Bilal Dursun Yılmaz
Köşe Yazarı
Bilal Dursun Yılmaz
 

Çantadakiler-V

İSLAM GÜNCELLEŞTİRİLEBİLİR (mi?) ÇANTACI NECMİ: KÖTÜLÜKLE MÜCADELE ETMENİN EN İYİ YOLU, KÖTÜLÜĞE GİDEN YOLLARI KAPATMAKTIR. MODACISININ EMİRLERİNE İTAAT EDENİN PEYGANBERİNİN SÜNNETİNE İTTİBA ETMEMESİ VİCDANSIZLIKTIR. Nu Cemaatinin “ağbeylerinden” Çantacı Necmi (Necmettin İlgen) ile başlattığımız röportaj serisinin sonuna yaklaşırken bu hafta da güncelliğini koruyan konulara değindik. Bu haftaki röportajımızda toplumda yaşanan şiddet, cinnet olayları ve akabinde yaşanan acı ve dramlara medyanın etkisini tartıştık. Kitle iletişim araçlarında yapılan yayınlarda bir yandan bu gibi olaylar tel’in edilip, toplumda bir bilinç oluşturulmaya çalışılırken bir yandan da yine aynı medya araçlarında yapılan ve reyting rekorları kıran dizelerle de bu gibi şiddet ve cinnet olaylarına adeta altyapı oluşturulup, bir bilinçaltının oluşmasına zemin mi hazırlanmaktadır. Yani orta da büyük bir tezat mı vardır. Dolayısıyla akşam haber bültenlerinde, sabah gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde konu olanlar aslında medyanın dolaylı olarak teşvik ettiği, besleyip büyüttüğü şeyler midir? Medyanın bu tavrına ancak “timsahın gözyaşları” mı denilmelidir. Çantacı Necmi ile bu konuyu, medya yayınlarının sosyal yapının oluşmasındaki hükmünü de konuştuk, ayrıca son yıllarda özellikle Avrupa’da yükselen ve dünyaya yeniden yayılan ırkçı ideolojilere İslam’ın nasıl baktığını, Risâle-i Nur’da bunlara ve benzeri sorulara da bir cevap var mı bunları da müzakere ettik. Elbette her dönemin moda tartışması olan İslam’da reform ya da güncelleme konusunu da atlamadık… Kötülükle mücadele etmenin en iyi yolu, kötülüğe giden yolları kapatmaktır. Sizce şu anda gazeteler, televizyon programları, diziler, filmler, internet siteleri kötülüğü engelleme ve iyiliği teşvik etme hususunda vazîfelerini ne kadar yapıyorlar? Bu hususta yetkililere tavsiyeleriniz nelerdir? Bizim tavsiyelerimiz belli. Allah'ı hatırlatan, ebedi hayatı hatırlatan, ölümü hatırlatan şeylerin medyada daha fazla yer alması bu işleri yapanların asli vazifesi olmalıdır. Biz her şeyden önce bir yaratığız, yani kendi başımıza bir varlık değiliz, birisi tarafından yaratılmışız. Mesele ben düşünüyorum Cenab-ı Allah beni insan yaratmış, beni bir fare de yapabilirdi, bir kartal da yapabilirdi, bir yılan da yapabilirdi ama insan yaratmış demek ki ben bir yaratığım. Çıkıp kendi başıma her şeyi düzenleme yetkisine sahip değilim. Ben kendimi Rabbimin emirleri ve yasaklar ile düzenleyebilirim, yani ibadetlerle. Nedir ibadet? İbadet: Allah’ın yap dediğini yapmak, yapma dediğini yapmamaktır, namaz kılmak ibadet olduğu gibi kumar oynamamak da ibadettir. Oruç tutmak ibadet olduğu gibi zina yapmamak da ibadettir. Onun için ibadet iki çeşittir biri müspet (olumlu) biri menfi (olumsuz), hani iki tane tel gelir ya birinde cereyan vardır birinde yoktur bu ikisi ancak beraber olursa lamba yanar. Adam hem ibadet ediyor hem de günah işliyor bu iyi bir Müslüman değil, Müslüman günahlardan kaçacak, ibadete koşacak bu böyledir, bugünkü kitle iletişim araçları vazifesini tam manasıyla yapmıyor, hatta hiç yapmıyor diyeceğim de bazıları var kenarından köşesinden bazı filmler, bazı böyle müspet diziler gösteriyorlar. Milletimizde zaten onlara koşuyor. Fakat diyebilirim ki medyanın yüzde doksanı hep saptırıcı, şaşırtıcı, şehvani, nefsani, hissi şeyleri toplumun nazarına veriyor. O işleri yapan kardeşlerimize