Dua insanın hayatına anlam ve değer katar

(İHA) - İhlas Haber Ajansı | 29.05.2019 - 16:40, Güncelleme: 28.03.2022 - 15:39 3758+ kez okundu.
 

Dua insanın hayatına anlam ve değer katar

İnsan ile Yüce Allah arasındaki bu samimi ve içten iletişim, herhangi bir zaman ve mekânla sınırlanamaz. İnsan, her an ve her durumda dua edebilir. Duanın yasak olduğu bir zaman yoktur
Dua, samimi ve içten bir şekilde Allah’a sığınma ve yakarışı, Allah’ın yüceliği karşısındaki güçsüzlüğün itiraf edilmesini, sevgi ve tazim duyguları içerisinde O’nun lütfunu, yardımını ve affını dilemeyi ifade eder. İnsan ve Allah arasındaki bu iletişim herhangi bir zaman ve mekanla sınırlanamaz. İnsan, her an ve her durumda dua edebilir. “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Al-i İmran 3/198) ayeti bu gerçeği ifade eder. Duanın yasak olduğu zaman yoktur. Aksine ayet ve hadislerde bazı vakit ve durumlarda yapılan duaların daha makbul olduğu belirtilmiştir. Bu vakitler, kulun Rabbine daha yakın olacağı özel zamanlardır. Seher vakitleri bu değerli zaman dilimlerinden birisidir. Rabbimiz, “Onlar, (takva sahipleri) seher vakitlerinde bağışlanma dilerler.” (Zariyat 51/18) ayeti ile bu vaktin kıymetine dikkat çeker. Gecenin son üçte biri Allah Resulü de dua için, gecenin son üçte birinin önemli olduğuna vurgu yapar. Zira bu vakitte Rabbimiz dünya semasına iner (rahmet nazarı ile bakar) ve şöyle der: “Bana dua eden yok mu, duasını kabul edeyim. Benden bir şey isteyen yok mu, istediğini vereyim. Af dileyen yok mu, onu bağışlayayım.” (Tirmizi, Deavat, 28) Hz. Peygamber yaptığı her işte Allah’ın rızasını gözetir ve bu niyetini Rabbine dua ederek ortaya koyardı. Bir iş yapmak istediğinde, “Allah’ım! Bana hayırlısını ver ve benim için en uygun olanı seç.” (Tirmizi, Deavat, 85) diye niyazda bulunurdu. Yolculuğa çıkarken de binitine biner ve üç kez tekbir getirdikten sonra, “Sübhanellezî sehhara lenâ hâzâ vema künna leha mukrintn ve inna ila rabbina Iemünkaliban” (Hiçbir şekilde sahip olamayacakken, bu biniti bizim hizmetimize veren Allah’ı tenzih ederim. Şüphesiz ki biz Rabbimize tekrar döneceğiz) duasıyla Allah’a şükrünü arz ederdi. Kısacası Allah Resulü (sav) hayatın her alanını dualarıyla zenginleştiriyor, ruhunu dua ile besliyor ve teskin ediyordu. ‘Gizlice dua edin’ Peygamber Efendimiz dua edeceğinde bazen kıbleye yönelir, bazen koltuk altı görünecek kadar ellerini kaldırır, bazen avuçlarını açarak, bazen de avuçlarını birleştirerek içtenlikle dua ederdi. Dua ettikten sonra ellerini mutlaka yüzüne sürer ve ashabına da bunu tavsiye ederdi. Rabbimiz Yüce Kelamı’nda kullarından, kendisine içten dua etmelerini istemektedir: “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez” (Araf, 7/55). Bu yüzden Allah Resulü yüksek sesle dua etmekten hoşlanmaz, böyle yapanları uyarırdı. Ebu Musa el-Eş’ari’nin anlattığına göre, Hayber’e yapılan seferden dönüşte şöyle bir olay yaşanmıştı: Resulullah ile beraber olanlar, Medine’ye yaklaştıklarında yüksek bir tepeye çıkınca yüksek sesle tekbir getirerek Allah’a tazimde bulunmuşlardı. Bunun üzerine Allah Resulü onlara şu nasihatte bulundu: “Kendinize gelin! Siz sağır olan ve burada bulunmayan bir Allah’a seslenmiyorsunuz. (Bilakis) Her şeyi işiten, gören ve size çok yakın olan AIIah’a sesleniyorsunuz.” (Buhari, Tevhid, 9). Dua eden kişinin, her şeye kadir olan Rabbine el açtığının farkında olması ve dilinden dökülen ya da