Bilal Dursun Yılmaz
Köşe Yazarı
Bilal Dursun Yılmaz
 

Suskunluk Sarmalını Kıran Adam…

Suskunluk Sarmalı iletişim araştırmalarında önemini koruyan bir siyaset ve kitle iletişim teorisidir. Teorinin anası Alman siyaset bilimci/ kamuoyu araştırmacısı/ iletişimci Elisabeth Noelle-Neumann’dır. Neumann yaptığı bir dizi gözlem, araştırma ve ölçümlemeler sonucu vardığı sonuç; toplumda egemen görüş neyse insanlar bu egemen görüşten dışlanma korkusuyla kendine ait düşüncelerini açığa vurmaz, sessizliğe bürünürler. Kitle iletişim mecraları olan basın yayın araçları vasıtasıyla genişleyen sarmal toplumun çoğunluğunu içine alır. Taaki aykırı bir ses, güçlü bir irade ortaya çıkıp kral çıplak diyene kadar toplum sarmal döngüde kalır. Teorinin kısaca özü budur. Ve günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Türk basın tarihi istisnai küçük çabalar ve idealist bazı yaklaşımlar dışında güzel sayılabilecek bir maziye sahip değildir. Elbette bu tarihi süreç Osmanlı’ya kadar gitmektedir. Lakin zamana ve şartlara bağlı olarak çeşitlenen ve yaygınlaşan basın araçları Cumhuriyet dönemi ve sonrasında ivme kazanmıştır. Kurucu iktidarın egemen düşüncesine ve katı ideolojisine hizmet eden ilk dönem basını Adnan Menderes’in siyasi aktör olarak ortaya çıkması ve "Yeter söz milletin" sloganı ile suskunluk sarmalını kırmıştır. Akabinde askeri darbe olmuş tekrar suskunluk sarmalına giren toplum, ideoloji ve anarşiye dayanan gençlik harekâtları ve çok partili siyasi hayat ve biraz daha güçlenen basın ile suskunluk sarmalını tekrar kırmıştır. Fakat Türk demokrasinin makûs talihi olan darbe yumruğu yeni bir sarmalın başlamışına sebep olmuştur. Özal’ın siyasi arenaya çıkması, medyadaki çeşitliliğin artması, özel teşebbüs medyaların zuhuru sarmalı bir kez daha kırmıştır. Lakin medyanın aşırı güç kazanması, banka, enerji ve sermaye üçgenindeki holding ve plaza basını askerle ittifaka girmiş 28 Şubat süreci ile yeni bir sarmal dönem başlatmıştır. Tâki Erdoğan ortaya çıkana kadar. Erdoğan, dönemin başbakanlarını pijama ile karşılayan medya patronlarına, askeri erke, bürokratik oligarşiye ve sermaye sahiplerine karşı önceki iktidarların başına gelenlerden aldığı ders ve tecrübelerle ile nasıl mukavemet göstereceğini iyi planlamış ve planını zamana yayarak uygulamıştır kamuoyunun suskunluğu bu ara zarfta epey müddet kırılmıştır. Lakin alternatif oluşturmakta ve tedbirde ileri giden Ak Parti iktidarı zamanla tüm muhalif sesleri yavaş yavaş yürüttüğü strateji ile elemine ederek bir iki istisna (Sözcü, Cumhuriyet onlar da FETÖ’den yargılanmaları devam ediyor) bırakarak adeta dikensiz bir gül bahçesi inşa ettiğini sanmıştır. Durum öyle bir noktaya gelmiştir ki ana muhalefet liderini konuk eden bir holding gazetecisi adeta onunla dalga geçerken reisi cumhuru konuk eden devlet televizyonunun spikeri reise soru sorarken kan/ter içinde kalmış, sormak istediğini dahi soramamıştır. Bir önceki sarmalı kıran siyasi irade zaman içinde yeni bir suskunluk sarmalı başlatmıştır. Ak Parti iktidarının oluşturduğu suskunluk sarmalını da “her şey çok güzel olacak” sloganı ile İmamoğlu kırmıştır. Evet, beni tanıyanlar bu ne yazıyor diyebilirler ben, bir kuramın toplumsal hayata nasıl uygulandığını ve sonuçlarını çok yüzeysel olarak basit bir anlatımla siyasi düşüncemden bağımsız olarak “temas” şeklinde ele aldım. Böyle olmadığını iddia edenler Ahmet Taşgetiren gibi naif bir o kadar Erdoğan dostu bir gazetecinin son birkaç yıl içinde yaşadıklarına baksalar durumu anlarlar. Bu küçük, mini minnacık bir örnek… İstanbul’un belediye başbakanını seçme süreci öncesi ve sonrasıyla elbette çok tartışılacaktır. Lakin kamuoyunda oluşan suskunluk sarmalının kırılma noktası olduğu tartışılmayacaktır. Şahsen mahzun olsam da netice bence malumdu.  Hayatta her durumu izah etmemde bana kılavuz olan “beşer zulüm eder, kader adalet eder” düsturu bu konuda da beni rahatlatmaktadır. Olana kadar niyet ve irade olduktan sonra kaderdir. Kadere rıza kalbi rahata, kadere isyan kalbi kedere sevk eder. Kadere isyan eden başını örse vurur.  Konuyla ilgili siyasi yorumlar, nedenler ve sonuçlar üzerine siyasi mülahazalar konun uzmanı akillerce yapılacaktır. “bence böyleyken böyle oldu” dememin bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Elbette sonuçlar farklı olsaydı yani tersi bir sonuç olsaydı böyle bir yazı yazar mıydım? Belki yazmazdım lakin benim yazmamış olmam bu toplumsal gerçeği değiştirmezdi…
Ekleme Tarihi: 24 Haziran 2019 - Pazartesi