tavsiyemiz: bu dünya çabuk geçiyor; bir anda binlerce insanı doğru yola iletmekle, binlerce insanı saptırmanın arasındaki azap ahrette ona göredir yani... Yaa kardeşler Allah korusun. Bir insanı hidayete getirmek, ona vesile olmak, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır, birisi bir kişiyi hidayete getirdi, buna sebep oldu sahralar dolusu kırmızı koyunları tasadduk (sadaka) etmekten daha faydalıdır Peygamberimiz (sav) böyle diyor. Peki, bir insanı imansız yapmak, buna sebep olmak, onun ebedi hayatını mahvetmek, Allah’a düşman etmek ne kadar büyük bir suç, ne kadar büyük bir cürüm olduğunu düşünseler bu basın yayın camiasına hükmedenler akıllarını başlarına toplayabilirler. Eşik bekçileri ve bu işin içinde olanlar “ben bunu yapmakla binlerce kişiyi sapıttırıyorum, binlerce kişiyi şaşırttırıyorum, binlerce kişiyi yanlış yollara sevk ediyorum” deyip es sebebi ker fail sırrınca sebep olduğu kişilerin de günahlarını alıyor veyahut da sevaplı bir iş yapıyorsa sebep olduğu kişiler adedince sevaplar, hayırlar işlemiş oluyorlar. Bizim medyaya, onun yaptıklarına bakışımız bu gözledir.  Sizin bir dönem çıktığınız televizyon programlarından da bahseder misiniz?  Beni Show Tv'den davet ettiler. Bize uzak bir yayın politikası var nasıl davet ettiler ben de bilmiyorum. Bir gün Muğla'nın bir ilçesinde bir dersteyken telefonum çaldı arayan kişi kendini tanıttı “ben Shov Tv Genel Yayın Koordinatörü Timuçin. Biz sizi tanıyoruz, sizin hayranınız sizi de Shov Tv'de görmek istiyoruz, gelir misin?” dedi. Ben de “gelirim kardeşim” dedim bizim hizmette sınır ve sinir yok. Biz davamızı her yerde anlatırız. Ben meyhane hariç her yere giriyorum. Ya meyhaneye niye girmiyorsun diyorlar bana? Ya şimdi meyhanede konuşuyorum orada sarhoş içiyor. O adam da coşuyor helal hocaaam!, ne güzel anlatıyor diyor. Doldur hocama da bir tane. Bu sefer adam coşuyor bize de Rakı doldurtuyor. Ya içmiyorum!. “Olmaz hocam bak ne güzel biz seni dinledik, hocam bak yamuk yapma” diyor onun için meyhaneye gitmiyorum. Diğer her yere davamı anlatmak için giderim. Shov TV’den çağırdılar gittik, Çağla Şikel’le Alişan dediler ki “böyle böyle Her Şey Dâhil bizim bir programımız var, her şey dâhil seni de dâhil ettik, sen de burada konuş” olur dedim. Daha önceden bildirdiler aldım kitaplarımı dört kitap aldım Sözler, Lemalar, Mektubat ve Mesnev-i Nuriye dört kitap haktır. Orada kitaplarımı açtım okudum anlattıklarına göre o gün telefon kitlendi, kitlendi. Ama kadın çok açık Çağla. Dedim “Çağla çok açıksın ya, benim cemaatim var, onlar da bizi izliyorlar seni böyle açık olarak görünce bana diyorlar ağabey, biz seni izlerken Çağla’nın çıplak bacaklarını da seyrediyoruz, günaha giriyoruz falan... Çağla sana şalvar yaptıracağım” dedim o da “yaptır hocam” dedi. Yaptırdım. Yaptırdım derken bizi televizyondan seyreden ve konuştuklarımızı duyan Ankara’dan bir kardeşimiz hemen iki tane şalvar yaptırmış stüdyo ya gönderdi. Çağla bunu giydi. Bir gün giydi ertesi gün çıkardı. Perşembe ve Cuma günleri yapıyordum iki gün üst üste. Şalvarı çıkardı tabi o gün gittiğimde niye çıkardın şalvarı dedim, “sizinle pazarlık mı ettik” dedi. Dedim benim programımda giyeceksin. (Kahkaha atarak) Hâlbuki program onun, biz dışarıdan alınıyoruz. Neyse o gün onla biraz kapıştık, çatıştık sonra baktım ertesi hafta bana bir mesaj geldi “yeter artık seninle yeni bir program yapamayacağız” oradaki Timuçin Bey dedi ki “yukarıdan emir geldi, patronlardan, siz magazin