Bilal Dursun Yılmaz
Köşe Yazarı
Bilal Dursun Yılmaz
 

Duygular Anlatılabilir mi?

Saat yarıma gelirken o meşum gecenin başladığının farkında oldum. Ne olduğunu anlamaya çalışırken Reis-i Cumhurun televizyona canlı bağlanmasına tevafuk ettim. Tam o sırada kardeşlerim işten eve geldi birbirimize “ne oluyor” dedik ve bu soru akabinde beş dakika içinde apar topar dışarı çıktık. Arabaya bindiğimizde havaalanına mı, kent meydanına mı, nereye gidecektik düşünmemiştik bile… İşte o gece sokağa çıkmamış olanlar bizi sokağa atan bu duyguyu hiçbir zaman hissetmeyeceklerdir.  Hani insanlar bazen birbirini teselli etmek için “seni anlıyorum” “yaşadıklarını hissediyorum” gibi cümleler kurar ya işte o cümleler çok bir şey ifade etmeyen ama söylenilmesine ihtiyaç duyulduğu için söylenen sözlerdir.  Millet olarak devlet olma tarihimiz bin yıllara dayanıyor. Yeryüzünde devletsiz yaşamayan nadir uluslardan biriyiz. Elbette çok savaşlar kazandığımız gibi çok mağlubiyetlerde yaşadık. Eğer mağlubiyetlerimiz olmasaydı yeni devletler kurmamıza da ihtiyacımız olmazdı. Şecaatin fıtratımıza konulmuş bir duygu olduğuna iman edenlerdenim. Özellikle yakın tarihimiz olan kurtuluş savaşı mücadelemiz, bilhassa Çanakkale savaşı yüreğimi hep titretmiştir. O destansı mücadeleye katılan ruh nasıl bir ruhmuş diye kendime hep sormuş, içten içe “acaba şimdi olsa ben ne yaparım” diye nefsimi çok kez yoklamışımdır. Evet,  yazıya Çanakkale gibi bir kutsalımızla başlayınca o gece olaya sadece hükümetin iktidar kaybı olarak bakıp birkaç günlük tedariki için bankamatiklere koşanlar elbette kızacaklar. Kızabilirler hatta kendi dünyalarından haklı bile olabilir çünkü onlar o gece sokağa çıkmadığı için hiç bir zaman bu duygunun nasıl bir ruh hali olduğunu anlayamayacaklar… Evet, o gece üç kardeşimle birlikte dışarı çıktığımız da üçümüzde yeni evli sayılırdık. Benim 1 ve 3 yaşında iki çocuğum, diğer biladerin 2 yaşında bir çocuğu vardı. Üçüncü biladerimiz henüz evliydi daha çocuğu yoktu. Olayı bile tam algılayabilmiş değildik lakin işin içinde asker vardı, darbe söylentileri dolaşıyordu ama bunun boyutunu, durumunu neler olduğu yönünde hiç bir şey bilmiyorduk. Strateji bilmiyorduk, nerede ne var bilmiyorduk. Hatta Karşıyaka’dan Konak Meydanına geçerken mahiyetinin ne olduğunu bilmediğimiz Bayraklı Altınyol üzerinde askeri bir yerleşke vardı. Acaba önümüze çıkarlar mı, yolumuzu kapatırlar mı, bize engel olurlar mıydı? aklımıza bu sorular gelse de devam ettik arkamızı düşünmek, geri dönmek aklımıza bile gelmiyordu. Araçla Basmane’ye kadar ancak gittik çükü yollar tıkanmış,  insanlar meydana doğru akmaya başlamıştı tek bir derdimiz vardı Vallahi tek bir derdimiz acaba bizim yapabileceğimiz ne vardı bunu düşünüyorduk. Allah’ım, telefonumun bile şarjı yok. Biladerlerle başka akrabaları, arayabileceğimiz tüm tanıdıklarımızı arıyor, çıkın meydanlara diyorduk. Basmane’ye varmadan arabayı yol kenarında bırakıp kalabalığa karıştık. Hayatımda stadyuma gitmemiş,  tek başına olduğum yerlerde bile sesimi kendimden başkasının duyacağı kadar yükseltmemiş, hiç slogan atmamış biri olarak boğazım yırtılırcasına haykırıyordum “yedirmeyeceğiz” bunu derken gözümde hep merhum Menderes’in silueti vardı. Bu reis sevgisi falan değildi. Bu bir duruşun haykırışıydı. Evet, atalarımız Menderes’e sessiz kalmıştı biz de bu duruma sesiz kalırsak bu utançla bu devranın hep böyle gitmesine onay verecektik. Haykırışımız bu devranın böyle gitmeyeceğineydi. Konak Meydanına vardığımızda her taraftan insanların sel gibi geldiğini görmek bize umut verdi. Bu coşku direnişimizi diri tutmaya fazlasıyla yetiyor, bize cesaret veriyordu. Lakin