Bilal Dursun Yılmaz
Köşe Yazarı
Bilal Dursun Yılmaz
 

Eşcinsel Hareketten Yeni Kurulacak Partilere…

Milletimizin garip bir özelliği vardır. Öncelikle millet kavramından kastettiğim; ülke topraklarında yaşayan ve İslam kültürüyle mezcolmuş bütün nüfustur. Elbette millet kavramın siyasal, hukuksal ve sosyolojik anlamda başka manaları da vardır. Milletimizin bazı garip özelliklerinden birisi şudur: kendisi gayri İslami yaşasa da kendini yönetenleri tam muttaki ister. Yani: ayyaş bir kaymakam, hovarda bir valiyi başında idareci görmek istemez. Şimdi diyeceksiniz ki “İslam bunun neresinde, dediğin genel ahlak kuralıdır ve bu dediğin türde bir yöneticiyi dinsizler de istemez.” Evet, böyle bakınca öyle anlaşılıyor. Fakat bu işin bir de uygulanması var. Bir vali uluorta her yerde yemez-içmez eğlenmez zaten. Fakat yönettiği ilde sağladığı asayiş, sitayiş, nümayiş ve sair uygulamaları ile ne yaptığına bakılır. Ülkemizde son seçimle birlikte beklenen, dillenen yeni siyasi oluşumlar her kesimden yazarın/çizerin gündeminde, halkın ekseri de bunları konuşuyor. Haliyle entelektüel kesimler yazılarıyla, sözleriyle kurulacak partilere ve ana gövdeye yönelik söylemler geliştiriyor, kendilerince yol gösteriyorlar. Kimileri ana gövdeyi yeteri kadar liberal politikalar geliştirememekle suçluyor ve yeni kurulacak partileri liberal söyleme dayanan politikaları nedeniyle övüyor, kimileri de ana gövdeyi yeteri kadar muhafazakâr olmamakla suçlarken yeni kurulacakların muhafazakâr ilkelere bağlılığı noktasında muvaffak olabileceğini dile getiriyorlar. Bir kesimde var ki ne ana gövdenin her hangi bir politikasını ne de kurulacak partilerin her hangi bir söylemini benimsemiyor. Onlar için ne iktidar partisinin ne de ondan kopanların kuracakları oluşumların bir önemi yok, onların beklentisi maksimum kavgadan kendilerine düşecek pay, sağlayacakları yarar… Ne türden kırılma yaşarsa yaşasınlar. Olaya bakışları bu modda. Biz duygusal bir milletiz bebeklerimiz bile küsmenin ne demek olduğunu bilir. Belki de bu duygusallığın etkisiyle olsa gerek bu ülkede kurulan bütün partiler birbirinden koparak ya da o partileri kuranlar içinde bulundukları siyasal harekete bir şekilde küserek bazen fikir, bazen menfaat ayrımına düşüp etkisi nispetinde parti kurmuşlardır. Kimleri tabela partisi olurken kimilerinin tabelası bile olmamıştır. Hatta Demokrat Partiyi kuran merhum Menderes’in de CHP milletvekilliğinden istifa ederek Demokrat Partiyi kurduğunu söylemek bu konuyu açıklamak için kâfidir. Hali hazırda ki TBMM’de de durum budur.  Şimdi Ak Partili biri kalkıp Davutoğlu ya da Babacan için “hain” dediğinde Saadetli de gözleri yıldız yıldız “hainin babası sizsiniz” diyor, yani bu bir kısır döngü. Dolayısıyla bu yaklaşımlar makul ve mantıklı şeyler değil. Aslolan ana gövdenin ve hizipçilerin ne söyledikleri, ne vaat ettikleridir, geliştirdikleri politikalardır. Ve söylediklerine toplumu inandırmalarıdır. Yani sonuçta haklın vize verdiği iktidar olduğuna göre halka rağmen siyasetler demokrasimizin yeşili, çiçeği, kelebeği olarak kalacakları şüpheden varestedir.  