programı yapıyorsunuz hocanın ne işi var burada!?” Formata uygun değil, dört-beş program yaptık kestik. Öyle oldu. Nasıl beni çağırdılar bilmiyorum yani. Dindar televizyonlar çağırmadı da o zaman şey de vardı bu neydi o… FETÖ'nün STV’si onlar korkuyordu zaten. Anlaşıldı mı? Ama o programın videoları şimdi sosyal medyada her yerde hizmet ediyor, kayıtlara girdi. Onun için bir günah bir kalmıyor, milyonlar, milyarlar oluyor. Bir sevap da bir kalmıyor. Geçenlerde İstanbul’daydım. Geçenlerde diyorum bundan on sene önce sokakta yürüyerek gidiyorum baktım bir araba önümde durdu, adam arabasından indi ceketini ilikledi koşarak geldi, “hoş geldin Necmi Ağabey” dedi. Adamı tanımıyorum o da beni tanımıyor, televizyondan görmüş oradan tanımış. Yine İstanbul'daki köprüden otobüsle geçiyorum oradan biri “Abilerin abisi” diye bağırarak el sallıyor. Bugün Shov TV deyip geçme, video deyip geçme bunların hepsi yayılıyor, çoğalıyor... Allah kabul etsin inşallah... Biz müspete çalışacağız Allah onu çoğaltır nasıl bir çekirdeği binlerce yapıyor onu da yapar. Televizyondan konu açılmışken Ali Kırca ile bir tanışmışlığımız vardı galiba, ondan da bahseder misiniz? Ali Kırca ile bir tanışmamız oldu, Kırca bir taziye münasebetiyle Aydın Söke’ye gelmişti. Söke'de bizim bir doktor kardeşimiz vardı, onun hanımı vefat etmişti. O kız kardeşimiz de öğretmendi. Söke'de caminin bahçesinde arkadaşlarla sohbet ederken Ali Kırca'yı bana gösterdiler. Baktım bizimle birlikte ikindi namazını kıldı. Sonra cenaze namazı kıldık, cenazeyi kabre götürdük defnettik. Ben kabristanda da ders yaptım, Kırca orada da dinledi, ona özel yanaşamadım böyle bir ortam olmadı. Sonra baktık Ali Kırca akşam medreseye geldi (toplanıp Risale-i Nurların okuduğu mekânlara verilen isim). Ali Kırca içeri girdiğinde bir kardeşimiz ders okuyordu "Esbab dağdağasından ve vesâitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîmlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar" ahreti anlatıyor. Müdahale edip kardeş bir dakika dedim anlatayım da Ali Bey’de yanlış anlamasın. Dedim burada dağdağa dediği sıkıntılar... Mesela Allah bize üzüm yedirecek ama toprağı bellemen lazım, çapalaman lazım, gübrelemen lazım, budaman lazım bunlar dağdağa olarak geçiyor, ama üzüm rahmet olarak geliyor. Öbür tarafta yani ahrette açıktan gelecek yani bellemeden, çapalamadan, gübrelemeden Allah veriyor. Bunu anlattım, Ali Beyin çok hoşuna gitti. Bana “Ahmet Altan’la görüşen siz miydiniz, yoksa?” diye sordu. Ahmet Altan’la da bir görüşmem oldu benim. O da bu görüşmemizi gazetesindeki köşesinde “Odundan meyve” diye bir başlıkla yazdı...  İslâm'da reform, İslâm'ın güncellenmesi, çağa uydurulması gibi konulara Risâle-i Nur'un bakışı nedir? Şimdi tabii reform deyince bu Protestanlıktaki gibi anlaşılıyor. Reform demeyelim de temellerine dokunulmadan bazı şeyler güncelleştirilebilir. Yani sünnete, şeriata aykırı olmayacak tarzda güncelleştirilebilir. Mesela ne olabilir onlar şu anda aklıma gelmiyor. Mesela: Ben şimdi bunu böyle takıyorum (boynundaki sarığı göstererek) geçen gün havaalanındayım, İstanbul’a gideceğim ama namaz vakti sıkıntıya düşüyor, yetişememe ihtimalim ortaya çıkınca sıkıntıya girdim. Allah imdat etti baktım gideceğim uçak rötar yapmış, uçuş yarım saat ertelendi, abdestim de vardı oradan geçen görevli bir bayana “kızım acaba kıble ne tarafta” mahsus onlara sorarım. Dedi “amca öğrenip geleyim” Allah razı olsun öğrenip geldi. “şuna bak ya burada kıbleyi