gönlünden geçen cümleleri seçerek Rabbine yakışır bir biçimde dua etmesi gerekir. Bu bağlamda Allah Resulü’nün bir diğer tavsiyesi, “Allah’a, kabul edileceğine gerçekten inanarak dua edin. Bilin ki Allah, ciddiyetten uzak ve umursamaz bir kalp ile yapılan duaları kabul etmez” şeklindedir. (Tirmizi, Deavat, 65) Hem dünya hem ahiret Peygamberimiz hem bu dünya için hem de ahiret için dua ederdi. En çok yaptığı dualardan biri şuydu: “Allahümme rabbena atina fi’d-dünya haseneten ve fi’l-ahireti haseneten vekınâ azâbe’n-nâr.” (Allah’ım! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!). Peygamberimiz, duada istenecek şeylerin meşru, olumlu ve anlamlı olmasına da özen gösterirdi. Bu nedenle, Allah’ın duaları kabul edeceğini belirtirken, günah işlemeyi hedefleyen veya akrabalık ilişkilerinin kesilmesini isteyen duaları istisna etmişti. Sevgili Peygamberimiz duayı “amin” diyerek bitirmeye önem verirdi. Sahabe de Allah Resulü’nün bu uygulamalarını devam ettiriyordu. Ebu Züheyr en-Nümeyri, topluluk içinde bir kişi dua ettiğinde duasını “amin” ile bitirmesini tavsiye eder ve bunun sayfaya vurulan bir mühür gibi olduğunu söylerdi. İnsan, hayatını duayla anlamlandırmalı, duasız bir hayatın Allah katında değeri olmadığını bilerek varlığına değer katmak, hayatını anlamlı kılmak ve Allah katında bir hoşnutluk bulmak için dua etmelidir. Yaptığı dua ise içten ve samimi olmalıdır. Gerçekleşeceğine inanarak, ısrarla Allah’a isteklerini arz etmeli, ancak duasının bir an önce gerçekleşmesi için acele etmemelidir. (Hadislerle İslam, Diyanet İşl. Bşk. yay.) Allah’tan nasıl utanmalı? Peygamber Efendimiz sahabilerine “Allah’tan nasıl utanmak gerekiyorsa öyle utanmalarını” tavsiye etmişti. Onlar: “Elhamdülillah biz Allah’tan utanıyoruz” deyince, Efendimiz Allah’tan utanmanın ne anlama geldiğini onlara şöyle anlattı: Allah’tan utanan kimse, Allah’ın istemediği şeylere bakmamalı, Allah’ın sevmediği konuşmaları dinlememeli, Allah’ın beğenmediği sözleri söylememeli, kalbine sahip olmalı, cinsel organını günahtan korumalı, günah olan şeye dokunmamalı, günah olan yere gitmemelidir. Allah’tan gerektiği gibi utanan kimse, bir gün ölüp gideceğini, güzel vücudunun çürüyüp yok olacağını düşünmelidir. Ahireti arzu eden, dünyanın süsünü terk eder. Kim bu şekilde davranırsa Allah’tan gereği gibi haya etmiş olur”. Bu açıklamadan sonra Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Kul Allah’tan gerektiği gibi utanırsa, Allah Teâlâ da kulundan utanır. Kulu ellerini kaldırıp da kendisine dua ettiği zaman, o elleri büsbütün boş çevirmekten hayâ eder” (Tirmizi, Sıfatü’l-kıyâme, 24). Abdülhamit Han Camii Kahramanmaraş’taki Abdülhamit Han Camii; Onikişubat ilçesi, Abdülhamit Han Mahallesi’nde yer alır. Cumhuriyet dönemi eseri olan cami, hayırseverler tarafından 1993-2010 yılları arasında inşa ettirilerek ibadete açılmıştır. Abdülhamit Han Camii, Kahramanmaraş’ın merkezinde şehre hâkim olan Mercimektepe üzerinde 20 bin metrekare arsa üzerinde yükselmekte olup şehrin en büyük mabedidir. Cami aynı zamanda, Cumhuriyet döneminde inşa edilen İstanbul Büyük Çamlıca Camii, Ankara Kocatepe Camii ve Adana Sabancı Merkez Camii’nden sonra Türkiye’nin dördüncü büyük camisi olma özelliğine de sahiptir ve 20 bin kişi aynı anda namaz kılabilir. Camiye 34. Padişah II. Abdülhamit Han’ın ismi verilmiştir. Şehzade Camii yansımaları Yapı, merkezi planlı camiler grubuna girer. Kare planlı