Bilal Dursun Yılmaz
Köşe Yazarı
Bilal Dursun Yılmaz
 

Nereden bakarsan bak / 4

İnsan,  İslam, İsyan Fransız İhtilali kebirinden buyana geçen 200 yıldan sonra dünya yeni bir buhrana gebe. İnsanlık tarihi zaman zaman çeşitli sebeplere bağlı olarak büyük kırılmalara sahne olmuştur.  Bugün de o kırılmalardan birinin eşiğindeyiz. Tarih pek çok savaşa sahnelik etmiştir lakin bugünkü savaşlar geçmiştekinden çok daha kalleşçe yapılmaktadır. Eski savaşlarda insanlık katledilse de acısı bu kadar uzun sürmüyordu. Bugün insanlık uzun yıllara yayılmış açlık gibi türlü işkenceler altında katlediliyor. Fakat ne garip ki insanlığın yaşadığı sanal gerçeklik eşi görülmemiş bu alçakça savaşı vicdanının hissettiği oran ve zaman ile yaşıyor. Dün Arakan’da bugün Yemen’de, Doğu Türkistan’da yıllardır Filistin’de, Suriye’de ve daha pek çok yerde savaşın, vahşetin ve sefaletin her türlüsü yaşanmaktadır insanlık ise yüreğinin dayandığı nispette yaşananları görmekte, kahreden bu acı manzaraları gözyaşı akıncaya dek seyredebilmektedir. İletişim mecralarından gördüklerimiz şayet vicdanımızı çok rahatsız ederse ya sayfayı ya da kanalı değiştirerek yaşananları yaşayanlara bırakıp oradan vicdanen ve fikren uzaklaşıyoruz. Gördüklerimizin olumsuz etkisini üzerimizden atıp kendimize gelmemiz, belki birkaç dakika sürebiliyor. Moralimizin düzelmesi için zaping yaparak bir şov programına geçiyoruz. Fakat bu sanal gerçeklik sürdürülebilir değildir. İnsanlığın mahşeri vicdanı büyük bir volkan gibi gayzını bir gün püskürecektir. Son 500 yıldır dünyayı Batı ekseni şekillendirmektedir. Batı medeniyeti, Batı kültürü, Batı siyasal sistemleri Doğulu aydınlar her meseleye hep Batı perspektifinden bakmayı yegâne gaye edinmişlerdir. Lakin bu ısrarlı çabalar tarihi perspektifi göz ardı edince dön dolaş aynı yere çıkmaktadır. Fakat işin garibi “tüketim toplumu”, “sanal gerçeklik, “simülasyon” gibi bilimde fark oluşturan kavramların sahibi ve son asrın önemli fikir adamlarından Fransız entelektüel Jean Baudrillard Batı sistemleri çökmüştür, Doğu toplumlarının hala bir şansı var demektedir. Yani tarihi perspektiften kendimizi okuyarak yeniden keşfetmeliyiz. Belki de aradığımız şey sahip olduğumuz şeydir. Evet, Batı’nın son filozofunun sözlerinden benim anladığım budur. Bugün Fransa’da yaşananlara bakanlar bir yandan ihtilali kebiri anımsarken diğer yandan da yenidünya nizamı hakkında fikirler yürütmektedirler. Evet, Avrupa müesses nizama ulaşıncaya kadar vatandaşları çok acılar çekti, çok bedeller ödedi. Sonuçta toplumsal refleks Avrupa’yı idare edenleri halkın taleplerine cevap vermeye mecbur etti. Her şeye rağmen… Bu her şey için ne çok şey söylenir ama Avrupa’nın bir dönemler sömürge bakanlığı oluşturduğunu bilmek yeterlidir. Doğulu aydınlar da mevcut Batı toplumlarına bakıp bir yandan Antik Yunandan istimdat beklerken diğer yandan müesses Avrupa nizamını gayeyi maksat yaptılar. Fakat gelinen noktada Doğu toplumu ne kendisi oldu. Ne de Avrupalı oldu. Uzakdoğu istisna (Japonya, Çin, Singapur, Güney Kore) çünkü Uzakdoğu kendi oldu. Japonya istisna ve müstesna bir abide gibi parlamaktadır dünya yüzeyinde kültürüyle amil. Elbette tüm Uzakdoğu ülkeleri değil, Müslüman olanlar hariç (Endonezya ve Malezya kısmen istisna). Coğrafi olarak Uzakdoğu kabul edilen Pakistan ve Bangladeş gibi İslam toplumları da kendi olmaktan ziyade melez bir toplum olmuş dolayısıyla bir şey olamamıştır. Evet, Pakistan’ın nükleer silahı olması bir derece önemli lakin asıl mesele müferrah bir halk sorunu. Çünkü onların da tıpkı diğerleri gibi entelektüel camiası Batıya yüzünü dönmüş tarihi gerçeklikle yüzleşmek yerine Batı halklarının kazanımlarını nasıl elde ettiği analiziyle meşgul olmuş, olmaya da devam etmektedir tıpkı bizler ve diğer İslam toplumları gibi.  