Aynı Toprağın Kadını, Farklı Kaderlerin Adı
Aynı Toprağın Kadını, Farklı Kaderlerin Adı
Türkiye’de kadın olmak; doğduğun coğrafyanın kaderin olduğu gerçeğiyle en erken tanışanlardan biri olmaktır.
Aynı bayrağın altında, aynı anayasa çerçevesinde yaşayan biz kadınlar, ne yazık ki aynı haklardan eşit ölçüde yararlanamıyoruz. Bölgelere, şehirlere, hatta kimi zaman mahallelere göre değişen bu eşitsizlik; sosyal yaşamdan eğitime, istihdamdan güvenliğe kadar her alanda karşımıza çıkıyor. Ve her bir bölgenin kadını, kendine has bir mücadele biçimi geliştiriyor.
Doğunun bir köyünde henüz çocuk yaşta evlendirilen bir kız çocuğu ile batının bir şehrinde üniversite sıralarında hayal kuran bir genç kadın arasında uçurumlar var. Bu uçurumlar sadece maddi değil, daha çok zihniyetle ilgili. Aynı ülkenin içinde farklı zaman dilimlerinde yaşıyor gibiyiz. Bazı bölgelerde kadın hâlâ "sahip olunan", "kontrol edilen" bir varlık olarak görülüyor.
Eğitim, bu eşitsizliğin temel taşı. Okula gönderilmeyen, "kız kısmı okumaz" denilerek ev işlerine mahkûm edilen çocuklar, geleceğe dair hayalleri olmayan annelere dönüşüyor. Oysa bir kadını okutmak, bir toplumu ayağa kaldırmaktır. Bir kadına sunulan eğitim, sadece onun değil, çocuklarının, ailesinin, hatta mahallesinin kaderini değiştirir. Buna rağmen hâlâ Türkiye’de çok sayıda kız çocuğu eğitim hakkından mahrum bırakılıyor. Ve bu, sadece Doğu illerinde değil, gelişmiş görünen metropollerin kenar semtlerinde de yaşanıyor.
Çalışma hayatına katılmak ise ayrı bir mücadele gerektiriyor. Kadınların ekonomik özgürlük kazanması, bazen kendi ailesi tarafından bile tehdit olarak algılanıyor. Kadınların çalıştırılmaması, bir kontrol mekanizması gibi kullanılıyor. Kadın, ekonomik olarak bağımlı kaldığı sürece hayatı üzerinde karar alma gücünü de yitiriyor. Bu döngü, kadını her geçen gün daha da yalnızlaştırıyor.
Bir diğer acı gerçek ise destek görmeme gerçeği. Kadın, hayatın her alanında yalnız. Aile içinde, iş yerinde, sokakta, okulda... Onun sesi çıktığında “huzursuzluk çıkarıyor” deniyor. Hakkını aradığında “şımarık” yaftası yapıştırılıyor. Kadın, susmazsa sistemin dışına itiliyor. Kadın dayanışması ise bu yüzden hayati. Çünkü kadın kadının yurdu olursa, bu zincirler bir bir kırılır.
Ve ne yazık ki, kadın cinayetleri... Hayır, biz artık bu cinayetlere "takdiri ilahi", "aile içi mesele", "namus davası" diyemeyiz. Bunlar, toplumun gözü önünde işlenen suçlardır. Bu cinayetlerin önüne geçmenin yolu, sadece cezaları artırmak değil; zihniyet dönüşümünü sağlamaktır. Kadına yönelen şiddeti meşrulaştıran, susturan, görmezden gelen her söz, her suskunluk, bu cinayetlere zemin hazırlar.
Biz Anahtar Parti olarak, kadınların yalnız bırakıldığı her yerde, onların sesi, eli, omzuyuz. Türkiye’nin dört bir yanında, bölge farkı gözetmeksizin kadınların hak ettikleri değeri görmeleri için çalışıyoruz. Teşkilatımızdaki her kadın, kendi hikâyesinden güç alarak diğer kadınlara ışık oluyor.
Bu ülkenin kadınları; hakkıyla yaşamak, hakkıyla sevilmek, hakkıyla var olmak istiyor. Bizim mücadelemiz sadece kadınlar için değil, insan onuru içindir. Çünkü bir toplum, kadınlarını ne kadar ayakta tutarsa, o kadar sağlam durur.
Ve biz bu mücadeleyi, yılmadan, korkmadan, kararlılıkla sürdüreceğiz. Çünkü biliyoruz ki; bir kadının değişimi, binlerce hayatın değişimi demektir.
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.