Yazıya başladığım noktadan devam edersem o zaman iktidar olmak istiyorsan tezin ne olursa olsun siyasetin halka rağmen değil, halkla birlikte olmalıdır. Kâinat, Mevlevivari dönme üzerine kurulduğuna göre değişim ve farklılaşmak kaçınılmaz olsa da bunu yaparken sosyolojiye göre hareket etmek esastır. Siyasal tarihimiz konuyu açıklayan sonsuz örneklerle doludur. Halka rağmen siyaset olamayacağının son örneği İmamoğlu’dur diyelim ki Ak Parti İmamoğlu’nu aday yapsaydı Ak Partiye oy veren kim İmamoğlu’na itiraz ederdi. Burada eleştirilen Yıldırım değildir. Ya da Yıldırım, İmamoğlu ile karşılaştırılmamaktadır. Burada CHP’nin değişen halka rağmen siyasetinin halkla birlikte olma durumudur. Ak Parti’nin ya da Yıldırım’ın kaybetme nedenleri ise başka başka… Evet, Güneş sistemi içindeki Dünyamız dâhil tüm gezegenler dönüyor… Dönüyor, aşınıyor ve kısmen değişiyor, dönmek kanun-u fıtrat, iktiza-i tabiattır. Son günlerin tartışılan bir konusu üzerinden meseleyi müşahhas hale getirerek ne demek istediğimi ifade edeyim. Geçtiğimiz günlerde daha çok Batı olmak üzere dünyada örgütlü bir yapı haline gelen bir eşcinsel hareketin Türkiye’deki nümayişi ve iktidarın “İstanbul Sözleşmesi”  ve bilhassa iktidara yakın STK olan KADEM aracılığıyla bunu meşrulaştırdığı iddiaları gündem oldu. Her kesim fıtratınca, meşrebince bir şeyler söyledi. Ben de şu kadarını söylüyor ilk söylediğimle bağlıyorum. Bir insan fizyolojik, biyolojik, sosyolojik farklı cinsel güdü ya da tercihlere sahip olabilir. Bu mevzu insanlık tarihi kadar eskidir. Lakin ben toplumuzda hiçbir annenin ya da hiçbir babanın bile isteye oğlunun ya da kızının hem cinsiyle cinsel bir münasebeti arzulayacağına ihtimal vermiyorum. Bunun dinle ya da milletle ilgili bir durum olmadığını, fıtratla alakalı bir durum olduğunu düşünüyorum. En küçük bir hem şehri derneği bile varlığını ait olduğu topluma hissettirecek eylemlerde bulunur. Bu açıdan eşcinsel hareketin kendi varlığını kabul ettirme çabası onlar açısından normal karşılansa da iktidar kanadının yaklaşımları halka rağmen olmamalı, zımni de olsa… Bu demek değil hayat hakkı vermemek, tam meşruluk vererek toplumsal onayın alınmaya çalışılması problem olan… CHP’nin İstanbul Belediye Başkanı hariç, partinin neredeyse tüm belediye başkanları bu hareketi kutladı “onur duydu” bu da ince bir ayrıntı. Adam gay olabilir ama oğlu olsun istemez, kendi sarhoş olsa da başındakini ayık görmek istemesi gibi... Bakalım yeni siyasal hareketlerin metodu ne olacak, ana gövde neye karar kılacak… Yerinde dönerek mi everilecekler, özünden dönerek mi başkalaşacaklar… Umarım fıtratı esasi olan evrendeki dönmek tabirini bu anlamda yorumlamamışsınızdır. Kâinattaki dönmek kendi ve diğeri ekseninde oluyor. Yoksa Ay, Güneşe dönüşmüyor…  *** Geçen yazımda Ak Partinin ilk defa oy kullanan ve kullanacak olan genç seçmenden oransal olarak destek alamadığını yazmış, neden oy alamadığı üzerine yazmaya devam edeceğimi söylemiştim. Lakin bu konuda doğrusu tam cesur olamıyorum çünkü yazdıklarım daha çok veriye değil, yoruma dayanıyor…  Lakin yarım bırakmak da olmaz deyip yerimin de darlığına sığınarak bu gün de başka bir nedenden söz edip devamı gelecek yazıya diyeceğim. Geçen yazımda cep telefonu demiştim “kel alaka” gibi dursa da birinci neden bunu saymıştım ikinci neden ise belki de en birincisi hali hazırdaki eğitim sistemizdir. Her ne kadar kitabelerde, yazıtlarda “vicdanı hür, fikri hür” bir nesilden bahsedilse de soğuk savaş dönemindeki SSCB’nin eğitim sisteminden daha katı bir ideolojiye dayanan bir sisteme sahibiz. Bu tornadan çıkanların ne vicdanı, ne de fikri hür olacaktır. Ak Parti en fazla bakanı bu uğurda eskitti lakin esasa dokunamadı, hep makyajla uğraştı…
Ekleme Tarihi: 12 Temmuz 2019 - Cuma

Eşcinsel Hareketten Yeni Kurulacak Partilere…


Milletimizin garip bir özelliği vardır. Öncelikle millet kavramından kastettiğim; ülke topraklarında yaşayan ve İslam kültürüyle mezcolmuş bütün nüfustur. Elbette millet kavramın siyasal, hukuksal ve sosyolojik anlamda başka manaları da vardır.