cami, harim, avlu ve son cemaat yeri ile ha-rimin köşelerine yerleştirilen üçer şerefeli dört minareden oluşur. Abdülhamit Han Camii, klasik dönem Osmanlı mimari özellikleri taşıyan “Selatin Camiler” formunda inşa edilmeye çalışılmıştır. Fakat klasik dönem Osmanlı camilerinde gördüğümüz revaklı avlu şemasına, Abdülhamit Han Camii’nde yer verilmemiştir; bu durum yapının mimari bütünlüğünü zayıflatmaktadır. Betonarme olarak yapılan caminin cephe duvarları kesme taş, iç duvarları ise traverten mermerle kaplanmıştır. Caminin yapımında oldukça temiz ve itinalı bir işçilik görülür. İç mekan, ortada sivri kemerler yardımı ile dört fil ayağının üzerine oturan ve köşelerden pandantiflerle geçilen 22 metre çapında ve 46 metre yüksekliğinde merkezi kubbeyle kapatılmıştır. Merkezi kubbe sekizgen kasnak üzerinde yükselmektedir. Camide oldukça zengin kalem işi, taş, mermer, çini, vitray ve ahşap bezemeye yer verilmiş olup, klasik dönem Osmanlı süsleme özelliklerini yansıtmaktadır. Ayrıca yapıda ağırlıklı olarak Kuran-ı Kerim’den alınmış ayet kitabeleri ile Kelime-i Tevhid ve Esma’ül Hüsnâ’ya da yer verilmiştir. Abdülhamit Han Camii’nin plan şemasında, Mimar Sinan’ın “Çıraklık” eseri olan İstanbul Şehzade Camii’nin yansımaları görülür. Camide, daha çok Dulkadir Beyliği dönemine ait Elbistan Ulu Camii’nin  plan şemasının etkileri ile karşılaşmaktayız. Ayrıca Abdülhamit Han Camii’nde harimin köşelerine yerleştirilen üçer şerefeli dört minaresiyle de Mimar Sinan’ın “Ustalık” eseri olan Edirne Selimiye Camii’nden etkilendiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan harimin ölçülerinde ve merkezi kubbe yüksekliğinin 46 metre olması, Kahramanmaraş’ın trafik kodu (46) olup şehri simgelemektedir. Esma-i Hüsna: Vekil İnsanı şeytanın özendirmelerinden koruyan, onun hilelerine karşı kuluna destek veren, sığınacak bir yer bulmasını sağlayan ve bütün işlerimizde güvenilebilecek gerçek dost. Allah birine vekil olduğu zaman onu bilemeyeceği zorluklardan uzak tutar; hesap ve hayal edemeyeceği kolaylıklara eriştirir. Bu isme sığınan kişi, ateşin karşısındaki İbrahim (a.s.), Kızıldeniz karşısındaki Musa (a.s.), Sevr Dağı’ndaki Muhammed (a.s.) gibidir: Sakin, mütevekkil, onurlu. Bu insanlarda telaş, acelecilik, panik görülmez; hiçbir zaman reaksiyoner değillerdir, insan haysiyet ve vakarına aykırı düşecek hiçbir halleri yoktur. Bu isimle ahlaklanan insan bilir ki onun bu dünyada bir şeylere sahip olması asaleten değil, vekaletendir. O, kendisinin vekaletine verilen hayat, beden, mal, mülk, evlat, aile, makam, mevki, velhasıl bütün varlığının emanetçisidir. Bir ayet “Şüphesiz Müslüman erkeklerle Müslüman kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkeklerle, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzâb, 33/35) Bir hadis “Ademoğluna şeytan da melek de yaklaşır. Şeytanın yaklaşması, kötülüğe yönlendirmek ve hakkı yalanlatmak şeklindedir. Meleğin yaklaşması ise iyiliğe yönlendirmek ve hakkı doğrulatmak şeklindedir. Kim böyle (meleğin telkinini) hissederse bunun Allah’tan olduğunu bilsin ve Allah’a hamdetsin. Kim de diğerini (şeytanın vesvesesini) hissederse, taşlanmış ve kovulmuş şeytandan Allah’a sığınsın” (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 2)
İnsan ile Yüce Allah arasındaki bu samimi ve içten iletişim, herhangi bir zaman ve mekânla sınırlanamaz. İnsan, her an ve her durumda dua edebilir. Duanın yasak olduğu bir zaman yoktur