Suskunluk Sarmalını Kıran Adam…

Suskunluk Sarmalı iletişim araştırmalarında önemini koruyan bir siyaset ve kitle iletişim teorisidir. Teorinin anası Alman siyaset bilimci/ kamuoyu araştırmacısı/ iletişimci Elisabeth Noelle-Neumann’dır. Neumann yaptığı bir dizi gözlem, araştırma ve ölçümlemeler sonucu vardığı sonuç; toplumda egemen görüş neyse insanlar bu egemen görüşten dışlanma korkusuyla kendine ait düşüncelerini açığa vurmaz, sessizliğe bürünürler. Kitle iletişim mecraları olan basın yayın araçları vasıtasıyla genişleyen sarmal toplumun çoğunluğunu içine alır. Taaki aykırı bir ses, güçlü bir irade ortaya çıkıp kral çıplak diyene kadar toplum sarmal döngüde kalır. Teorinin kısaca özü budur. Ve günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.

Türk basın tarihi istisnai küçük çabalar ve idealist bazı yaklaşımlar dışında güzel sayılabilecek bir maziye sahip değildir. Elbette bu tarihi süreç Osmanlı’ya kadar gitmektedir. Lakin zamana ve şartlara bağlı olarak çeşitlenen ve yaygınlaşan basın araçları Cumhuriyet dönemi ve sonrasında ivme kazanmıştır. Kurucu iktidarın egemen düşüncesine ve katı ideolojisine hizmet eden ilk dönem basını Adnan Menderes’in siyasi aktör olarak ortaya çıkması ve "Yeter söz milletin" sloganı ile suskunluk sarmalını kırmıştır. Akabinde askeri darbe olmuş tekrar suskunluk sarmalına giren toplum, ideoloji ve anarşiye dayanan gençlik harekâtları ve çok partili siyasi hayat ve biraz daha güçlenen basın ile suskunluk sarmalını tekrar kırmıştır. Fakat Türk demokrasinin makûs talihi olan darbe yumruğu yeni bir sarmalın başlamışına sebep olmuştur. Özal’ın siyasi arenaya çıkması, medyadaki çeşitliliğin artması, özel teşebbüs medyaların zuhuru sarmalı bir kez daha kırmıştır. Lakin medyanın aşırı güç kazanması, banka, enerji ve sermaye üçgenindeki holding ve plaza basını askerle ittifaka girmiş 28 Şubat süreci ile yeni bir sarmal dönem başlatmıştır. Tâki Erdoğan ortaya çıkana kadar. Erdoğan, dönemin başbakanlarını pijama ile karşılayan medya patronlarına, askeri erke, bürokratik oligarşiye ve sermaye sahiplerine karşı önceki iktidarların başına gelenlerden aldığı ders ve tecrübelerle ile nasıl mukavemet göstereceğini iyi planlamış ve planını zamana yayarak uygulamıştır kamuoyunun suskunluğu bu ara zarfta epey müddet kırılmıştır. Lakin alternatif oluşturmakta ve tedbirde ileri giden Ak Parti iktidarı zamanla tüm muhalif sesleri yavaş yavaş yürüttüğü strateji ile elemine ederek bir iki istisna (Sözcü, Cumhuriyet onlar da FETÖ’den yargılanmaları devam ediyor) bırakarak adeta dikensiz bir gül bahçesi inşa ettiğini sanmıştır. Durum öyle bir noktaya gelmiştir ki ana muhalefet liderini konuk eden bir holding gazetecisi adeta onunla dalga geçerken reisi cumhuru konuk eden devlet televizyonunun spikeri reise soru sorarken kan/ter içinde kalmış, sormak istediğini dahi soramamıştır. Bir önceki sarmalı kıran siyasi irade zaman içinde yeni bir suskunluk sarmalı başlatmıştır. Ak Parti iktidarının oluşturduğu suskunluk sarmalını da “her şey çok güzel olacak” sloganı ile İmamoğlu kırmıştır. Evet, beni tanıyanlar bu ne yazıyor diyebilirler ben, bir kuramın toplumsal hayata nasıl uygulandığını ve sonuçlarını çok yüzeysel olarak basit bir anlatımla siyasi düşüncemden bağımsız olarak “temas” şeklinde ele aldım. Böyle olmadığını iddia edenler Ahmet Taşgetiren gibi naif bir o kadar Erdoğan dostu bir gazetecinin son birkaç yıl içinde yaşadıklarına baksalar durumu anlarlar. Bu küçük, mini minnacık bir örnek…

İstanbul’un belediye başbakanını seçme süreci öncesi ve sonrasıyla elbette çok tartışılacaktır. Lakin kamuoyunda oluşan suskunluk sarmalının kırılma noktası olduğu tartışılmayacaktır.

Şahsen mahzun olsam da netice bence malumdu. 

Hayatta her durumu izah etmemde bana kılavuz olan “beşer zulüm eder, kader adalet eder” düsturu bu konuda da beni rahatlatmaktadır. Olana kadar niyet ve irade olduktan sonra kaderdir. Kadere rıza kalbi rahata, kadere isyan kalbi kedere sevk eder. Kadere isyan eden başını örse vurur. 

Konuyla ilgili siyasi yorumlar, nedenler ve sonuçlar üzerine siyasi mülahazalar konun uzmanı akillerce yapılacaktır. “bence böyleyken böyle oldu” dememin bir anlamı olduğunu düşünmüyorum.

Elbette sonuçlar farklı olsaydı yani tersi bir sonuç olsaydı böyle bir yazı yazar mıydım? Belki yazmazdım lakin benim yazmamış olmam bu toplumsal gerçeği değiştirmezdi…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.