Milletimizin bazı garip özelliklerinden birisi şudur: kendisi gayri İslami yaşasa da kendini yönetenleri tam muttaki ister. Yani: ayyaş bir kaymakam, hovarda bir valiyi başında idareci görmek istemez. Şimdi diyeceksiniz ki “İslam bunun neresinde, dediğin genel ahlak kuralıdır ve bu dediğin türde bir yöneticiyi dinsizler de istemez.” Evet, böyle bakınca öyle anlaşılıyor. Fakat bu işin bir de uygulanması var. Bir vali uluorta her yerde yemez-içmez eğlenmez zaten. Fakat yönettiği ilde sağladığı asayiş, sitayiş, nümayiş ve sair uygulamaları ile ne yaptığına bakılır.
Ülkemizde son seçimle birlikte beklenen, dillenen yeni siyasi oluşumlar her kesimden yazarın/çizerin gündeminde, halkın ekseri de bunları konuşuyor. Haliyle entelektüel kesimler yazılarıyla, sözleriyle kurulacak partilere ve ana gövdeye yönelik söylemler geliştiriyor, kendilerince yol gösteriyorlar. Kimileri ana gövdeyi yeteri kadar liberal politikalar geliştirememekle suçluyor ve yeni kurulacak partileri liberal söyleme dayanan politikaları nedeniyle övüyor, kimileri de ana gövdeyi yeteri kadar muhafazakâr olmamakla suçlarken yeni kurulacakların muhafazakâr ilkelere bağlılığı noktasında muvaffak olabileceğini dile getiriyorlar. Bir kesimde var ki ne ana gövdenin her hangi bir politikasını ne de kurulacak partilerin her hangi bir söylemini benimsemiyor. Onlar için ne iktidar partisinin ne de ondan kopanların kuracakları oluşumların bir önemi yok, onların beklentisi maksimum kavgadan kendilerine düşecek pay, sağlayacakları yarar… Ne türden kırılma yaşarsa yaşasınlar. Olaya bakışları bu modda.
Biz duygusal bir milletiz bebeklerimiz bile küsmenin ne demek olduğunu bilir. Belki de bu duygusallığın etkisiyle olsa gerek bu ülkede kurulan bütün partiler birbirinden koparak ya da o partileri kuranlar içinde bulundukları siyasal harekete bir şekilde küserek bazen fikir, bazen menfaat ayrımına düşüp etkisi nispetinde parti kurmuşlardır. Kimleri tabela partisi olurken kimilerinin tabelası bile olmamıştır. Hatta Demokrat Partiyi kuran merhum Menderes’in de CHP milletvekilliğinden istifa ederek Demokrat Partiyi kurduğunu söylemek bu konuyu açıklamak için kâfidir. Hali hazırda ki TBMM’de de durum budur.  Şimdi Ak Partili biri kalkıp Davutoğlu ya da Babacan için “hain” dediğinde Saadetli de gözleri yıldız yıldız “hainin babası sizsiniz” diyor, yani bu bir kısır döngü. Dolayısıyla bu yaklaşımlar makul ve mantıklı şeyler değil. Aslolan ana gövdenin ve hizipçilerin ne söyledikleri, ne vaat ettikleridir, geliştirdikleri politikalardır. Ve söylediklerine toplumu inandırmalarıdır. Yani sonuçta haklın vize verdiği iktidar olduğuna göre halka rağmen siyasetler demokrasimizin yeşili, çiçeği, kelebeği olarak kalacakları şüpheden varestedir. 
