapıyormuş Uzun zamandır İspir’e gidememiş. “Özledin mi?” diye soruyorum. “Özlemez olur muyum…” deyip başını önüne eğdi…
Selahattin Yiğit, çocuk yaştan bu yana ekmek fırınında çırak olmuş, işçi olmuş, usta olmuş. Bu işi çok severek yaptığını söylüyor. Aslında onu seyrederken bu işten ne kadar keyif aldığını fark ediyoruz. Hani bu işte ben en iyisiyim, der gibiydi. Severek mi yapıyorsun işini?” diye sorduğumda, yüzüme sert bir bakış fırlattı; “Ben bu işe aşığım,” deyip sustu. Konuşmaya başladığımızda çok fazla konuşmuyordu. Sadece sorulara kısa kısa cevaplar veriyordu. Sohbet ilerledikçe açıldı.
“Somuncu Baba’yı bilir misin?” diye sordum.
“Bilmem mi? Meslekte pirimiz. Bursa’da ekmek yaptığı semtte gezersen hâlâ onun yaptığı ekmeklerin kokusu burnuna gelir,” diye anlattı. Yaptığı işin kutsallığını anlatmaya çalışıyordu.

İşini Severek Yapıyor:
“İşine aşkla sarılacak, severek yapacaksın. Ustalık marifetini ortaya koyacaksın. Laf olsun diye yaparsan her gün çiftlik hayvanlarına çuval çuval ekmek verirsin. Ekmekten, fırından anlayacaksın. Bizim fırın meşe odunuyla ısıtılıyor. Elektrik, doğalgaz da olsa fark etmez. Ekmeği ekmek yapan, işçidir, ustadır…”
Ekmek iyi olması için buğday seçimi çok önemli yani unun kalitesi… Buğdayı Mardin’den alıp, Konya’da öğüttürüyormuş. Bunu duyunca işin hassasiyetini anladık. Biz ekmeği sadece sofrada görüyoruz. Selahattin Ustanın bu hassasiyetinin farkına varsak ekmek israfı çok az olur, diye düşünüyorum.
“Peki, şu lezzetli köy ekmeğinin sırrını açıklayacak mısın?” dediğimizde başını önüne eğip güldü.
“On dört saat hamurun beklemesi yani mayalanma. Hamuru kazandan çıkardıktan bir saat sona mayalanır. Ben yedi saat sonra hamuru işliyorum. Yani hamur yoğrulmaya başladıktan on dört saat sonra ekmek oluyor. Normalde bu süre üç-dört saattir. Ekmeği yapmana değecek. Hakkını vereceksin. İnsanlar yediği ekmekten memnun olacak,” diyor. Demekki sadece bu işte buğdayın-unun kalitesi yetmiyor, işin içinde ustalık var. Yalnız Selahattin Usta bu konuyu bize tam olarak anlatmadığının farkındayım.
Selahattin Usta, raftan hamur tahtasını alıyor, boş tahtaları yerine koyuyor. Uzun tahta kürekle fırına hamurları sürüyor, pişenleri tezgâhın üzerine çıkarıyor. Bir ara verip yan taraftaki külhana meşe odunlarını atıyor. Külhanın içini bana yakından gösteriyor, odunlardan alevler yükseliyor, içerisi çok sıcak.

Fırıncıların Sosyal Hayatı Yok:
İşin zorluklarını soruyorum. Bu işte çalışanların sosyal hayatı yok. Kendine zaman ayıramazsın. Aile hayatınız sıkıntıya girer. Çocuklarınız sensiz büyürler. Bu çok zor bir durumdur. 
Fırınlarda tatil olmadığından kimse çalışmak istemiyor. “Bu sektörde arkamızdan gelen yok,” diyor Usta. 
İstirahat, uyku sınırlı, gece beş, altı saat uykuyla yetiniyoruz. Hafta sonları tatil olması gerekir, hiç değilse haftada bir gün. Yedek usta olmadığından dinlenmek mümkün olmuyor. Hafta sonu tatil olsa ekmek israfı da azalır. Çalışanlar da dinlenmiş olurlar.
“Geliri, Allah’a şükür memnunuz, yalnız iş zor,” diyor. Yaz, kış sıcağın karşısında insanın sağlığı bozuluyor. Sürekli ayaktasın, meslek hastalığı denilen dolaşım bozuklukları ortaya çıkıyor. Hastahaneye gidecek vakit yok. Hamur seni beklemez; zamanında fırına girmesi gerekir.
Biz orada konuşurken bir kişi Mavişehir’den, bir kişi Karşıyaka’dan gelip ekmek aldılar. Her zaman bu fırına geliyorlarmış. Bu on kilometre yol demektir. Bornova’dan da gelenler varmış. Sordum, “Bu fırının ekmeği farklı,” dediler.
Selahattin Usta belli ki işini gerçekten severek yapıyor. Her gün gece dörtte kalkıp fırına geliyormuş. Hamurları kontrol ediyor, fırını yakıyor. Etrafı temizliyor. Çalışanlar yavaş yavaş sonradan geliyorlarmış. Sabaha ekmek yetişecek. Francalar, çavdar ekmekleri, arkasından pideler fırına atılıyor. Öğlen on ikiden sonra köy ekmeğinin zamanı gelmiş oluyor…
Biz eskiden “somun” derdik, pide hariç hepsine. Şimdi somun da çeşitlenmiş…
İnsanlar ekmeğin çıkış saatini biliyorlar. Bir anda kuyruk oluşuyor. Fırıncı Selahattin Yiğit gülümseyerek işini yapıyor. Bir yandan ekmek hamurlarını fırına atıyor, diğer yandan pişen ekmekleri fırından çıkarıyor…
Bizi unutmuş gibi, işine dalıyor…

Mahir ADIBEŞ 


Samsung Galaxy akıllı telefonumdan gönderildi.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.