Bilal Dursun Yılmaz
Köşe Yazarı
Bilal Dursun Yılmaz
 

Nereden bakmalıyız/4

Not: başlıktan dolayı yazıyı aynı seri olarak düşünmeyiniz. “Güzel gören güzel düşünür güzel düşünen hayatından lezzet alır. Mektubat, 473” Belki en hareketli gündem Türkiye’nin gündemidir diye iddia etsem zannımca yanılmış olmam. Evet, ülke gündemimiz hem uluslararası konular üzerine hem de ulusal konular üzerine hayli tartışmalı bir süreçte ilerlemekte…  Gündemimiz yoğun ve tempolu. Böyle bir gündem de yazı yazmak, yazan için hayli kolaydır.  Bir tarafta ekonomik kriz tartışmaları diğer tarafta, ABD’nin Türkiye üzerine çok yönlü darbe girişimleri, öbür tarafta CHP’nin genel başkanlık krizi başka bir tarafta içi kaynayan İYİ Parti’nin siyasal yaşam mücadelesi velhasıl gündemden ahkâm kesmek bugünlerde çok kolay. Ağzı olan konuşuyor, kalemi olan yazıyor. Kimseyi bağlayan yok. Fakat ben, haftada bir vakit ayırabilip yazdığım yazılarıma ülke gündeminin sürekli değişen siyasal hareketliliğinden ziyade insanı merkeze alan, biraz olsun insanda tefekkür kapısı açan, biraz daha fikri perspektifi olan yazıları neşretmeyi daha münasip görüyorum. Hayatımızda zaman zaman ruhumuzun adeta cendereye alındığı, daralıp bunaldığımız, hayatın yükünü çekemeyecek hale geldiğimiz anlar olmuştur, olmaktadır ya da bir gün olacaktır… İnsan olarak her günü aynı sandığımız farklı bir âleme göz açıyoruz, köz kapıyoruz. Her günkü biz, biz değiliz, vücudumuzun yapı taşları olan atomlarımız değişiyor, hücrelerimiz yenileniyor ve en önemlisi ise manevi âlemimiz, ruhi iklimimiz her gün hatta her an değişebiliyor. Başkasından duyduğumuz küçük bir söz, bir mimik hareketi, bir jest o günümüzü bazen tepe takla ediyor. Sabah neşeli başladığımız bir güne, gün ortasında mutsuz, günün ahirinde ise acı içinde son verebiliyoruz.  O sebepten “dünkü ben, bugün aynı ben değilim”. Böyle bir insanın en basit şeylerden bile müteellim olması, acı duyması, hayata küsmesi, yaşamdan kopması mümkündür. Olasıdır. Bazen gazetelerin üçüncü sayfasından bir haber okuruz “… için intihar etmeye kalkan kişi köprüye çıktı, çatıya çıktı, aşırı dozda ilaç aldı, kendini astı, kendini attı hakeza” baştaki noktalı boşluk yerine yazılan sebep bazen öyle bir şey olur ki biz haberi okurken içimizden de “ulen insan bunun için hayatına kıyar mı be, ne insanlar var” kabilinden cümleler kurarız. İşte birisini intihara sevk eden saik, diğerini hiç etkilemiyor.  İşte insan böyle bir ruh âlemi içinde yaşıyor. Bizi türlü arayışlara sokan bu ruh halleri kimi zaman psikologların kapısına çeker, kimi zaman şeyhlerin eteğine atar, bazen büyücülerin tuzaklarında buluruz kendimizi ya da yaşam koçu gibi bilumum istismarcının kollarına iter. Elbette bu müracaatlarımız bazen müspet (olumlu) bazen de menfi (olumsuz) neticeler verir. Bazen müracaat ettiğimiz kapı haletiruhiyemize iyi gelir, o kapıyı açana dua ederiz, bazen de menfi sonuçlarla hayatımız kararır lanetler okuruz. Böylesi bir hale girift olan insan baştaki cümleyi istimal edebilirse düştüğü haletten çabuk kurtulması kuvvetle ihtimaldir. Elbette cümleyi kuru bir kelam şeklinde değil de manasına nüfuz ederek, onu hissederek okuyabilirse… Haddim değil lakin bugünün psikologlarının “olumlu düşün, her şey güzel olacak” cümlesi zannımca en fazla istimal ettikleri salıktır. Hani hep bildiğimiz ve pek çoğumuzun da sıkça kullandığı bazı cümleler vardır. Bu cümlelerin membaını bilmesek de kullanırız. Onlardan birisi şu cümledir “Allah kimseye taşıyabileceğinden fazla bir yük yüklemez” oysaki hayatının zindan olduğunu söyleyip feryat figan eden insanlar, yaşamına son verenler neden bu yükün altında eziliyorlar? Allah onlara kaldıramadıkları bir yük mü yüklemiş. Kesinlikle hayır. Çünkü kaynağını bilmesek bile kullandığımız o söylem Kuran’da Bakara 286. ayette geçen Allah’ın bizatihi kelamıdır. Allah sözünde duranların şüphesiz ki en üstünüdür. O, mutlak doğru sözlüdür. O zaman neden hayatın çekilmez olduğunu düşünürüz. Her şey üstümüze üstümüze gelir ve üstümüze gelenlerin altında biz eziliriz. Elbette bunun pek çok nedeni, farklı bakış açılarına dayanan pek çok sebebi vardır. Ben bu yazımda o bakış açılarından birisine, güzel bakmaya değineceğim. Evet, güzel bakmak sevaptır. (her ne kadar vatandaşlarımız bu sözü anlamından uzaklaştırıp, kötü emellerine alet etseler de) Güzel bakmak demek yaşamın en zor anında bir umut bir ferahlık, bütün kapıların kilitli olduğu bir anda bütün anahtarların senin eline verilmesi, zifiri karanlıkta elektrik düğmesine dokunulması demektir. Peki, buna rağmen biz neden güzel bakamayız, güzel görüp, güzel düşünemeyiz bu çok mu zor? Oysaki zahirde çok kolay olan bu yaklaşım hakikatte çoğu zaman neden mümkün olmuyor? Şahsi hayatımın en kritik dönüm noktaları en olmaması gereken bir zamanlarda tecelli etti. O dönem isyandan nisyana yuvarlanırken, yani yaratandan yaratana şekvalar düzerken, gözyaşlarım içinde Yunus Emre’nin fısıltılarını duydum. Bana, “dermanı n derdinin içinde ne bağırıyorsun, bu feryat niye” diye terennüm ettiğini işittim. İşte o zaman fark ettim ki “derman imiş, dert bana” işte o zaman anladım ki yaradan koymazmış insana taşıyabileceğinden fazlasını… Sonra “güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” düsturunu aldım o derdime istimal ettim. İçimdeki ufunetli yarayı pişmanlığın coşkun göz yaşları ile dezenfekte ettim. Tam bir huzura kavuştum. Yani ön yüzünü gördüklerimin arka yüzünü de gördüm, gördüklerimin hakikatini anladım. Bu hissettiklerimi tüm insanlıkla paylaşmak istedim. Lakin yapamadım. Yani olmadı, belki de ben anlatmayı beceremedim bilmiyorum. Ya da henüz derman arayan yaralı birine rastlamadım… Lakin insan, nisyan kökünden gelir nisyan unutmak demektir.  Bir süredir o hicranlı geceleri unuttum unuttum unuttum… İnsan bu unutur, taki bir musibet kapısını çalana kadar unutur… Mübarek kurban bayramınızı tebrik ediyorum…
Ekleme Tarihi: 19 Ağustos 2018 - Pazar

