Ahsen Meryem Süveyda
Köşe Yazarı
Ahsen Meryem Süveyda
 

Kadının Sıkıştığı Üç Gözlü Mengene

İnsanoğlu yaşamının her döneminde kendinden zayıf olanı ezmeye yönelmiş. Çünkü kendi menfaatini önceleyen anlayış, bunu kendinde hak olarak görüyor. Paylaşım/yardım/dayanışma dürtülerini körelten menfaat duygusu, hemcinsine suistimali, hatta devreden çıkarmayı çok rahat göze alıyor. Neticede zulmetme zihniyeti kendinde olağanlaştığı gibi bu mecrada tüm argümanları kullanmaktan da geri kalmıyor. Bilinen odur ki zayıflık, içerisinde; her anlamdaki güçsüzlüğü barındırır. Maddi/manevi, eğitim/bilgi ve bunları destekleyen argümanların yoksunluğu, güçsüzlüğü bu da beraberinde çaresizliği besler. Ve söz konusu kadın, yer yer ezilen suiistimal edilen bir varlık olmaktan kotaramamış kendini. Toplumun geleneği/orijininden koparılmış din anlayışı ve modernizm kadını öğüten üç ana unsuru oluşturur. Öğütme eylemi, kişinin kendine özgü tüm vasıflarını ufaltır. Tümü bozar. Parçalanmış, güçsüz kılmış ve ağza götürülecek lokma kıvamına gelmiştir artık. Bu kıvam her türlü harçta kullanılır. Bencillik, merhametsizlik, anlayışsızlık ve adaletsizliği besleyen çirkin düşünce menfaat ve kirli emeller bu minvalde daha güçlüdür artık. Kadının öğütülmesi hiç şüphesiz erkek ve çocukta olduığu gibi; fıtri vasıf duygu ve ihtiyaçların ya bastırılması ya da merkezinden son hız kaydırılmasıyla mümkündür. Farkında olsun veya olmasın, her iki durum da aleyhinedir. Erkek egemen toplum, kendi mecrasında oluşturduğu kadın algısıyla onu bastırırken, fonksiyonsuzlaştırır ve bireyliğini yok eder. Üzerinden maddi manevi kazanımlar algıyı oluşturanlara gider. Kadının eriyen öz enerji ve kaybolan özsaygınlığı, diğer cinsin gücü ve itibarına eklenir. Durum bu kadar garabet, vicdansız ve zulümce bir hal alır. Evet gelenek bastırılan kadına hak gördüğü bu zulmü, erkeğin itibar ve güç  hanesine sayacak kadar paradoksal bir toplum oluşturur. Orijininden koparılan dinin kadın algısı da gelenek anlayışıyla sentezlenince daha bir güç kazanır. Suistimal ve zulüm zeminlerinde… Zira erkeğin kaburga kemiğinden yaratılan kadın (!) istenildiğinde çatır çatır kırılabiliyor. İtaat anlayışı erkeğin vücut irininde kadına şifa bulduracak kadar yoz/yobaz, çirkin ve insafsızcadır. Vahiy dininin ayaklarının altına koyduğu cennetlik anneyi, her haksızlığa gıkını çıkaramayacak bir itaat anlayışıyla erkeğe köle yaptırdı. Vahyin itaat anlayışı, kadın üzerinden bir insanın hak ziyanına, ötekinin kutsallığına evrilecek kadar tahribata uğradı.    Günümüzün biçimlenen modern hayatındaysa kadın özgürlük, eşitlik kavramlarıyla tersi istikamette, fıtratına meydan okuyacak hale büründü… Eşitlikle aslında hiç de eşit olmayan erkekle aynı şart ve koşullar sunuldu. Toplumsal dokusu, Batı toplumsallığıyla taban tabana zıt olan bu zeminde, onu özgürleştiriyordu (!) Evde ve özgür ortamlarda eş zamanlı olmaya zorunlu kadın, yorgunluğunun karşılığı kadın ve anneliğinden feragat etmesi oldu. Fıtratına meydan okudu. Bu önce kendine sonra, kendine bağlı olan tüm kutsal forumlara dokundu. Karargahında verimli olamayan kadın kendinde bağlı tüm paradigmaları alt üst etti. Erkeğe hönkürme, evden kaçış ve erkeğin  olduğu her alana girme olarak dayatılan özgürlük anlayışında; tüm sevecenliğini ve zerafetini kaybetti. Tüm bu paradigmaların oluşturduğu kadın profili erkeği de transit  olarak cılız kıldı. Özündeki zerafeti yitiren kadın, erkeğin karşısında durunca erkek de fıtri kimyasını bozmuş oldu… Fıtrat bozulunca tüm katmanlarda otomatik bozulma başlar. Durdurulamaz bu… Lakin kadının özünün muhafazası her şeyden daha önemli. Hasan el Benna’nın dediği gibi  “Toplumun yarısı kadınlardan, diğer yarısı onların yetiştirdikleri adamlardan oluşuyor.” Bunun çözülmesi en elzem mevzu… Çözüm önümüze konulan anlayışları muhakeme etmek, adilane tavır sergilemek ve fıtratı gözetmektir. Kadın ve erkek kendi fıtri hak ve gereksinimlerini; “insan olabilme, insan kalabilme ve insanca yaklaşabilme” düşüncesiyle yakalayabildikleri an, çözüm de gerçekleşmiş olacak.  Zira kadın demek ,toplumun her alanda kalkınması demektir. “Bir toplumun kalkınmasını görmek istiyorsanız, kadınlarına bakın”demişti,Napolyon Bonapart.   Ez cümle, toplumun parametresi olan kadının bir emanet olduğunu hatırlatırken, her bireyin de aynı   zamanda kendine emanet olduğunu eklemek lazım. Emanetleri emin yerlerde,konumlarında muhafaza etmek… Erkek emin olunansa, kadın da kendinden emin olmak durumunda, kendinde olanları muhafaza ederek. Ne kadar eminseniz, o kadar emindesiniz. Ve bunun koşulu, özü korumak ve onu kıymetli kılmaktan geçer. Hiç şüphesiz özü koruma/emin olma/kıymet, kadın ve erkeği aynı oranda ve aynı ölçüde mesul kılar. Sonuç da bu çabayla orantılıdır.
Ekleme Tarihi: 23 Ağustos 2022 - Salı