Dua, samimi ve içten bir şekilde Allah’a sığınma ve yakarışı, Allah’ın yüceliği karşısındaki güçsüzlüğün itiraf edilmesini, sevgi ve tazim duyguları içerisinde O’nun lütfunu, yardımını ve affını dilemeyi ifade eder. İnsan ve Allah arasındaki bu iletişim herhangi bir zaman ve mekanla sınırlanamaz. İnsan, her an ve her durumda dua edebilir. “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Al-i İmran 3/198) ayeti bu gerçeği ifade eder.

Duanın yasak olduğu zaman yoktur. Aksine ayet ve hadislerde bazı vakit ve durumlarda yapılan duaların daha makbul olduğu belirtilmiştir. Bu vakitler, kulun Rabbine daha yakın olacağı özel zamanlardır. Seher vakitleri bu değerli zaman dilimlerinden birisidir. Rabbimiz, “Onlar, (takva sahipleri) seher vakitlerinde bağışlanma dilerler.” (Zariyat 51/18) ayeti ile bu vaktin kıymetine dikkat çeker.

Gecenin son üçte biri

Allah Resulü de dua için, gecenin son üçte birinin önemli olduğuna vurgu yapar. Zira bu vakitte Rabbimiz dünya semasına iner (rahmet nazarı ile bakar) ve şöyle der: “Bana dua eden yok mu, duasını kabul edeyim. Benden bir şey isteyen yok mu, istediğini vereyim. Af dileyen yok mu, onu bağışlayayım.” (Tirmizi, Deavat, 28)

Hz. Peygamber yaptığı her işte Allah’ın rızasını gözetir ve bu niyetini Rabbine dua ederek ortaya koyardı. Bir iş yapmak istediğinde, “Allah’ım! Bana hayırlısını ver ve benim için en uygun olanı seç.” (Tirmizi, Deavat, 85) diye niyazda bulunurdu. Yolculuğa çıkarken de binitine biner ve üç kez tekbir getirdikten sonra, “Sübhanellezî sehhara lenâ hâzâ vema künna leha mukrintn ve inna ila rabbina Iemünkaliban” (Hiçbir şekilde sahip olamayacakken, bu biniti bizim hizmetimize veren Allah’ı tenzih ederim. Şüphesiz ki biz Rabbimize tekrar döneceğiz) duasıyla Allah’a şükrünü arz ederdi. Kısacası Allah Resulü (sav) hayatın her alanını dualarıyla zenginleştiriyor, ruhunu dua ile besliyor ve teskin ediyordu.

‘Gizlice dua edin’

Peygamber Efendimiz dua edeceğinde bazen kıbleye yönelir, bazen koltuk altı görünecek kadar ellerini kaldırır, bazen avuçlarını açarak, bazen de avuçlarını birleştirerek içtenlikle dua ederdi. Dua ettikten sonra ellerini mutlaka yüzüne sürer ve ashabına da bunu tavsiye ederdi. Rabbimiz Yüce Kelamı’nda kullarından, kendisine içten dua etmelerini istemektedir: “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez” (Araf, 7/55). Bu yüzden Allah Resulü yüksek sesle dua etmekten hoşlanmaz, böyle yapanları uyarırdı. Ebu Musa el-Eş’ari’nin anlattığına göre, Hayber’e yapılan seferden dönüşte şöyle bir olay yaşanmıştı: Resulullah ile beraber olanlar, Medine’ye yaklaştıklarında yüksek bir tepeye çıkınca yüksek sesle tekbir getirerek Allah’a tazimde bulunmuşlardı. Bunun üzerine Allah Resulü onlara şu nasihatte bulundu: “Kendinize gelin! Siz sağır olan ve burada bulunmayan bir Allah’a seslenmiyorsunuz. (Bilakis) Her şeyi işiten, gören ve size çok yakın olan AIIah’a sesleniyorsunuz.” (Buhari, Tevhid, 9).