bana soruyor” demedi. “amca sen oturduğun şekilden biraz daha sola dönünce kıble o yönde” hemen aldım bavulumu önüme koydum şimdi namaza duracağım sarık sarayım mı sarmayayım mı? Ne derler, nasıl bakarlar diye düşünürken nefis hemen “boş ver ya şimdi ne derler, yobaza bak falan derler sarmayayım şimdi” demiştim ki yanımdan 60’lı yaşlarında yaşlıca bir kadın geçti, gayri ihtiyari baktım ki yırtık/pırtık bir kot pantolon giymiş, etleri gözüyor. Dedim: ulan kadın 60 yaşında yırtık pantolon giymiş, modacısına tabi olmuş, hatta öyle teslim olmuş ki “sen mademki bu modayı bana verdin, ben seni kırar mıyım, pantolonumu da yırtarım, donumu da diyor adeta… Çünkü moda onu ona giy diyor. Kendime döndüm “ulan vicdansız dedim sen peygamberine uyup sarık sarmaktan kaçıyorsun, kadın modacısına tabi olmak için üstünü başını parçalamış” (bunu derken her daim boynunda asılı olan sarığını başına sarıyordu ki o sırada ezan okundu işte tevafuk diyerek bizim sarığımız da bu… Gerçek sarık budur ötekiler dönemin sarığı diyerek kendine has gülüşüyle bahsi kapattı.)  Irkçılığa ve milliyetçilik konusuna Bediüzzaman'ın bakışı nedir? Üstat Hazretleri diyor ki milliyet ikidir. Biri dâhili güçten kaynaklanan bir şeydir ki bir insanın milliyetini sevmesi, milletini sevmesi, halkını sevmesi çok güzel bir şeydir. Bir de ırkçılık var yani başkasını yutmakla beslenen. Başka ırkları adam yerine koymayan, inkâr eden bu Kur’an-a muhaliftir. Çünkü Kur’an-ı kerimde Cenabı Allah diyor kiاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ (innâ ḣalaknâkum min żekerin ve unśâ ve ce’alnâkum şu’ûben ve kabâ-ile lite’ârafû inne ekramekum ‘indallâhi etkâkum innallâhe ‘alîmun ḣabîr. “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır”) Onun için bir Müslüman ırkçı olamaz, katiyen ırkçı olamaz. Çünkü hiç bir kimse dünyaya gelirken ben Türk olmak istiyorum veya ben Ermeni olmak istiyorum veya ben Çingene olmak istiyorum veya ben Rus olmak istiyorum diye bir dilekte bir istekte bulunmamıştır. Cenab-ı Allah istediğini istediği gibi yaratıyor Canab-ı hak malikel mülk yatasarrefe keyfe yeşa (Mülkün ebedi ve tek sahibi. Mülkinde dilediği gibi tasarruf eden, dilediğini öldüren, dilediğini yaşatan, dilediği gibi var eden, dilediğini yok eden) onun için Allah dilemiş, bizi böyle yaratmış, öbür tarafta adam Ermeni, ben Ermeni’ye düşman olamam, ne yapacağım onu, Ermeni’yi Müslüman olmaya ikna etmeye gayret edeceğim çünkü dinimiz tebliğ etmeyi emrediyor. Bir Ermeni’yi ben öldüremem şayet o beni öldürmeye gelirse savaşta ben de tabii “vur beni şehid olayım, vur kâfir şehid olayım” diyecek değilim. Ben de onu öldürürüm ama bir Müslüman hiçbir zaman öldüren takımından olmaz. Peygamberimizin savaşları tedafüidir, ne demek tedafüi? Yani müdafaadır, saldıranlara karşı ölmemek için öldürmek. İslamiyet’te öldürmek için değil, ölmemek için öldürmek vardır. O bakımdan ırkçılık İslamiyet’te merduttur, reddedilmiştir gerek ayeti kerimelerde gerekse hadisi şeriflerde ırkçılık tel’in (lanet) edilmiştir.  Gelecek haftalarda; Kur'an varken Risâle-i Nurlara ve başka kitaplara ne gerek var? Herkes Kur'anı kendi başına okuyup yaşayamaz mı? Cemaatlere ne gerek var? FETÖ’de Nurcu değil miydi? Sizin de devlete isyan etmeyeceğinizi nereden bilelim?" gibi sorulara nasıl cevap verirsiniz? Bediüzzaman'ın Mustafa Kemal'e bakışı nasıl olmuştur? Bu soruların ve daha fazlasının cevabını röportajlarımızda okuyabilirsiniz…
Ekleme Tarihi: 07 Eylül 2019 - Cumartesi