Yazıya başladığım noktadan devam edersem o zaman iktidar olmak istiyorsan tezin ne olursa olsun siyasetin halka rağmen değil, halkla birlikte olmalıdır. Kâinat, Mevlevivari dönme üzerine kurulduğuna göre değişim ve farklılaşmak kaçınılmaz olsa da bunu yaparken sosyolojiye göre hareket etmek esastır. Siyasal tarihimiz konuyu açıklayan sonsuz örneklerle doludur. Halka rağmen siyaset olamayacağının son örneği İmamoğlu’dur diyelim ki Ak Parti İmamoğlu’nu aday yapsaydı Ak Partiye oy veren kim İmamoğlu’na itiraz ederdi. Burada eleştirilen Yıldırım değildir. Ya da Yıldırım, İmamoğlu ile karşılaştırılmamaktadır. Burada CHP’nin değişen halka rağmen siyasetinin halkla birlikte olma durumudur. Ak Parti’nin ya da Yıldırım’ın kaybetme nedenleri ise başka başka… Evet, Güneş sistemi içindeki Dünyamız dâhil tüm gezegenler dönüyor… Dönüyor, aşınıyor ve kısmen değişiyor, dönmek kanun-u fıtrat, iktiza-i tabiattır.
Son günlerin tartışılan bir konusu üzerinden meseleyi müşahhas hale getirerek ne demek istediğimi ifade edeyim. Geçtiğimiz günlerde daha çok Batı olmak üzere dünyada örgütlü bir yapı haline gelen bir eşcinsel hareketin Türkiye’deki nümayişi ve iktidarın “İstanbul Sözleşmesi”  ve bilhassa iktidara yakın STK olan KADEM aracılığıyla bunu meşrulaştırdığı iddiaları gündem oldu. Her kesim fıtratınca, meşrebince bir şeyler söyledi. Ben de şu kadarını söylüyor ilk söylediğimle bağlıyorum. Bir insan fizyolojik, biyolojik, sosyolojik farklı cinsel güdü ya da tercihlere sahip olabilir. Bu mevzu insanlık tarihi kadar eskidir. Lakin ben toplumuzda hiçbir annenin ya da hiçbir babanın bile isteye oğlunun ya da kızının hem cinsiyle cinsel bir münasebeti arzulayacağına ihtimal vermiyorum. Bunun dinle ya da milletle ilgili bir durum olmadığını, fıtratla alakalı bir durum olduğunu düşünüyorum. En küçük bir hem şehri derneği bile varlığını ait olduğu topluma hissettirecek eylemlerde bulunur. Bu açıdan eşcinsel hareketin kendi varlığını kabul ettirme çabası onlar açısından normal karşılansa da iktidar kanadının yaklaşımları halka rağmen olmamalı, zımni de olsa… Bu demek değil hayat hakkı vermemek, tam meşruluk vererek toplumsal onayın alınmaya çalışılması problem olan… CHP’nin İstanbul Belediye Başkanı hariç, partinin neredeyse tüm belediye başkanları bu hareketi kutladı “onur duydu” bu da ince bir ayrıntı. Adam gay olabilir ama oğlu olsun istemez, kendi sarhoş olsa da başındakini ayık görmek istemesi gibi... Bakalım yeni siyasal hareketlerin metodu ne olacak, ana gövde neye karar kılacak… Yerinde dönerek mi everilecekler, özünden dönerek mi başkalaşacaklar…
Umarım fıtratı esasi olan evrendeki dönmek tabirini bu anlamda yorumlamamışsınızdır. Kâinattaki dönmek kendi ve diğeri ekseninde oluyor. Yoksa Ay, Güneşe dönüşmüyor… 
***
Geçen yazımda Ak Partinin ilk defa oy kullanan ve kullanacak olan genç seçmenden oransal olarak destek alamadığını yazmış, neden oy alamadığı üzerine yazmaya devam edeceğimi söylemiştim. Lakin bu konuda doğrusu tam cesur olamıyorum çünkü yazdıklarım daha çok veriye değil, yoruma dayanıyor…  Lakin yarım bırakmak da olmaz deyip yerimin de darlığına sığınarak bu gün de başka bir nedenden söz edip devamı gelecek yazıya diyeceğim.
Geçen yazımda cep telefonu demiştim “kel alaka” gibi dursa da birinci neden bunu saymıştım ikinci neden ise belki de en birincisi hali hazırdaki eğitim sistemizdir. Her ne kadar kitabelerde, yazıtlarda “vicdanı hür, fikri hür” bir nesilden bahsedilse de soğuk savaş dönemindeki SSCB’nin eğitim sisteminden daha katı bir ideolojiye dayanan bir sisteme sahibiz. Bu tornadan çıkanların ne vicdanı, ne de fikri hür olacaktır. Ak Parti en fazla bakanı bu uğurda eskitti lakin esasa dokunamadı, hep makyajla uğraştı…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.