Nereden bakmalıyız/4

Not: başlıktan dolayı yazıyı aynı seri olarak düşünmeyiniz.

“Güzel gören güzel düşünür güzel düşünen hayatından lezzet alır. Mektubat, 473”

Belki en hareketli gündem Türkiye’nin gündemidir diye iddia etsem zannımca yanılmış olmam. Evet, ülke gündemimiz hem uluslararası konular üzerine hem de ulusal konular üzerine hayli tartışmalı bir süreçte ilerlemekte…  Gündemimiz yoğun ve tempolu. Böyle bir gündem de yazı yazmak, yazan için hayli kolaydır.  Bir tarafta ekonomik kriz tartışmaları diğer tarafta, ABD’nin Türkiye üzerine çok yönlü darbe girişimleri, öbür tarafta CHP’nin genel başkanlık krizi başka bir tarafta içi kaynayan İYİ Parti’nin siyasal yaşam mücadelesi velhasıl gündemden ahkâm kesmek bugünlerde çok kolay. Ağzı olan konuşuyor, kalemi olan yazıyor. Kimseyi bağlayan yok. Fakat ben, haftada bir vakit ayırabilip yazdığım yazılarıma ülke gündeminin sürekli değişen siyasal hareketliliğinden ziyade insanı merkeze alan, biraz olsun insanda tefekkür kapısı açan, biraz daha fikri perspektifi olan yazıları neşretmeyi daha münasip görüyorum.