Çantadakiler-V

İSLAM GÜNCELLEŞTİRİLEBİLİR (mi?)

ÇANTACI NECMİ: KÖTÜLÜKLE MÜCADELE ETMENİN EN İYİ YOLU, KÖTÜLÜĞE GİDEN YOLLARI KAPATMAKTIR.

MODACISININ EMİRLERİNE İTAAT EDENİN PEYGANBERİNİN SÜNNETİNE İTTİBA ETMEMESİ VİCDANSIZLIKTIR.

Nu Cemaatinin “ağbeylerinden” Çantacı Necmi (Necmettin İlgen) ile başlattığımız röportaj serisinin sonuna yaklaşırken bu hafta da güncelliğini koruyan konulara değindik. Bu haftaki röportajımızda toplumda yaşanan şiddet, cinnet olayları ve akabinde yaşanan acı ve dramlara medyanın etkisini tartıştık. Kitle iletişim araçlarında yapılan yayınlarda bir yandan bu gibi olaylar tel’in edilip, toplumda bir bilinç oluşturulmaya çalışılırken bir yandan da yine aynı medya araçlarında yapılan ve reyting rekorları kıran dizelerle de bu gibi şiddet ve cinnet olaylarına adeta altyapı oluşturulup, bir bilinçaltının oluşmasına zemin mi hazırlanmaktadır. Yani orta da büyük bir tezat mı vardır. Dolayısıyla akşam haber bültenlerinde, sabah gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde konu olanlar aslında medyanın dolaylı olarak teşvik ettiği, besleyip büyüttüğü şeyler midir? Medyanın bu tavrına ancak “timsahın gözyaşları” mı denilmelidir. Çantacı Necmi ile bu konuyu, medya yayınlarının sosyal yapının oluşmasındaki hükmünü de konuştuk, ayrıca son yıllarda özellikle Avrupa’da yükselen ve dünyaya yeniden yayılan ırkçı ideolojilere İslam’ın nasıl baktığını, Risâle-i Nur’da bunlara ve benzeri sorulara da bir cevap var mı bunları da müzakere ettik. Elbette her dönemin moda tartışması olan İslam’da reform ya da güncelleme konusunu da atlamadık…

Kötülükle mücadele etmenin en iyi yolu, kötülüğe giden yolları kapatmaktır. Sizce şu anda gazeteler, televizyon programları, diziler, filmler, internet siteleri kötülüğü engelleme ve iyiliği teşvik etme hususunda vazîfelerini ne kadar yapıyorlar? Bu hususta yetkililere tavsiyeleriniz nelerdir?

Bizim tavsiyelerimiz belli. Allah'ı hatırlatan, ebedi hayatı hatırlatan, ölümü hatırlatan şeylerin medyada daha fazla yer alması bu işleri yapanların asli vazifesi olmalıdır. Biz her şeyden önce bir yaratığız, yani kendi başımıza bir varlık değiliz, birisi tarafından yaratılmışız. Mesele ben düşünüyorum Cenab-ı Allah beni insan yaratmış, beni bir fare de yapabilirdi, bir kartal da yapabilirdi, bir yılan da yapabilirdi ama insan yaratmış demek ki ben bir yaratığım. Çıkıp kendi başıma her şeyi düzenleme yetkisine sahip değilim. Ben kendimi Rabbimin emirleri ve yasaklar ile düzenleyebilirim, yani ibadetlerle. Nedir ibadet? İbadet: Allah’ın yap dediğini yapmak, yapma dediğini yapmamaktır, namaz kılmak ibadet olduğu gibi kumar oynamamak da ibadettir. Oruç tutmak ibadet olduğu gibi zina yapmamak da ibadettir. Onun için ibadet iki çeşittir biri müspet (olumlu) biri menfi (olumsuz), hani iki tane tel gelir ya birinde cereyan vardır birinde yoktur bu ikisi ancak beraber olursa lamba yanar. Adam hem ibadet ediyor hem de günah işliyor bu iyi bir Müslüman değil, Müslüman günahlardan kaçacak, ibadete koşacak bu böyledir, bugünkü kitle iletişim araçları vazifesini tam manasıyla yapmıyor, hatta hiç yapmıyor diyeceğim de bazıları var kenarından köşesinden bazı filmler, bazı böyle müspet diziler gösteriyorlar. Milletimizde zaten onlara koşuyor. Fakat diyebilirim ki medyanın yüzde doksanı hep saptırıcı, şaşırtıcı, şehvani, nefsani, hissi şeyleri toplumun nazarına veriyor. O işleri yapan kardeşlerimize tavsiyemiz: bu dünya çabuk geçiyor; bir anda binlerce insanı doğru yola iletmekle, binlerce insanı saptırmanın arasındaki azap ahrette ona göredir yani... Yaa kardeşler Allah korusun. Bir insanı hidayete getirmek, ona vesile olmak, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır, birisi bir kişiyi hidayete getirdi, buna sebep oldu sahralar dolusu kırmızı koyunları tasadduk (sadaka) etmekten daha faydalıdır Peygamberimiz (sav) böyle diyor. Peki, bir insanı imansız yapmak, buna sebep olmak, onun ebedi hayatını mahvetmek, Allah’a düşman etmek ne kadar büyük bir suç, ne kadar büyük bir cürüm olduğunu düşünseler bu basın yayın camiasına hükmedenler akıllarını başlarına toplayabilirler. Eşik bekçileri ve bu işin içinde olanlar “ben bunu yapmakla binlerce kişiyi sapıttırıyorum, binlerce kişiyi şaşırttırıyorum, binlerce kişiyi yanlış yollara sevk ediyorum” deyip es sebebi ker fail sırrınca sebep olduğu kişilerin de günahlarını alıyor veyahut da sevaplı bir iş yapıyorsa sebep olduğu kişiler adedince sevaplar, hayırlar işlemiş oluyorlar. Bizim medyaya, onun yaptıklarına bakışımız bu gözledir. 

