Bilal Dursun Yılmaz
Köşe Yazarı
Bilal Dursun Yılmaz
 

Nereden bakmalıyız/6

…ilimli cehalet sendromu… Adamın çocuğu hastalanmış, zamanın hekimi kabul edilen birine götürmüş, o hekim çocuğu muayene etmiş, neleri yiyip içtiğini sormuş, babası çocuğunun balı sevdiğini, çok fazla bal yediğini söylemiş bunun üzerine hekim çocuğun babasına  “Al çocuğu götür kırk gün sonra getir. Tedavi ve ilacı o zaman uygulayacağım” demiş “olur” demiş baba, kırk gün sonrada çocuğunu almış tekrar gelmiş  Hekim çocuğa bal yiyip yemediğini sormuş, çocuk, bal yemeye devam ettiğini söylemiş. Bunun üzerine hekim çocuğa ve babasına dönerek uygulanacak tedavi ve reçeteyi söylemiş “bundan sonra bal yemeyecek”  Uzak diyarlardan deve sırtlarında bin bir çile ile derdine deva aramaya çıkan ve dönemin meşhur hekimi kabul edilen kişiye ulaşan adam, hekimden aldığı cevabı duyunca çılgına dönmüş ve hekime  “bunu demek için mi beni buraya kadar iki kere getirdin, niye ilk geldiğimizde bunu söylemedin” diye sert şekilde çıkışmış.  Hekim sakince şu cevabı vermiş:  “ ben de balı pek severim, bana bir ziyanı da yoktur. Sizin geldiğiniz zaman da henüz yeni bal yemiştim. Bu balın vücudumdan tamamen atılması kır günü bulmaktadır. Bu bal benim kanımla vücudumda dolaşırken hastama bal yeme dememin bir tesiri olmayacaktı. Bunun için kırk gün geçmesini bekledim ki sözümün ve tedavimin bir tesiri olsun.” İsimsiz cisimsiz yazdığım bu vaka tevatür derecesinde bilinen ve İmam-ı azama dayandırılan bir hadisedir. Burada bence hadisenin kimler arasında geçtiği şahıslar değil, olayın kendisi önemlidir.  Daha önceki yazılarımda da değinmiştim; toplumda kanaatına, uzmanlığına, bilirkişiliğine, inanılan bütün meslek erbapları söyledikleri ile yaşadıkları birbiri ile tutarlı olsaydı tesiri azim olurdu. Mevcut iletişim çağında bilgiye bu kadar kolay ulaşılırken bilginin toplum hayatının ekserine bu kadar az tesir ediyor olması hazım olunmamış ilmin bir yansımasıdır diye düşünüyorum. Yoksa başka bir açıklama bulamıyorum. Artık dünyanın en büyük kütüphanesine ulaşmak, herhangi bir konuyu araştırmak bir tık ötemizdeyken öğrendiklerimizi hayatımıza aksettiremiyor olmamız açıklanabilir bir durum değildir. Yazarken kendimi sorguluyorum; yazmalı mıyım diye? Adını koyamadığım daha doğrusu kavramsallaştıramadığım bir buhran geçiriyoruz ilimli cahil sendromu gibi bir şey… Aslında bildiklerimizi ya da biliyor zannettiklerimizi bilmiyoruz. Evet, farkındayım çok tanıdık, klişe bir cümle oldu ama başka daha güzel bir ifade bulamadım. Yukarıdaki kıssa çok naif bir o kadar da derin bence… Sigara içen, doktorun sigarayı bırak demesi, tuzu azalt, tuz kullanma diyen doktorun yemekhanede tadına bakmadığı yemeklere bolca tuzu boca etmesi nasıl izah edilebilir? Bu kişilerin, kendilerine olan öz saygılarını geçtim ya dediklerine yani tahsil ettikleri ilimlerine kendileri inanmıyor ya da başka daha büyük sorunları var. Peki, bu durum sadece doktorlara mı mahsus bir durum elbette ki hayır.  Bu örnekler gibi her meslekten binlerce örnek vermek bugün mümkün… Hatta en fazla dini tedrisat ve irşad ile meşgul olanlar ile maarifin nerdeyse tamamı hazım edilmemiş ilim sendromunun müptelası durumdadır diye iddia etsem zannımca itiraz eden olmayacaktır… Her dönemin sonunu getiren bir sorunu vardır. Galiba biz de bulunduğumuz çağın sona erdiği bir zamanı yaşıyoruz. Adını koyamadığım fakat derinliğini hissettiğim bir kırılmanın içindeyiz. Şimdilik daha münasip bir kavram bulana kadar uymasa da ben buna “ilimli cehalet sendromu”  diyeceğim. Başta şahsım olarak bildiklerimizle amil olacak günleri temenni ederek bu hafta yazdıklarımdan müteessir olarak kısa kesiyorum…
Ekleme Tarihi: 01 Eylül 2018 - Cumartesi