Dua eden kişinin, her şeye kadir olan Rabbine el açtığının farkında olması ve dilinden dökülen ya da gönlünden geçen cümleleri seçerek Rabbine yakışır bir biçimde dua etmesi gerekir. Bu bağlamda Allah Resulü’nün bir diğer tavsiyesi, “Allah’a, kabul edileceğine gerçekten inanarak dua edin. Bilin ki Allah, ciddiyetten uzak ve umursamaz bir kalp ile yapılan duaları kabul etmez” şeklindedir. (Tirmizi, Deavat, 65)

Hem dünya hem ahiret

Peygamberimiz hem bu dünya için hem de ahiret için dua ederdi. En çok yaptığı dualardan biri şuydu: “Allahümme rabbena atina fi’d-dünya haseneten ve fi’l-ahireti haseneten vekınâ azâbe’n-nâr.” (Allah’ım! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!). Peygamberimiz, duada istenecek şeylerin meşru, olumlu ve anlamlı olmasına da özen gösterirdi. Bu nedenle, Allah’ın duaları kabul edeceğini belirtirken, günah işlemeyi hedefleyen veya akrabalık ilişkilerinin kesilmesini isteyen duaları istisna etmişti. Sevgili Peygamberimiz duayı “amin” diyerek bitirmeye önem verirdi. Sahabe de Allah Resulü’nün bu uygulamalarını devam ettiriyordu. Ebu Züheyr en-Nümeyri, topluluk içinde bir kişi dua ettiğinde duasını “amin” ile bitirmesini tavsiye eder ve bunun sayfaya vurulan bir mühür gibi olduğunu söylerdi.

İnsan, hayatını duayla anlamlandırmalı, duasız bir hayatın Allah katında değeri olmadığını bilerek varlığına değer katmak, hayatını anlamlı kılmak ve Allah katında bir hoşnutluk bulmak için dua etmelidir. Yaptığı dua ise içten ve samimi olmalıdır. Gerçekleşeceğine inanarak, ısrarla Allah’a isteklerini arz etmeli, ancak duasının bir an önce gerçekleşmesi için acele etmemelidir. (Hadislerle İslam, Diyanet İşl. Bşk. yay.)

Allah’tan nasıl utanmalı?

Peygamber Efendimiz sahabilerine “Allah’tan nasıl utanmak gerekiyorsa öyle utanmalarını” tavsiye etmişti. Onlar: “Elhamdülillah biz Allah’tan utanıyoruz” deyince, Efendimiz Allah’tan utanmanın ne anlama geldiğini onlara şöyle anlattı: Allah’tan utanan kimse, Allah’ın istemediği şeylere bakmamalı, Allah’ın sevmediği konuşmaları dinlememeli, Allah’ın beğenmediği sözleri söylememeli, kalbine sahip olmalı, cinsel organını günahtan korumalı, günah olan şeye dokunmamalı, günah olan yere gitmemelidir. Allah’tan gerektiği gibi utanan kimse, bir gün ölüp gideceğini, güzel vücudunun çürüyüp yok olacağını düşünmelidir. Ahireti arzu eden, dünyanın süsünü terk eder. Kim bu şekilde davranırsa Allah’tan gereği gibi haya etmiş olur”. Bu açıklamadan sonra Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Kul Allah’tan gerektiği gibi utanırsa, Allah Teâlâ da kulundan utanır. Kulu ellerini kaldırıp da kendisine dua ettiği zaman, o elleri büsbütün boş çevirmekten hayâ eder” (Tirmizi, Sıfatü’l-kıyâme, 24).

Abdülhamit Han Camii

Kahramanmaraş’taki Abdülhamit Han Camii; Onikişubat ilçesi, Abdülhamit Han Mahallesi’nde yer alır. Cumhuriyet dönemi eseri olan cami, hayırseverler tarafından 1993-2010 yılları arasında inşa ettirilerek ibadete açılmıştır.

Abdülhamit Han Camii, Kahramanmaraş’ın merkezinde şehre hâkim olan Mercimektepe üzerinde 20 bin metrekare arsa üzerinde yükselmekte olup şehrin en büyük mabedidir. Cami aynı zamanda, Cumhuriyet döneminde inşa edilen İstanbul Büyük Çamlıca Camii, Ankara Kocatepe Camii ve Adana Sabancı Merkez Camii’nden sonra Türkiye’nin dördüncü büyük camisi olma özelliğine de sahiptir ve 20 bin kişi aynı anda namaz kılabilir. Camiye 34. Padişah II. Abdülhamit Han’ın ismi verilmiştir.