Sizin bir dönem çıktığınız televizyon programlarından da bahseder misiniz? 

Beni Show Tv'den davet ettiler. Bize uzak bir yayın politikası var nasıl davet ettiler ben de bilmiyorum. Bir gün Muğla'nın bir ilçesinde bir dersteyken telefonum çaldı arayan kişi kendini tanıttı “ben Shov Tv Genel Yayın Koordinatörü Timuçin. Biz sizi tanıyoruz, sizin hayranınız sizi de Shov Tv'de görmek istiyoruz, gelir misin?” dedi. Ben de “gelirim kardeşim” dedim bizim hizmette sınır ve sinir yok. Biz davamızı her yerde anlatırız. Ben meyhane hariç her yere giriyorum. Ya meyhaneye niye girmiyorsun diyorlar bana? Ya şimdi meyhanede konuşuyorum orada sarhoş içiyor. O adam da coşuyor helal hocaaam!, ne güzel anlatıyor diyor. Doldur hocama da bir tane. Bu sefer adam coşuyor bize de Rakı doldurtuyor. Ya içmiyorum!. “Olmaz hocam bak ne güzel biz seni dinledik, hocam bak yamuk yapma” diyor onun için meyhaneye gitmiyorum. Diğer her yere davamı anlatmak için giderim. Shov TV’den çağırdılar gittik, Çağla Şikel’le Alişan dediler ki “böyle böyle Her Şey Dâhil bizim bir programımız var, her şey dâhil seni de dâhil ettik, sen de burada konuş” olur dedim. Daha önceden bildirdiler aldım kitaplarımı dört kitap aldım Sözler, Lemalar, Mektubat ve Mesnev-i Nuriye dört kitap haktır. Orada kitaplarımı açtım okudum anlattıklarına göre o gün telefon kitlendi, kitlendi. Ama kadın çok açık Çağla. Dedim “Çağla çok açıksın ya, benim cemaatim var, onlar da bizi izliyorlar seni böyle açık olarak görünce bana diyorlar ağabey, biz seni izlerken Çağla’nın çıplak bacaklarını da seyrediyoruz, günaha giriyoruz falan... Çağla sana şalvar yaptıracağım” dedim o da “yaptır hocam” dedi. Yaptırdım. Yaptırdım derken bizi televizyondan seyreden ve konuştuklarımızı duyan Ankara’dan bir kardeşimiz hemen iki tane şalvar yaptırmış stüdyo ya gönderdi. Çağla bunu giydi. Bir gün giydi ertesi gün çıkardı. Perşembe ve Cuma günleri yapıyordum iki gün üst üste. Şalvarı çıkardı tabi o gün gittiğimde niye çıkardın şalvarı dedim, “sizinle pazarlık mı ettik” dedi. Dedim benim programımda giyeceksin. (Kahkaha atarak) Hâlbuki program onun, biz dışarıdan alınıyoruz. Neyse o gün onla biraz kapıştık, çatıştık sonra baktım ertesi hafta bana bir mesaj geldi “yeter artık seninle yeni bir program yapamayacağız” oradaki Timuçin Bey dedi ki “yukarıdan emir geldi, patronlardan, siz magazin programı yapıyorsunuz hocanın ne işi var burada!?” Formata uygun değil, dört-beş program yaptık kestik. Öyle oldu. Nasıl beni çağırdılar bilmiyorum yani. Dindar televizyonlar çağırmadı da o zaman şey de vardı bu neydi o… FETÖ'nün STV’si onlar korkuyordu zaten. Anlaşıldı mı? Ama o programın videoları şimdi sosyal medyada her yerde hizmet ediyor, kayıtlara girdi. Onun için bir günah bir kalmıyor, milyonlar, milyarlar oluyor. Bir sevap da bir kalmıyor. Geçenlerde İstanbul’daydım. Geçenlerde diyorum bundan on sene önce sokakta yürüyerek gidiyorum baktım bir araba önümde durdu, adam arabasından indi ceketini ilikledi koşarak geldi, “hoş geldin Necmi Ağabey” dedi. Adamı tanımıyorum o da beni tanımıyor, televizyondan görmüş oradan tanımış. Yine İstanbul'daki köprüden otobüsle geçiyorum oradan biri “Abilerin abisi” diye bağırarak el sallıyor. Bugün Shov TV deyip geçme, video deyip geçme bunların hepsi yayılıyor, çoğalıyor... Allah kabul etsin inşallah... Biz müspete çalışacağız Allah onu çoğaltır nasıl bir çekirdeği binlerce yapıyor onu da yapar.