Hayatımızda zaman zaman ruhumuzun adeta cendereye alındığı, daralıp bunaldığımız, hayatın yükünü çekemeyecek hale geldiğimiz anlar olmuştur, olmaktadır ya da bir gün olacaktır… İnsan olarak her günü aynı sandığımız farklı bir âleme göz açıyoruz, köz kapıyoruz. Her günkü biz, biz değiliz, vücudumuzun yapı taşları olan atomlarımız değişiyor, hücrelerimiz yenileniyor ve en önemlisi ise manevi âlemimiz, ruhi iklimimiz her gün hatta her an değişebiliyor. Başkasından duyduğumuz küçük bir söz, bir mimik hareketi, bir jest o günümüzü bazen tepe takla ediyor. Sabah neşeli başladığımız bir güne, gün ortasında mutsuz, günün ahirinde ise acı içinde son verebiliyoruz.  O sebepten “dünkü ben, bugün aynı ben değilim”. Böyle bir insanın en basit şeylerden bile müteellim olması, acı duyması, hayata küsmesi, yaşamdan kopması mümkündür. Olasıdır. Bazen gazetelerin üçüncü sayfasından bir haber okuruz “… için intihar etmeye kalkan kişi köprüye çıktı, çatıya çıktı, aşırı dozda ilaç aldı, kendini astı, kendini attı hakeza” baştaki noktalı boşluk yerine yazılan sebep bazen öyle bir şey olur ki biz haberi okurken içimizden de “ulen insan bunun için hayatına kıyar mı be, ne insanlar var” kabilinden cümleler kurarız. İşte birisini intihara sevk eden saik, diğerini hiç etkilemiyor.  İşte insan böyle bir ruh âlemi içinde yaşıyor. Bizi türlü arayışlara sokan bu ruh halleri kimi zaman psikologların kapısına çeker, kimi zaman şeyhlerin eteğine atar, bazen büyücülerin tuzaklarında buluruz kendimizi ya da yaşam koçu gibi bilumum istismarcının kollarına iter. Elbette bu müracaatlarımız bazen müspet (olumlu) bazen de menfi (olumsuz) neticeler verir. Bazen müracaat ettiğimiz kapı haletiruhiyemize iyi gelir, o kapıyı açana dua ederiz, bazen de menfi sonuçlarla hayatımız kararır lanetler okuruz. Böylesi bir hale girift olan insan baştaki cümleyi istimal edebilirse düştüğü haletten çabuk kurtulması kuvvetle ihtimaldir. Elbette cümleyi kuru bir kelam şeklinde değil de manasına nüfuz ederek, onu hissederek okuyabilirse… Haddim değil lakin bugünün psikologlarının “olumlu düşün, her şey güzel olacak” cümlesi zannımca en fazla istimal ettikleri salıktır.

Hani hep bildiğimiz ve pek çoğumuzun da sıkça kullandığı bazı cümleler vardır. Bu cümlelerin membaını bilmesek de kullanırız. Onlardan birisi şu cümledir “Allah kimseye taşıyabileceğinden fazla bir yük yüklemez” oysaki hayatının zindan olduğunu söyleyip feryat figan eden insanlar, yaşamına son verenler neden bu yükün altında eziliyorlar? Allah onlara kaldıramadıkları bir yük mü yüklemiş. Kesinlikle hayır. Çünkü kaynağını bilmesek bile kullandığımız o söylem Kuran’da Bakara 286. ayette geçen Allah’ın bizatihi kelamıdır. Allah sözünde duranların şüphesiz ki en üstünüdür. O, mutlak doğru sözlüdür. O zaman neden hayatın çekilmez olduğunu düşünürüz. Her şey üstümüze üstümüze gelir ve üstümüze gelenlerin altında biz eziliriz. Elbette bunun pek çok nedeni, farklı bakış açılarına dayanan pek çok sebebi vardır.

Ben bu yazımda o bakış açılarından birisine, güzel bakmaya değineceğim. Evet, güzel bakmak sevaptır. (her ne kadar vatandaşlarımız bu sözü anlamından uzaklaştırıp, kötü emellerine alet etseler de) Güzel bakmak demek yaşamın en zor anında bir umut bir ferahlık, bütün kapıların kilitli olduğu bir anda bütün anahtarların senin eline verilmesi, zifiri karanlıkta elektrik düğmesine dokunulması demektir. Peki, buna rağmen biz neden güzel bakamayız, güzel görüp, güzel düşünemeyiz bu çok mu zor? Oysaki zahirde çok kolay olan bu yaklaşım hakikatte çoğu zaman neden mümkün olmuyor?

Şahsi hayatımın en kritik dönüm noktaları en olmaması gereken bir zamanlarda tecelli etti. O dönem isyandan nisyana yuvarlanırken, yani yaratandan yaratana şekvalar düzerken, gözyaşlarım içinde Yunus Emre’nin fısıltılarını duydum. Bana, “dermanı n derdinin içinde ne bağırıyorsun, bu feryat niye” diye terennüm ettiğini işittim. İşte o zaman fark ettim ki “derman imiş, dert bana” işte o zaman anladım ki yaradan koymazmış insana taşıyabileceğinden fazlasını…

Sonra “güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” düsturunu aldım o derdime istimal ettim. İçimdeki ufunetli yarayı pişmanlığın coşkun göz yaşları ile dezenfekte ettim. Tam bir huzura kavuştum. Yani ön yüzünü gördüklerimin arka yüzünü de gördüm, gördüklerimin hakikatini anladım. Bu hissettiklerimi tüm insanlıkla paylaşmak istedim. Lakin yapamadım. Yani olmadı, belki de ben anlatmayı beceremedim bilmiyorum. Ya da henüz derman arayan yaralı birine rastlamadım…

Lakin insan, nisyan kökünden gelir nisyan unutmak demektir.  Bir süredir o hicranlı geceleri unuttum unuttum unuttum… İnsan bu unutur, taki bir musibet kapısını çalana kadar unutur…

Mübarek kurban bayramınızı tebrik ediyorum…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.