İhtilali kebir hürriyet, eşitlik gibi evrensel değerlerin kabulü noktasında başta Batı olmak üzere hemen hemen tüm dünyada etkisini göstermiş, dünya tarihine, siyasetine, sosyolojisine derin izler bırakmıştır. Bizim yüzü Batıya dönük aydınlarımız İslam toplumunda da Batı’dakine benzer bir isyan ateşi yakmayı çok kere demiş fakat kısmi bazı neticeler dışında muvaffak olamamıştır. Neticesi itibariyle değil, etkinliği itibarıyla başarılı bir organizasyon kabul edilen Gezi isyanı son deneme sayılabilir lakin onun da bugün Fransa’da yaşananlarla benzerliği bulunmamaktadır. Belki Tahrir Meydanı falan akla gelebilir fakat bunların hiç biri Batıdaki halk hareketlerinin kodları ile örtüşmemektedir. Müslüman Doğu toplumlarının bugünkü yaşam koşulları isyan için Batı’dan daha müsait şartlara sahiptir buna rağmen Doğu toplumu hak elde etmek için isyan etmemiştir. Muhtemelen bundan sonra da etmeyecektir. Bunun nedeni elbette İslam dinidir. Meseleye eleştirel bakanlar koca bir dini karşılarına almamak için sofizm, tasavvuf gibi kavramlarla durumu açıklasa da o ekollerin kaynağı da İslam dinidir. Peki, İslam müntesiplerine sefaleti, hakirliği reva mı görmektedir? Kâfir terakki ederken Müslüman hep tedenni mi etmelidir? Ebetteki hayır. İslam, müntesiplerine inançlarının izzetini ve haşmetini muhafaza ederek daima yüksekte tutmalarını emretmektedir. Bunun için hem teşvik edici hem de emredici Kur’an ayetleri bulunmaktadır. Güncel kahvehane tartışmaları dışında tutulursa “cihad” bunlardan biridir. Diğer taraftan da İslam’ın temel akideleri olan kader ve haşir inancı Müslümanlara dünyanın faniliğini, bir imtihan yeri olduğunu, müminin de her türlü zorluğa ve musibete karşı sabırla karşılık vermesi gerektiğini, asıl meselenin ebedi olan ahireti kazanmak olduğunu öğütlenmektedir. Peki, madem Müslüman hakirliği hak etmiyor o zaman pek çok ayeti kerimede ve hadisi şerifte neden müminler sürekli olarak mealen “başına geleni kaderden bil, kısmetine razı ol” salığı ile hareket etmektedir? Mademki İslam inancı hakkı, adaleti, emniyeti, insaniyeti en üstün değeler olarak görmekte, insanı yaratılanların en şereflisi olarak tanımlamaktadır. O zaman insanın izzetini, şerefini yerle yeksan eden pek çok uygulamalar neden daha çok Müslüman toplumlarda vuku bulmaktadır? Halkı Müslüman ülkelerde izzet ve azamet yerine şükür ve kanaat toplumunun teşekkül etmesi neden ve nasıl açıklanabilir?  Cehaletle… Sap ve samanın karıştırılmasıyla. En hoş görmediğim şeydir “cahil” sözcüğünü yerli yersiz kullanmak lakin burada yeri diye düşünüyorum. Mesele dağıldı başa dönüp toplamak gerekirse biz İslam toplumları ya kendimiz olacağız. Ya da kendimizi inkâr edeceğiz. Biz, biraz Batılı biraz Doğulu ortaya karışık bir şey oldukça biz biz olmayacağız, sonuçta varlığımızın nispeti müferrah ülkelerin ihtiyaçlarını karşılamak kadar olacak. Devamını gelecek yazıda nasip olursa yazacağım. Farkındayım eksik oldu. Çok şeyi az söze sığdıracak kadar mahir olamadım…
Ekleme Tarihi: 14 Aralık 2018 - Cuma

Nereden bakarsan bak / 4

İnsanİslam, İsyan