Televizyondan konu açılmışken Ali Kırca ile bir tanışmışlığımız vardı galiba, ondan da bahseder misiniz?

Ali Kırca ile bir tanışmamız oldu, Kırca bir taziye münasebetiyle Aydın Söke’ye gelmişti. Söke'de bizim bir doktor kardeşimiz vardı, onun hanımı vefat etmişti. O kız kardeşimiz de öğretmendi. Söke'de caminin bahçesinde arkadaşlarla sohbet ederken Ali Kırca'yı bana gösterdiler. Baktım bizimle birlikte ikindi namazını kıldı. Sonra cenaze namazı kıldık, cenazeyi kabre götürdük defnettik. Ben kabristanda da ders yaptım, Kırca orada da dinledi, ona özel yanaşamadım böyle bir ortam olmadı. Sonra baktık Ali Kırca akşam medreseye geldi (toplanıp Risale-i Nurların okuduğu mekânlara verilen isim). Ali Kırca içeri girdiğinde bir kardeşimiz ders okuyordu "Esbab dağdağasından ve vesâitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîmlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar" ahreti anlatıyor. Müdahale edip kardeş bir dakika dedim anlatayım da Ali Bey’de yanlış anlamasın. Dedim burada dağdağa dediği sıkıntılar... Mesela Allah bize üzüm yedirecek ama toprağı bellemen lazım, çapalaman lazım, gübrelemen lazım, budaman lazım bunlar dağdağa olarak geçiyor, ama üzüm rahmet olarak geliyor. Öbür tarafta yani ahrette açıktan gelecek yani bellemeden, çapalamadan, gübrelemeden Allah veriyor. Bunu anlattım, Ali Beyin çok hoşuna gitti. Bana “Ahmet Altan’la görüşen siz miydiniz, yoksa?” diye sordu. Ahmet Altan’la da bir görüşmem oldu benim. O da bu görüşmemizi gazetesindeki köşesinde “Odundan meyve” diye bir başlıkla yazdı... 

İslâm'da reform, İslâm'ın güncellenmesi, çağa uydurulması gibi konulara Risâle-i Nur'un bakışı nedir?