Kadının Sıkıştığı Üç Gözlü Mengene

İnsanoğlu yaşamının her döneminde kendinden zayıf olanı ezmeye yönelmiş. Çünkü kendi menfaatini önceleyen anlayış, bunu kendinde hak olarak görüyor. Paylaşım/yardım/dayanışma dürtülerini körelten menfaat duygusu, hemcinsine suistimali, hatta devreden çıkarmayı çok rahat göze alıyor.

Neticede zulmetme zihniyeti kendinde olağanlaştığı gibi bu mecrada tüm argümanları kullanmaktan da geri kalmıyor. Bilinen odur ki zayıflık, içerisinde; her anlamdaki güçsüzlüğü barındırır. Maddi/manevi, eğitim/bilgi ve bunları destekleyen argümanların yoksunluğu, güçsüzlüğü bu da beraberinde çaresizliği besler.

Ve söz konusu kadın, yer yer ezilen suiistimal edilen bir varlık olmaktan kotaramamış kendini. Toplumun geleneği/orijininden koparılmış din anlayışı ve modernizm kadını öğüten üç ana unsuru oluşturur.

Öğütme eylemi, kişinin kendine özgü tüm vasıflarını ufaltır. Tümü bozar. Parçalanmış, güçsüz kılmış ve ağza götürülecek lokma kıvamına gelmiştir artık. Bu kıvam her türlü harçta kullanılır.

Bencillik, merhametsizlik, anlayışsızlık ve adaletsizliği besleyen çirkin düşünce menfaat ve kirli emeller bu minvalde daha güçlüdür artık. Kadının öğütülmesi hiç şüphesiz erkek ve çocukta olduığu gibi; fıtri vasıf duygu ve ihtiyaçların ya bastırılması ya da merkezinden son hız kaydırılmasıyla mümkündür.

Farkında olsun veya olmasın, her iki durum da aleyhinedir.

Erkek egemen toplum, kendi mecrasında oluşturduğu kadın algısıyla onu bastırırken, fonksiyonsuzlaştırır ve bireyliğini yok eder. Üzerinden maddi manevi kazanımlar algıyı oluşturanlara gider.