Fransız İhtilali kebirinden buyana geçen 200 yıldan sonra dünya yeni bir buhrana gebe. İnsanlık tarihi zaman zaman çeşitli sebeplere bağlı olarak büyük kırılmalara sahne olmuştur.  Bugün de o kırılmalardan birinin eşiğindeyiz. Tarih pek çok savaşa sahnelik etmiştir lakin bugünkü savaşlar geçmiştekinden çok daha kalleşçe yapılmaktadır. Eski savaşlarda insanlık katledilse de acısı bu kadar uzun sürmüyordu. Bugün insanlık uzun yıllara yayılmış açlık gibi türlü işkenceler altında katlediliyor. Fakat ne garip ki insanlığın yaşadığı sanal gerçeklik eşi görülmemiş bu alçakça savaşı vicdanının hissettiği oran ve zaman ile yaşıyor. Dün Arakan’da bugün Yemen’de, Doğu Türkistan’da yıllardır Filistin’de, Suriye’de ve daha pek çok yerde savaşın, vahşetin ve sefaletin her türlüsü yaşanmaktadır insanlık ise yüreğinin dayandığı nispette yaşananları görmekte, kahreden bu acı manzaraları gözyaşı akıncaya dek seyredebilmektedir. İletişim mecralarından gördüklerimiz şayet vicdanımızı çok rahatsız ederse ya sayfayı ya da kanalı değiştirerek yaşananları yaşayanlara bırakıp oradan vicdanen ve fikren uzaklaşıyoruz. Gördüklerimizin olumsuz etkisini üzerimizden atıp kendimize gelmemiz, belki birkaç dakika sürebiliyor. Moralimizin düzelmesi için zaping yaparak bir şov programına geçiyoruz. Fakat bu sanal gerçeklik sürdürülebilir değildir. İnsanlığın mahşeri vicdanı büyük bir volkan gibi gayzını bir gün püskürecektir.
Son 500 yıldır dünyayı Batı ekseni şekillendirmektedir. Batı medeniyeti, Batı kültürü, Batı siyasal sistemleri Doğulu aydınlar her meseleye hep Batı perspektifinden bakmayı yegâne gaye edinmişlerdir. Lakin bu ısrarlı çabalar tarihi perspektifi göz ardı edince dön dolaş aynı yere çıkmaktadır. Fakat işin garibi “tüketim toplumu”, “sanal gerçeklik, “simülasyon” gibi bilimde fark oluşturan kavramların sahibi ve son asrın önemli fikir adamlarından Fransız entelektüel Jean Baudrillard Batı sistemleri çökmüştür, Doğu toplumlarının hala bir şansı var demektedir. Yani tarihi perspektiften kendimizi okuyarak yeniden keşfetmeliyiz. Belki de aradığımız şey sahip olduğumuz şeydir. Evet, Batı’nın son filozofunun sözlerinden benim anladığım budur.
Bugün Fransa’da yaşananlara bakanlar bir yandan ihtilali kebiri anımsarken diğer yandan da yenidünya nizamı hakkında fikirler yürütmektedirler. Evet, Avrupa müesses nizama ulaşıncaya kadar vatandaşları çok acılar çekti, çok bedeller ödedi. Sonuçta toplumsal refleks Avrupa’yı idare edenleri halkın taleplerine cevap vermeye mecbur etti. Her şeye rağmen… Bu her şey için ne çok şey söylenir ama Avrupa’nın bir dönemler sömürge bakanlığı oluşturduğunu bilmek yeterlidir. Doğulu aydınlar da mevcut Batı toplumlarına bakıp bir yandan Antik Yunandan istimdat beklerken diğer yandan müesses Avrupa nizamını gayeyi maksat yaptılar. Fakat gelinen noktada Doğu toplumu ne kendisi oldu. Ne de Avrupalı oldu. Uzakdoğu istisna (Japonya, Çin, Singapur, Güney Kore) çünkü Uzakdoğu kendi oldu. Japonya istisna ve müstesna bir abide gibi parlamaktadır dünya yüzeyinde kültürüyle amil. Elbette tüm Uzakdoğu ülkeleri değil, Müslüman olanlar hariç (Endonezya ve Malezya kısmen istisna). Coğrafi olarak Uzakdoğu kabul edilen Pakistan ve Bangladeş gibi İslam toplumları da kendi olmaktan ziyade melez bir toplum olmuş dolayısıyla bir şey olamamıştır. Evet, Pakistan’ın nükleer silahı olması bir derece önemli lakin asıl mesele müferrah bir halk sorunu. Çünkü onların da tıpkı diğerleri gibi entelektüel camiası Batıya yüzünü dönmüş tarihi gerçeklikle yüzleşmek yerine Batı halklarının kazanımlarını nasıl elde ettiği analiziyle meşgul olmuş, olmaya da devam etmektedir tıpkı bizler ve diğer İslam toplumları gibi. 