daha fazla bir şey yapmak istiyordum. Hitabetim fena sayılmazdı acaba caminin hoparlörünü ele geçirebilir miydim sadece orada yapabileceğim hissiyatımı alabildiğince paylaşmak, direnişi haykırmaktı, fakat oraya da yetişmem mümkün olmadı. O gece orada bulunan insanlar sabaha kadar müthiş bir vakar içinde dua ettiler. Herkes telefonlardan ve meydanda bulunan yetkililerden gelen haberleri dinliyor bir kişi bile meydandan uzaklaşmıyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde alınan haberler umut veriyordu, valiliğin ışıkları hep açıktı. Lakin İzmir metropolünün önünde gerçekleşen o büyük gecede belediyenin ışıkları hep kapalıydı… Sabah olup gün ışıdığında meydanda gördüğüm bazı tanıdık simalarla birlikte dünya görüşünün benden hayli uzak olduğunu düşündüğüm tanımadığım diğer simalar da umutlarımı arttırmış mensubu olduğum milletime karşı muhabbetim bin kat artmıştı.  Hatta o tanıdık simaların birinden söz etmek istiyorum. İzmir’in büyük sağlık kurumlarından biri olan ve halk dilinde “Yeşilyurt Devlet Hastanesi” olarak bilinen kurumun Başhekim Yardımcı Cerrah Mehmet Bayındır o gece oradaydı kendisine sadece sarıldım, konuşmadık… Neden bu örneği verdim; çok şükür o gece ordumuzun feraset sahibi komutanları, emniyet güçleri, siyasiler ve halkın azim ve gayreti cuntacıları alt etmiş devlet, emperyalistlerin maşalarına teslim edilmemişti. Sonrasında bu ruhu canlı tutmak, hem de tedbiri elden bırakmamak adına Reisin talimiyle “gece nöbetleri” başladı. İstanbul’da ki büyük nümayişin sponsoru FETÖ’nün en önemli himmet ağalarından biriydi. En büyük 500 sanayi kuruluşu içinde yer alan bir firma sahibi… İzmir’de ki FETÖ kurumlarının en önemli finansörü… Elbette bu durum onu kurtaramadı… Artık ülkede olağanüstü bir hal yaşanıyordu birkaç hafta sonra mahiyetini tam öğrenemesem de İzmir’deki o gece bizimle meydanda sabahlayan cerrahımıza kurumunda FETÖ’cü dedikodusu yapıldığını duydum… Sonrasında daha neler daha neler evet öyle bir badire yaşamıştık ki “at izi, it izine karışmıştı”. O gece o meydanlara çıkanları empatiyle falan anlamak mümkün değildir o anı yaşamadıkça… Bu yazı o meşum gecenin seneyi devriyesinde duygularımı anlatmak için bir denemeydi. Acaba duygular kâğıda dökülür mü denemesi, lakin dökemedim. Dökülebilse de ben o kadar mahir değilim ki dökemedim… O gece meydanlara çıkmayanlar o gecenin mahiyetini anlasalar da hiçbir zaman bunu hissedemeyeceklerdir. Evet, Çanakkale’de yazılan destan demek ki bu ruhla belki daha fazlasıyla yazıldı. Elbette o gece avuç ovuşturup, için için sevinenler bu gün için vicdanları sızlatan pek çok şey dediler ve diyecekler de… Onların en vatanseverleri şunları diyordu: “asker gerçekten darbe yapmak isteseydi sokağa çıkanlar mı durduracaktı?” ama aynı insanlara yedi düvel Avrupa’nın topuna tüfeğine mekteplerden giden ve tüfekten öte silahı olmayan belki çoğunda o da olmayan çocuklar mı engel oldu denilse “onu karıştırma, bununla kıyaslama” derler. İşte bu ruhun ne olduğunu anlamak için sadece o gece sokakta olmak kâfiydi. Sonraki geceler bu nümayişlerde çok münafık da meydanlarda oldu. Lakin o gece medyalara koşanlar, sokakları arşınlayanlar mevcudiyetlerini ortaya koymuş her şeyi göze almıştı. O gece tankın, namlunun önüne çıkıp meydanlarda şehit olanların ruhuna el Fatiha diyorum bu millet ebediyen size minnettar kalacak… Elbette gün gelecek at izi iti izinden tefrik edilecek, tarihin sayfalarında birkaç satır da olsa şunlar yazılacaktır: “emperyalistler; içimizdeki maşalarını kullanarak Türkiye Cumhuriyetini teslim almak istediler, halk çelik zırhlı tanka karşı çelik imanlı göğsünü siper ederek teslim etmedi…”.