Şimdi tabii reform deyince bu Protestanlıktaki gibi anlaşılıyor. Reform demeyelim de temellerine dokunulmadan bazı şeyler güncelleştirilebilir. Yani sünnete, şeriata aykırı olmayacak tarzda güncelleştirilebilir. Mesela ne olabilir onlar şu anda aklıma gelmiyor. Mesela: Ben şimdi bunu böyle takıyorum (boynundaki sarığı göstererek) geçen gün havaalanındayım, İstanbul’a gideceğim ama namaz vakti sıkıntıya düşüyor, yetişememe ihtimalim ortaya çıkınca sıkıntıya girdim. Allah imdat etti baktım gideceğim uçak rötar yapmış, uçuş yarım saat ertelendi, abdestim de vardı oradan geçen görevli bir bayana “kızım acaba kıble ne tarafta” mahsus onlara sorarım. Dedi “amca öğrenip geleyim” Allah razı olsun öğrenip geldi. “şuna bak ya burada kıbleyi bana soruyor” demedi. “amca sen oturduğun şekilden biraz daha sola dönünce kıble o yönde” hemen aldım bavulumu önüme koydum şimdi namaza duracağım sarık sarayım mı sarmayayım mı? Ne derler, nasıl bakarlar diye düşünürken nefis hemen “boş ver ya şimdi ne derler, yobaza bak falan derler sarmayayım şimdi” demiştim ki yanımdan 60’lı yaşlarında yaşlıca bir kadın geçti, gayri ihtiyari baktım ki yırtık/pırtık bir kot pantolon giymiş, etleri gözüyor. Dedim: ulan kadın 60 yaşında yırtık pantolon giymiş, modacısına tabi olmuş, hatta öyle teslim olmuş ki “sen mademki bu modayı bana verdin, ben seni kırar mıyım, pantolonumu da yırtarım, donumu da diyor adeta… Çünkü moda onu ona giy diyor. Kendime döndüm “ulan vicdansız dedim sen peygamberine uyup sarık sarmaktan kaçıyorsun, kadın modacısına tabi olmak için üstünü başını parçalamış” (bunu derken her daim boynunda asılı olan sarığını başına sarıyordu ki o sırada ezan okundu işte tevafuk diyerek bizim sarığımız da bu… Gerçek sarık budur ötekiler dönemin sarığı diyerek kendine has gülüşüyle bahsi kapattı.) 

Irkçılığa ve milliyetçilik konusuna Bediüzzaman'ın bakışı nedir?

Üstat Hazretleri diyor ki milliyet ikidir. Biri dâhili güçten kaynaklanan bir şeydir ki bir insanın milliyetini sevmesi, milletini sevmesi, halkını sevmesi çok güzel bir şeydir. Bir de ırkçılık var yani başkasını yutmakla beslenen. Başka ırkları adam yerine koymayan, inkâr eden bu Kur’an-a muhaliftir. Çünkü Kur’an-ı kerimde Cenabı Allah diyor kiاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ (innâ ḣalaknâkum min żekerin ve unśâ ve ce’alnâkum şu’ûben ve kabâ-ile lite’ârafû inne ekramekum ‘indallâhi etkâkum innallâhe ‘alîmun ḣabîr. “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır”) Onun için bir Müslüman ırkçı olamaz, katiyen ırkçı olamaz. Çünkü hiç bir kimse dünyaya gelirken ben Türk olmak istiyorum veya ben Ermeni olmak istiyorum veya ben Çingene olmak istiyorum veya ben Rus olmak istiyorum diye bir dilekte bir istekte bulunmamıştır. Cenab-ı Allah istediğini istediği gibi yaratıyor Canab-ı hak malikel mülk yatasarrefe keyfe yeşa (Mülkün ebedi ve tek sahibi. Mülkinde dilediği gibi tasarruf eden, dilediğini öldüren, dilediğini yaşatan, dilediği gibi var eden, dilediğini yok eden) onun için Allah dilemiş, bizi böyle yaratmış, öbür tarafta adam Ermeni, ben Ermeni’ye düşman olamam, ne yapacağım onu, Ermeni’yi Müslüman olmaya ikna etmeye gayret edeceğim çünkü dinimiz tebliğ etmeyi emrediyor. Bir Ermeni’yi ben öldüremem şayet o beni öldürmeye gelirse savaşta ben de tabii “vur beni şehid olayım, vur kâfir şehid olayım” diyecek değilim. Ben de onu öldürürüm ama bir Müslüman hiçbir zaman öldüren takımından olmaz. Peygamberimizin savaşları tedafüidir, ne demek tedafüi? Yani müdafaadır, saldıranlara karşı ölmemek için öldürmek. İslamiyet’te öldürmek için değil, ölmemek için öldürmek vardır. O bakımdan ırkçılık İslamiyet’te merduttur, reddedilmiştir gerek ayeti kerimelerde gerekse hadisi şeriflerde ırkçılık tel’in (lanet) edilmiştir. 

Gelecek haftalarda;

Kur'an varken Risâle-i Nurlara ve başka kitaplara ne gerek var? Herkes Kur'anı kendi başına okuyup yaşayamaz mı? Cemaatlere ne gerek var? FETÖ’de Nurcu değil miydi? Sizin de devlete isyan etmeyeceğinizi nereden bilelim?" gibi sorulara nasıl cevap verirsiniz?

Bediüzzaman'ın Mustafa Kemal'e bakışı nasıl olmuştur?

Bu soruların ve daha fazlasının cevabını röportajlarımızda okuyabilirsiniz…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.