Nereden bakmalıyız/6


…ilimli cehalet sendromu…
Adamın çocuğu hastalanmış, zamanın hekimi kabul edilen birine götürmüş, o hekim çocuğu muayene etmiş, neleri yiyip içtiğini sormuş, babası çocuğunun balı sevdiğini, çok fazla bal yediğini söylemiş bunun üzerine hekim çocuğun babasına 
“Al çocuğu götür kırk gün sonra getir. Tedavi ve ilacı o zaman uygulayacağım” demiş
“olur” demiş baba, kırk gün sonrada çocuğunu almış tekrar gelmiş 
Hekim çocuğa bal yiyip yemediğini sormuş, çocuk, bal yemeye devam ettiğini söylemiş. Bunun üzerine hekim çocuğa ve babasına dönerek uygulanacak tedavi ve reçeteyi söylemiş
“bundan sonra bal yemeyecek” 
Uzak diyarlardan deve sırtlarında bin bir çile ile derdine deva aramaya çıkan ve dönemin meşhur hekimi kabul edilen kişiye ulaşan adam, hekimden aldığı cevabı duyunca çılgına dönmüş ve hekime 
“bunu demek için mi beni buraya kadar iki kere getirdin, niye ilk geldiğimizde bunu söylemedin” diye sert şekilde çıkışmış. 
Hekim sakince şu cevabı vermiş:
 “ ben de balı pek severim, bana bir ziyanı da yoktur. Sizin geldiğiniz zaman da henüz yeni bal yemiştim. Bu balın vücudumdan tamamen atılması kır günü bulmaktadır. Bu bal benim kanımla vücudumda dolaşırken hastama bal yeme dememin bir tesiri olmayacaktı. Bunun için kırk gün geçmesini bekledim ki sözümün ve tedavimin bir tesiri olsun.”
İsimsiz cisimsiz yazdığım bu vaka tevatür derecesinde bilinen ve İmam-ı azama dayandırılan bir hadisedir. Burada bence hadisenin kimler arasında geçtiği şahıslar değil, olayın kendisi önemlidir. 
Daha önceki yazılarımda da değinmiştim; toplumda kanaatına, uzmanlığına, bilirkişiliğine, inanılan bütün meslek erbapları söyledikleri ile yaşadıkları birbiri ile tutarlı olsaydı tesiri azim olurdu. Mevcut iletişim çağında bilgiye bu kadar kolay ulaşılırken bilginin toplum hayatının ekserine bu kadar az tesir ediyor olması hazım olunmamış ilmin bir yansımasıdır diye düşünüyorum. Yoksa başka bir açıklama bulamıyorum. Artık dünyanın en büyük kütüphanesine ulaşmak, herhangi bir konuyu araştırmak bir tık ötemizdeyken öğrendiklerimizi hayatımıza aksettiremiyor olmamız açıklanabilir bir durum değildir.
Yazarken kendimi sorguluyorum; yazmalı mıyım diye? Adını koyamadığım daha doğrusu kavramsallaştıramadığım bir buhran geçiriyoruz ilimli cahil sendromu gibi bir şey… Aslında bildiklerimizi ya da biliyor zannettiklerimizi bilmiyoruz. Evet, farkındayım çok tanıdık, klişe bir cümle oldu ama başka daha güzel bir ifade bulamadım. Yukarıdaki kıssa çok naif bir o kadar da derin bence… Sigara içen, doktorun sigarayı bırak demesi, tuzu azalt, tuz kullanma diyen doktorun yemekhanede tadına bakmadığı yemeklere bolca tuzu boca etmesi nasıl izah edilebilir? Bu kişilerin, kendilerine olan öz saygılarını geçtim ya dediklerine yani tahsil ettikleri ilimlerine kendileri inanmıyor ya da başka daha büyük sorunları var. Peki, bu durum sadece doktorlara mı mahsus bir durum elbette ki hayır.  Bu örnekler gibi her meslekten binlerce örnek vermek bugün mümkün… Hatta en fazla dini tedrisat ve irşad ile meşgul olanlar ile maarifin nerdeyse tamamı hazım edilmemiş ilim sendromunun müptelası durumdadır diye iddia etsem zannımca itiraz eden olmayacaktır…
Her dönemin sonunu getiren bir sorunu vardır. Galiba biz de bulunduğumuz çağın sona erdiği bir zamanı yaşıyoruz. Adını koyamadığım fakat derinliğini hissettiğim bir kırılmanın içindeyiz. Şimdilik daha münasip bir kavram bulana kadar uymasa da ben buna “ilimli cehalet sendromu”  diyeceğim. Başta şahsım olarak bildiklerimizle amil olacak günleri temenni ederek bu hafta yazdıklarımdan müteessir olarak kısa kesiyorum…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.