Kadının eriyen öz enerji ve kaybolan özsaygınlığı, diğer cinsin gücü ve itibarına eklenir. Durum bu kadar garabet, vicdansız ve zulümce bir hal alır.

Evet gelenek bastırılan kadına hak gördüğü bu zulmü, erkeğin itibar ve güç  hanesine sayacak kadar paradoksal bir toplum oluşturur.

Orijininden koparılan dinin kadın algısı da gelenek anlayışıyla sentezlenince daha bir güç kazanır. Suistimal ve zulüm zeminlerinde…

Zira erkeğin kaburga kemiğinden yaratılan kadın (!) istenildiğinde çatır çatır kırılabiliyor. İtaat anlayışı erkeğin vücut irininde kadına şifa bulduracak kadar yoz/yobaz, çirkin ve insafsızcadır.

Vahiy dininin ayaklarının altına koyduğu cennetlik anneyi, her haksızlığa gıkını çıkaramayacak bir itaat anlayışıyla erkeğe köle yaptırdı. Vahyin itaat anlayışı, kadın üzerinden bir insanın hak ziyanına, ötekinin kutsallığına evrilecek kadar tahribata uğradı.

   Günümüzün biçimlenen modern hayatındaysa kadın özgürlük, eşitlik kavramlarıyla tersi istikamette, fıtratına meydan okuyacak hale büründü…

Eşitlikle aslında hiç de eşit olmayan erkekle aynı şart ve koşullar sunuldu. Toplumsal dokusu, Batı toplumsallığıyla taban tabana zıt olan bu zeminde, onu özgürleştiriyordu (!) Evde ve özgür ortamlarda eş zamanlı olmaya zorunlu kadın, yorgunluğunun karşılığı kadın ve anneliğinden feragat etmesi oldu.

Fıtratına meydan okudu. Bu önce kendine sonra, kendine bağlı olan tüm kutsal forumlara dokundu.

Karargahında verimli olamayan kadın kendinde bağlı tüm paradigmaları alt üst etti. Erkeğe hönkürme, evden kaçış ve erkeğin  olduğu her alana girme olarak dayatılan özgürlük anlayışında; tüm sevecenliğini ve zerafetini kaybetti. Tüm bu paradigmaların oluşturduğu kadın profili erkeği de transit  olarak cılız kıldı. Özündeki zerafeti yitiren kadın, erkeğin karşısında durunca erkek de fıtri kimyasını bozmuş oldu…

Fıtrat bozulunca tüm katmanlarda otomatik bozulma başlar. Durdurulamaz bu… Lakin kadının özünün muhafazası her şeyden daha önemli. Hasan el Benna’nın dediği gibi  “Toplumun yarısı kadınlardan, diğer yarısı onların yetiştirdikleri adamlardan oluşuyor.”

Bunun çözülmesi en elzem mevzu… Çözüm önümüze konulan anlayışları muhakeme etmek, adilane tavır sergilemek ve fıtratı gözetmektir. Kadın ve erkek kendi fıtri hak ve gereksinimlerini; “insan olabilme, insan kalabilme ve insanca yaklaşabilme” düşüncesiyle yakalayabildikleri an, çözüm de gerçekleşmiş olacak. 

Zira kadın demek ,toplumun her alanda kalkınması demektir. “Bir toplumun kalkınmasını görmek istiyorsanız, kadınlarına bakın”demişti,Napolyon Bonapart.

  Ez cümle, toplumun parametresi olan kadının bir emanet olduğunu hatırlatırken, her bireyin de aynı   zamanda kendine emanet olduğunu eklemek lazım.

Emanetleri emin yerlerde,konumlarında muhafaza etmek…

Erkek emin olunansa, kadın da kendinden emin olmak durumunda, kendinde olanları muhafaza ederek. Ne kadar eminseniz, o kadar emindesiniz. Ve bunun koşulu, özü korumak ve onu kıymetli kılmaktan geçer.
Hiç şüphesiz özü koruma/emin olma/kıymet, kadın ve erkeği aynı oranda ve aynı ölçüde mesul kılar. Sonuç da bu çabayla orantılıdır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.