Ekleme Tarihi: 15 Temmuz 2019 - Pazartesi

Duygular Anlatılabilir mi?

Saat yarıma gelirken o meşum gecenin başladığının farkında oldum. Ne olduğunu anlamaya çalışırken Reis-i Cumhurun televizyona canlı bağlanmasına tevafuk ettim. Tam o sırada kardeşlerim işten eve geldi birbirimize “ne oluyor” dedik ve bu soru akabinde beş dakika içinde apar topar dışarı çıktık. Arabaya bindiğimizde havaalanına mı, kent meydanına mı, nereye gidecektik düşünmemiştik bile… İşte o gece sokağa çıkmamış olanlar bizi sokağa atan bu duyguyu hiçbir zaman hissetmeyeceklerdir. 
Hani insanlar bazen birbirini teselli etmek için “seni anlıyorum” “yaşadıklarını hissediyorum” gibi cümleler kurar ya işte o cümleler çok bir şey ifade etmeyen ama söylenilmesine ihtiyaç duyulduğu için söylenen sözlerdir. 
Millet olarak devlet olma tarihimiz bin yıllara dayanıyor. Yeryüzünde devletsiz yaşamayan nadir uluslardan biriyiz. Elbette çok savaşlar kazandığımız gibi çok mağlubiyetlerde yaşadık. Eğer mağlubiyetlerimiz olmasaydı yeni devletler kurmamıza da ihtiyacımız olmazdı. Şecaatin fıtratımıza konulmuş bir duygu olduğuna iman edenlerdenim.
Özellikle yakın tarihimiz olan kurtuluş savaşı mücadelemiz, bilhassa Çanakkale savaşı yüreğimi hep titretmiştir. O destansı mücadeleye katılan ruh nasıl bir ruhmuş diye kendime hep sormuş, içten içe “acaba şimdi olsa ben ne yaparım” diye nefsimi çok kez yoklamışımdır.
Evet,  yazıya Çanakkale gibi bir kutsalımızla başlayınca o gece olaya sadece hükümetin iktidar kaybı olarak bakıp birkaç günlük tedariki için bankamatiklere koşanlar elbette kızacaklar. Kızabilirler hatta kendi dünyalarından haklı bile olabilir çünkü onlar o gece sokağa çıkmadığı için hiç bir zaman bu duygunun nasıl bir ruh hali olduğunu anlayamayacaklar…
Evet, o gece üç kardeşimle birlikte dışarı çıktığımız da üçümüzde yeni evli sayılırdık. Benim 1 ve 3 yaşında iki çocuğum, diğer biladerin 2 yaşında bir çocuğu vardı. Üçüncü biladerimiz henüz evliydi daha çocuğu yoktu. Olayı bile tam algılayabilmiş değildik lakin işin içinde asker vardı, darbe söylentileri dolaşıyordu ama bunun boyutunu, durumunu neler olduğu yönünde hiç bir şey bilmiyorduk. Strateji bilmiyorduk, nerede ne var bilmiyorduk. Hatta Karşıyaka’dan Konak Meydanına geçerken mahiyetinin ne olduğunu bilmediğimiz Bayraklı Altınyol üzerinde askeri bir yerleşke vardı. Acaba önümüze çıkarlar mı, yolumuzu kapatırlar mı, bize engel olurlar mıydı? aklımıza bu sorular gelse de devam ettik arkamızı düşünmek, geri dönmek aklımıza bile gelmiyordu. Araçla Basmane’ye kadar ancak gittik çükü yollar tıkanmış,  insanlar meydana doğru akmaya başlamıştı tek bir derdimiz vardı Vallahi tek bir derdimiz acaba bizim yapabileceğimiz ne vardı bunu düşünüyorduk. Allah’ım, telefonumun bile şarjı yok. Biladerlerle başka akrabaları, arayabileceğimiz tüm tanıdıklarımızı arıyor, çıkın meydanlara diyorduk. Basmane’ye varmadan arabayı yol kenarında bırakıp kalabalığa karıştık. Hayatımda stadyuma gitmemiş,  tek başına olduğum yerlerde bile sesimi kendimden başkasının duyacağı kadar yükseltmemiş, hiç slogan atmamış biri olarak boğazım yırtılırcasına haykırıyordum “yedirmeyeceğiz” bunu derken gözümde hep merhum Menderes’in silueti vardı. Bu reis sevgisi falan değildi. Bu bir duruşun haykırışıydı. Evet, atalarımız Menderes’e sessiz kalmıştı biz de bu duruma sesiz kalırsak bu utançla bu devranın hep böyle gitmesine onay verecektik. Haykırışımız bu devranın böyle gitmeyeceğineydi. Konak Meydanına vardığımızda her taraftan insanların sel gibi geldiğini görmek bize umut verdi. Bu coşku direnişimizi diri tutmaya fazlasıyla yetiyor, bize cesaret veriyordu. Lakin daha fazla bir şey yapmak istiyordum. Hitabetim fena sayılmazdı acaba caminin hoparlörünü ele geçirebilir miydim sadece orada yapabileceğim hissiyatımı alabildiğince paylaşmak, direnişi haykırmaktı, fakat oraya da yetişmem mümkün olmadı. O gece orada bulunan insanlar sabaha kadar müthiş bir vakar içinde dua ettiler. Herkes telefonlardan ve meydanda bulunan yetkililerden gelen haberleri dinliyor bir kişi bile meydandan uzaklaşmıyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde alınan haberler umut veriyordu, valiliğin ışıkları hep açıktı. Lakin İzmir metropolünün önünde gerçekleşen o büyük gecede belediyenin ışıkları hep kapalıydı… Sabah olup gün ışıdığında meydanda gördüğüm bazı tanıdık simalarla birlikte dünya görüşünün benden hayli uzak olduğunu düşündüğüm tanımadığım diğer simalar da umutlarımı arttırmış mensubu olduğum milletime karşı muhabbetim bin kat artmıştı. 