Şehzade Camii yansımaları

Yapı, merkezi planlı camiler grubuna girer. Kare planlı cami, harim, avlu ve son cemaat yeri ile ha-rimin köşelerine yerleştirilen üçer şerefeli dört minareden oluşur. Abdülhamit Han Camii, klasik dönem Osmanlı mimari özellikleri taşıyan “Selatin Camiler” formunda inşa edilmeye çalışılmıştır. Fakat klasik dönem Osmanlı camilerinde gördüğümüz revaklı avlu şemasına, Abdülhamit Han Camii’nde yer verilmemiştir; bu durum yapının mimari bütünlüğünü zayıflatmaktadır.

Betonarme olarak yapılan caminin cephe duvarları kesme taş, iç duvarları ise traverten mermerle kaplanmıştır. Caminin yapımında oldukça temiz ve itinalı bir işçilik görülür. İç mekan, ortada sivri kemerler yardımı ile dört fil ayağının üzerine oturan ve köşelerden pandantiflerle geçilen 22 metre çapında ve 46 metre yüksekliğinde merkezi kubbeyle kapatılmıştır.

Merkezi kubbe sekizgen kasnak üzerinde yükselmektedir. Camide oldukça zengin kalem işi, taş, mermer, çini, vitray ve ahşap bezemeye yer verilmiş olup, klasik dönem Osmanlı süsleme özelliklerini yansıtmaktadır. Ayrıca yapıda ağırlıklı olarak Kuran-ı Kerim’den alınmış ayet kitabeleri ile Kelime-i Tevhid ve Esma’ül Hüsnâ’ya da yer verilmiştir.

Abdülhamit Han Camii’nin plan şemasında, Mimar Sinan’ın “Çıraklık” eseri olan İstanbul Şehzade Camii’nin yansımaları görülür. Camide, daha çok Dulkadir Beyliği dönemine ait Elbistan Ulu Camii’nin  plan şemasının etkileri ile karşılaşmaktayız.

Ayrıca Abdülhamit Han Camii’nde harimin köşelerine yerleştirilen üçer şerefeli dört minaresiyle de Mimar Sinan’ın “Ustalık” eseri olan Edirne Selimiye Camii’nden etkilendiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan harimin ölçülerinde ve merkezi kubbe yüksekliğinin 46 metre olması, Kahramanmaraş’ın trafik kodu (46) olup şehri simgelemektedir.

Esma-i Hüsna: Vekil

İnsanı şeytanın özendirmelerinden koruyan, onun hilelerine karşı kuluna destek veren, sığınacak bir yer bulmasını sağlayan ve bütün işlerimizde güvenilebilecek gerçek dost. Allah birine vekil olduğu zaman onu bilemeyeceği zorluklardan uzak tutar; hesap ve hayal edemeyeceği kolaylıklara eriştirir. Bu isme sığınan kişi, ateşin karşısındaki İbrahim (a.s.), Kızıldeniz karşısındaki Musa (a.s.), Sevr Dağı’ndaki Muhammed (a.s.) gibidir: Sakin, mütevekkil, onurlu. Bu insanlarda telaş, acelecilik, panik görülmez; hiçbir zaman reaksiyoner değillerdir, insan haysiyet ve vakarına aykırı düşecek hiçbir halleri yoktur. Bu isimle ahlaklanan insan bilir ki onun bu dünyada bir şeylere sahip olması asaleten değil, vekaletendir. O, kendisinin vekaletine verilen hayat, beden, mal, mülk, evlat, aile, makam, mevki, velhasıl bütün varlığının emanetçisidir.

Bir ayet

“Şüphesiz Müslüman erkeklerle Müslüman kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkeklerle, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzâb, 33/35)

Bir hadis

“Ademoğluna şeytan da melek de yaklaşır. Şeytanın yaklaşması, kötülüğe yönlendirmek ve hakkı yalanlatmak şeklindedir. Meleğin yaklaşması ise iyiliğe yönlendirmek ve hakkı doğrulatmak şeklindedir. Kim böyle (meleğin telkinini) hissederse bunun Allah’tan olduğunu bilsin ve Allah’a hamdetsin. Kim de diğerini (şeytanın vesvesesini) hissederse, taşlanmış ve kovulmuş şeytandan Allah’a sığınsın” (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 2)

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergundemim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.