İhtilali kebir hürriyet, eşitlik gibi evrensel değerlerin kabulü noktasında başta Batı olmak üzere hemen hemen tüm dünyada etkisini göstermiş, dünya tarihine, siyasetine, sosyolojisine derin izler bırakmıştır. Bizim yüzü Batıya dönük aydınlarımız İslam toplumunda da Batı’dakine benzer bir isyan ateşi yakmayı çok kere demiş fakat kısmi bazı neticeler dışında muvaffak olamamıştır. Neticesi itibariyle değil, etkinliği itibarıyla başarılı bir organizasyon kabul edilen Gezi isyanı son deneme sayılabilir lakin onun da bugün Fransa’da yaşananlarla benzerliği bulunmamaktadır. Belki Tahrir Meydanı falan akla gelebilir fakat bunların hiç biri Batıdaki halk hareketlerinin kodları ile örtüşmemektedir. Müslüman Doğu toplumlarının bugünkü yaşam koşulları isyan için Batı’dan daha müsait şartlara sahiptir buna rağmen Doğu toplumu hak elde etmek için isyan etmemiştir. Muhtemelen bundan sonra da etmeyecektir. Bunun nedeni elbette İslam dinidir. Meseleye eleştirel bakanlar koca bir dini karşılarına almamak için sofizm, tasavvuf gibi kavramlarla durumu açıklasa da o ekollerin kaynağı da İslam dinidir. Peki, İslam müntesiplerine sefaleti, hakirliği reva mı görmektedir? Kâfir terakki ederken Müslüman hep tedenni mi etmelidir? Ebetteki hayır. İslam, müntesiplerine inançlarının izzetini ve haşmetini muhafaza ederek daima yüksekte tutmalarını emretmektedir. Bunun için hem teşvik edici hem de emredici Kur’an ayetleri bulunmaktadır. Güncel kahvehane tartışmaları dışında tutulursa “cihad” bunlardan biridir. Diğer taraftan da İslam’ın temel akideleri olan kader ve haşir inancı Müslümanlara dünyanın faniliğini, bir imtihan yeri olduğunu, müminin de her türlü zorluğa ve musibete karşı sabırla karşılık vermesi gerektiğini, asıl meselenin ebedi olan ahireti kazanmak olduğunu öğütlenmektedir. Peki, madem Müslüman hakirliği hak etmiyor o zaman pek çok ayeti kerimede ve hadisi şerifte neden müminler sürekli olarak mealen “başına geleni kaderden bil, kısmetine razı ol” salığı ile hareket etmektedir? Mademki İslam inancı hakkı, adaleti, emniyeti, insaniyeti en üstün değeler olarak görmekte, insanı yaratılanların en şereflisi olarak tanımlamaktadır. O zaman insanın izzetini, şerefini yerle yeksan eden pek çok uygulamalar neden daha çok Müslüman toplumlarda vuku bulmaktadır? Halkı Müslüman ülkelerde izzet ve azamet yerine şükür ve kanaat toplumunun teşekkül etmesi neden ve nasıl açıklanabilir? 
Cehaletle… Sap ve samanın karıştırılmasıyla. En hoş görmediğim şeydir “cahil” sözcüğünü yerli yersiz kullanmak lakin burada yeri diye düşünüyorum.
Mesele dağıldı başa dönüp toplamak gerekirse biz İslam toplumları ya kendimiz olacağız. Ya da kendimizi inkâr edeceğiz. Biz, biraz Batılı biraz Doğulu ortaya karışık bir şey oldukça biz biz olmayacağız, sonuçta varlığımızın nispeti müferrah ülkelerin ihtiyaçlarını karşılamak kadar olacak.
Devamını gelecek yazıda nasip olursa yazacağım. Farkındayım eksik oldu. Çok şeyi az söze sığdıracak kadar mahir olamadım…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.