Hatta o tanıdık simaların birinden söz etmek istiyorum. İzmir’in büyük sağlık kurumlarından biri olan ve halk dilinde “Yeşilyurt Devlet Hastanesi” olarak bilinen kurumun Başhekim Yardımcı Cerrah Mehmet Bayındır o gece oradaydı kendisine sadece sarıldım, konuşmadık… Neden bu örneği verdim; çok şükür o gece ordumuzun feraset sahibi komutanları, emniyet güçleri, siyasiler ve halkın azim ve gayreti cuntacıları alt etmiş devlet, emperyalistlerin maşalarına teslim edilmemişti.
Sonrasında bu ruhu canlı tutmak, hem de tedbiri elden bırakmamak adına Reisin talimiyle “gece nöbetleri” başladı. İstanbul’da ki büyük nümayişin sponsoru FETÖ’nün en önemli himmet ağalarından biriydi. En büyük 500 sanayi kuruluşu içinde yer alan bir firma sahibi… İzmir’de ki FETÖ kurumlarının en önemli finansörü… Elbette bu durum onu kurtaramadı… Artık ülkede olağanüstü bir hal yaşanıyordu birkaç hafta sonra mahiyetini tam öğrenemesem de İzmir’deki o gece bizimle meydanda sabahlayan cerrahımıza kurumunda FETÖ’cü dedikodusu yapıldığını duydum… Sonrasında daha neler daha neler evet öyle bir badire yaşamıştık ki “at izi, it izine karışmıştı”. O gece o meydanlara çıkanları empatiyle falan anlamak mümkün değildir o anı yaşamadıkça…
Bu yazı o meşum gecenin seneyi devriyesinde duygularımı anlatmak için bir denemeydi. Acaba duygular kâğıda dökülür mü denemesi, lakin dökemedim. Dökülebilse de ben o kadar mahir değilim ki dökemedim…
O gece meydanlara çıkmayanlar o gecenin mahiyetini anlasalar da hiçbir zaman bunu hissedemeyeceklerdir. Evet, Çanakkale’de yazılan destan demek ki bu ruhla belki daha fazlasıyla yazıldı. Elbette o gece avuç ovuşturup, için için sevinenler bu gün için vicdanları sızlatan pek çok şey dediler ve diyecekler de… Onların en vatanseverleri şunları diyordu: “asker gerçekten darbe yapmak isteseydi sokağa çıkanlar mı durduracaktı?” ama aynı insanlara yedi düvel Avrupa’nın topuna tüfeğine mekteplerden giden ve tüfekten öte silahı olmayan belki çoğunda o da olmayan çocuklar mı engel oldu denilse “onu karıştırma, bununla kıyaslama” derler. İşte bu ruhun ne olduğunu anlamak için sadece o gece sokakta olmak kâfiydi. Sonraki geceler bu nümayişlerde çok münafık da meydanlarda oldu. Lakin o gece medyalara koşanlar, sokakları arşınlayanlar mevcudiyetlerini ortaya koymuş her şeyi göze almıştı. O gece tankın, namlunun önüne çıkıp meydanlarda şehit olanların ruhuna el Fatiha diyorum bu millet ebediyen size minnettar kalacak… Elbette gün gelecek at izi iti izinden tefrik edilecek, tarihin sayfalarında birkaç satır da olsa şunlar yazılacaktır: “emperyalistler; içimizdeki maşalarını kullanarak Türkiye Cumhuriyetini teslim almak istediler, halk çelik zırhlı tanka karşı çelik imanlı göğsünü siper ederek teslim etmedi…”.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.